Oylamanın ardından konuşan Theresa May'in, "Bu meclis anlaşmasız çıkmayı reddetti. Brexitten vaz geçmeyi reddetti, Çarşamba günü masaya konan anlaşmanın çeşitli versiyonlarını da reddetti. Bugün ayrılma anlaşmasını (siyasi deklarasyon dışındaki ana metnini-EY) da reddetti" sözleri, yalnızca bu çıkmazı sergilemiyor, aynı zamandan, Meclisi halkın iradesine uymayan bir yapı olarak tanımlıyor, halk ile meclisi karşı karşıya koyuyor, Birleşik Krallığın demokrasi modeli üzerine koyu bir gölge düşürüyordu.
Bu sözleriyle May, tam o sırada parlamento binasının önünde toplanmış "anlaşma yapmadan çıkmak istiyoruz" diyen aşırı sağcı, beyaz üstünlüğü taraftarı, şiddet eğilimli unsurları da içeren kalabalığı parlamenterlere karşı, bir hafta içinde ikinci kez kışkırtmış oluyordu.
Kanal 4'ün deneyimli haber yapımcı ve sunucusu John Snow da parlamento önünde bu gösteriyi izlerken, "hayatımda bu kadar çok beyaz adamı bir arada görmedim" diyerek, anlaşmasız çıkmak isteyen kalabalığın en önemli özelliğini endişeli bir sesle vurguluyordu.
Buradan nereye?
Brexit sürecinin bu noktada durması söz konusu değil; mutlaka bir yere ulaşacak. Ama nereye?
Theresa May'in, "Anlaşmanın reddedilmesinin sonuçları ağır olacak", "Korkarım bu parlamentoda bu sürecin sonuna geldik" sözlerinden hareketle "ya erken seçim ya da anlaşmasız çıkış" olasılıkları öne çıkmış gibi görünüyor. Ancak, bu başbakanın öngörü kapasitesine güvenirken dikkatli olmakta yarar var.
Theresa May aslında Avrupa Birliği'nde kalmaktan yanaydı ama Başbakan olma sevdasıyla Brexit sürecini yönetmeyi, "Brexit Brexit demektir" sloganıyla üstlenmişti.
Meclis çoğunluğunu arttırmak için, "istikrarlı ve güçlü lider" sloganıyla erken seçime gitmiş hem meclis çoğunluğunu kaybetmiş hem de Jeremy Corbyn'in İşçi Partisi liderliğini pekiştirmesinin yolunu açmıştı.
Bir gözleme göre May yaklaşık 800 kez "29 Mart'ta çıkıyoruz" demiş. 29 Mart geldiğinde, May'in, AB ile yaptığı anlaşma, partisinin en sağ kesimine "anlaşmanın birinci kısmını destekleyin, ben istifa edeyim, uygulaması size kalsın" tavizini vermesine karşın, üçüncü kez reddedildi, çıkış süreci iyice belirsizleşti.
Gerçekten de Brexit süreci, "ya erken seçim" ya "anlaşmasız Brexit" seçeneklerinden çok daha zengin olasılıkları içeriyor.
Brexit sürecinin bundan sonraki yol haritasında, şu andaki - her an değişebilecek- görüntü içinde gündemde öncelikle Pazartesi günü parlamenterlerin eğilimlerini ikinci kez saptamaya yönelik yasa gücünde olmayan bir oylama var.
Parlamenterler daha önce 8 olasılığı içeren tercihlerini ortaya koyan bir "eğilim oylaması" yapmışlardı. O oylamada hiçbir seçenek çoğunluğu sağlayamamıştı ama, bu çoğunluk olma sınırına "gümrük birliği" seçeneği 8 oy, "İkinci bir halk oylaması" seçeneği 28 oy yaklaşarak en fazla tercih edilen seçenekler arasında birinci ve ikinci gelmişlerdi. "Anlaşmasız Çıkış" ise en az oy alan seçenek olarak listenin sonunda kalmıştı.
Pazartesi günü parlamenterler, eğilimlerini belirtmek için bir kez daha, ancak bu kez parlamentodaki eğilimlerin genel dağılımını görmüş olarak oy verdiklerinde, bir olasılıkla "gümrük birliği" hatta "ikinci bir halk oylaması" seçeneklerinden biri çoğunluk sınırını geçebilir.
Ancak May daha baştan, Muhafazakâr Parti manifestosuyla çelişen bir sonucu uygulamak zorunda olmadığını vurgulamıştı. May'i zorlayabilmek için, eğilim oylamasından öte "yasama düzeyinde" bir oylama gerekiyor.
'Tam bir siyasi kriz'
Bu oylamanın ardından, çıkış sürecini başlatan 50. Maddenin getirdiği sürecin bir kez daha uzatılması için AB'ye başvurmak, erken seçimler, ikinci bir halk oylaması, Başbakanın istifa etmesiyle birlikte gündem gelecek bir Muhafazakâr Parti başkanlık seçim süreci olasılıkları var.
Ne yöne giderse gitsin bu, Birleşik Krallığın siyasi yapısında, ekonomisinde hatta toplumsal dokusunda çok ciddi sarsıntılar yaratmaya, hatta Birliği parçalamaya aday bir süreç.
Tam bir siyasi kriz bu.
Gerçekten de bir seri olağan üstü gelişme ülkede artık ciddi bir siyasi temsil krizinin varlığına işaret ediyor.
Örneğin, İngiltere'de düzenin temsilcilerinin en etkili ve saygın sesleri, The Times ve Financial Times gazeteleri son bir hafta içinde, Theresa May'i, Parti çıkarlarını ulusal çıkarların önüne koymakla, Muhafazakâr Parti'yi ideolojik fraksiyonların tutsağı olmakla suçlayan yorumlar yayımladılar.
CBI (Britanya Sanayiciler Konfederasyonu) ve TUC (Sendikalar Birliği) gibi, genelde birbiriyle pazarlık ve tartışma içinde olan son derecede önemli iki kuruluşun başkanları birlikte televizyona çıkarak, bu birlikteliğin önemini vurguladılar, Brexit sürecini ve hükümetin süreci yönetme biçimini sert biçimde eleştirdiler.
Bu görüntüye, 50. Maddeyi geri çekerek Avrupa Birliği'nde kalmak amacıyla toplanan 6 milyon imzayı, yaklaşık bir milyon kişinin katıldığı gösteri yürüyüşünü, anlaşma yapmadan çıkmak isteyen Brexit yanlılarının gittikçe artan öfkesini, tehditlerini bu kesim içinde radikal sağın Tony Robinson gibi liderlerinin sesinin gittikçe yükselmeye, medya tarafından daha fazla görülmeye başlamasını da ekleyince, bu "temsil krizinin" ciddi siyasi istikrarsızlıklara gebe olduğunu da söyleyebiliriz.
Üstelik süreç uzadıkça bu krizin daha da derinleşmesini beklemek gerekiyor. Birincisi, Brexit sürecinin ekonomi üzerinde yarattığı belirsizliğin maliyeti, dünya ekonomisinin yeni bir durgunluğa girmeye başladığını gösteren veriler birikirken, giderek artıyor. Buna karşılık Meclisin hemen tüm zamanını Brexit sorunu dolduruyor.
'Diğer sorunlar çözümsüz kalıyor'
Yasamanın ve yürütmenin verimliği düşerken, sağlık sistemindeki yetersizliklerden, yoksulluk sınırı altında yaşayan çocukların sayısındaki artışa, sosyal yardım ödeneklerini düzenlemek için tüm ödenekleri birleştiren "evrensel kredi" sistemindeki gecikmelerin yarattığı acı olaylara, büyük kentlerde kronikleşen bıçaklı saldırılara ve ölümlere kadar haberlere yansıyan sorunlar çözümsüz kalıyor.
Brexit için oy veren, şimdi de bir an evvel anlaşma yapmadan çıkmak isteyen kesimin kararlarını, göçmen sayısındaki artışa tepkilerin yanı sıra, bu toplumsal sorunlardan hareketle de verdiklerini anımsayınca, bu çözümsüzlüklerin siyasi gerginlikleri, toplumsal huzursuzlukları daha da güçlendirmesini beklemek gerekiyor.
İktidardaki Muhafazakâr Parti'yle ana muhalefet partisi İşçi Partisi'nin iç sorunları da hem siyasi krizin birer bileşeni hem de kriz ilerledikçe derinleşiyorlar.
Daha şimdiden bu sorunlar İşçi Parti'sinden ve Muhafazakâr Parti'den kimi Brexit karşıtı parlamenterlerin istifa ettikten sonra birleşerek yeni bir meclis grubu ve bir "merkez partisi" kurmalarına yol açtı.
Son aylarda Yahudi düşmanlığı iddialarıyla oldukça sarsılan İşçi Partisi liderliği, partideki farklı akımların varlığına, Corbyn'in Brexit ile "Kalma" seçenekleri arasında bir çözüm ararken kararsız bir görüntü sergilemesine karşın, şimdilik bir liderlik krizi yaşamıyor. Gündemdeki erken seçim olasılığı Parti'de farklı tarafları safları sıklaştırmaya zorluyor.
Buna karşılık Muhafazakâr Parti'nin, hem bir başkanlık hem de bir kimlik krizi yaşadığı The Times'ın yorumcusu Philip Cohen'in deyimiyle, yeniden, halkın sorunlarına ilgi göstermeyen "kötü kalpli parti" (nasty party) sıfatını almaya doğru gittiği görülüyor; üstelik de geçmişte bu sıfatın ilk ayırdına varan politikacı May'in liderliği altında.
Cohen bu duruma Muhafazakâr Parti içindeki, biri egemenlik saplantılı milliyetçi, öbürü de Thatcher döneminden kalma ekonomik saplantıların etkisiyle davranan iki akımın yol açtığını düşünüyor. Bu iki akımın etkinliği, partinin yeni, uygun bir lider ve siyasi platform üretmesini engelliyor. Cohen'e göre bu iki akım, Parti'nin, bir kez iktidardan düşerse on yıl geri gelmeme riskini arttırıyor.
'Parçalanma olasılığı güçleniyor'
Siyasi kriz uzadıkça İskoçya'nın ayrılma arzusu, dolayısıyla Birleşik Krallığın parçalanma olasılığı da güçleniyor.
İskoçya yönetimi iki açıdan Brexit'e karşı. Birincisi: İskoçya Ulusal Partisi liderliği "İskoçya ekonomisinin gelişebilmek için Avrupa'dan gelecek göçmenlere ve mali yardımlara gereksinimi olduğunu" savunarak, "Brexit durumunda biz de AB'de kalmaya devam edebilmek için ayrılmak isteriz" diyorlar.
İkincisi, Muhafazakâr Parti yönetiminin, AB ile yapılan pazarlık sürecinde İskoçya'nın sorunlarına tamamen duyarsız kalmış olmasından yakınıyorlar. Galler bölgesi temsilcilerinin de benzer duyguları paylaşıyor.
Çıkış zor
AB'den çıkış biçimlerinin herhangi biri üzerinde parlamento da henüz bir çoğunluk yok. Erken seçime gidilirse bu erken seçimin, ana temasının, toplumsal sorunlardan çok Brexit olacağı anlaşılıyor. Bu olasılık, seçim sürecinde toplumda gerginliğin daha da artacağını, aşırı sağın sesinin daha da yükseleceğini düşündürüyor.
Erken seçim yerine yeni bir halk oylamasına gidilirse, sonuç "kalmaktan" yana çıkarsa, ilk oylamayı kazanmış olanların kendilerini ihanete uğramış hissetmeleri, parlamenter rejime artık güvenilemeyeceğini düşünmeye, otoriter, güçlü lider aramaya başlamaları da güçlü bir olasılık.
AB'den çıkış süreci, Financial Times'dan Martin Wolf'un işaret ettiği gibi İngiltere'nin siyasi ve ekonomik gücünün sanılandan çok daha az olduğunu ortaya koydu. Bu durum belirginleştikçe, Avrupa düşmanlığının daha da güçlenmesi, bu düşmanlığın, tarihte böyle durumlarda olduğu gibi, milliyetçi, aşırı sağcı, yabancı düşmanı akımları destekleme olasılığı da var.
Son üç yılda değişen eğilimlerden, Brexit'e ilişkin yeni bilgilerden dolayı, "kalmaktan" ( ki bunların büyük bir kısmını gençler ve "yeni orta sınıflar" oluşturuyor) yana olanların artık toplumda çoğunluğu oluşturduğunu gösteren kamuoyu yoklamaları var. Halk oylamasına gidilmez ve Brexit gerçekleşirse, bu kez bu çoğunluğun iradesi hiçe sayılmış olacak. O zaman da yine demokratik yaşama olan güven sarsılacak.
Kısacası, önümüzdeki hafta süreç biraz belirginleşecek ama, Birleşik Krallığın, Avrupa Birliği'nden de bu siyasi krizden de önemli sarsıntılar ve değişimler yaşamadan çıkması oldukça zor görünüyor.
BBC Türkçe / 31.03 19