Hırs, hınç ve nefret! İçi de bir dışı da bu siyasetin. Devletin bütün imkân ve birikimlerini ülkenin üzerinde oturduğu coğrafyayla birlikte birer silah ve şantaj aracına dönüştüren macera sürüyor. Aldırışsız, savruk, ölçüsüz. Ve görgüsüz! İktidarıyla muhalefetiyle kitleler coşkuyla karşılıyor diye bunları normalleştirip bir norma oturtmak ne mümkün. Bu yapıya kalıp tutmaz zaten. Bu yönetim anlayışı bir felsefe içermiyor. İnsicam da yok. Duruma göre önlem, fırsatlar için atar, gelen tepkiye göre ilişme. Bol hamle bol çark. Bunlarla coğrafyayı yordular, komşuları bezdirdiler, dış ilişkileri lime lime ettiler.
Son haftalarda Suriye, Irak, Libya ve Doğu Akdeniz’deki gerilimler biraz düşük bir seyir görmüşken Karabağ savaşına müdahil olan pozisyonla birlikte Rusya, AB ve ABD ile ilişkiler yeniden fokurduyor.
Suriye’de çatışmalara rağmen 5 Mart Moskova Muhtırası sayesinde en azından gerilimin Türk-Rus ayağında göreceli bir istikrar sürerken makul bir düşünce “Başka yerlerde belalara bulaşmadan bu sınır hatlarımızda barışı sağlayalım, askerleri güvenle döndürelim” demeyi gerektirirdi. Barışla işleri yok ki desinler. İdlib’de Türk askeri koruması altında Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) ‘düzenli ordu’ kuruyor, kürenin en büyük ‘Cihadistan’ını inşa ediyor. Bir NATO üyesinin himayesinde. Kucaklarındaki pimi çekilmiş bombadır ama ne gam!
Aynı stratejik körelme Libya’da kendini tekrarlıyor. Askeri müdahale Sirte-Cufra hattında çıkmaza girdiğinden beri oyunu hasım takımlar kuruyor. “Belalı yolun yarısındayken bir çıkış yolu bulalım” diyen çıkmaz mı? Çıkmayınca çıkmıyor işte! Dünya aleme sahadan silmeyi vaat ettikleri tarafların elini eninde sonunda sıkacaklar, ıklaya sıklaya.
Karabağ savaşı da bütün yıkıcı boyutlarına rağmen hedeflenen saha başarısını getirmiyor. Öyle görülüyor ki bu savaş da Türkiye’nin üzerine kalacak. Rusların avucunun içinde tuttuğu bölgede hiç yakayı ele vermeden savaş sahneleyeceklerini sanmanın rahatlığı içindeler. Rusya savaşı Ankara’nın planlayıp provoke ettiğini düşünmek için yeterince istihbarat toplamış gözüküyor. Suriye’de onlarca tankeri bombalayarak Türkiye’ye akan IŞİD petrolünü ifşa edip Ankara’yı köşeye sıkıştıracak dosyayı BM Güvenlik Konseyi’nde masaya koydukları gibi şimdi Karabağ’da perdeyi kaldırıyorlar. Bir kısmı 16 Ekim’de Kommersant gazetesine sızdırıldı. Bu gazetede yazdığına göre Türkiye temmuzdaki çatışmaları izleyen askeri tatbikat vesilesiyle Azerbaycan’da 600 kadar asker ve düzinelerce teçhizat bıraktı. 200’ü bir taktik tabur grubundan olan bu askerlerle 27 Eylül’de başlayan savaş planlandı. Bakü’de 90 danışman, Gebele üssünde 120 uçuş personeli, Nahçıvan’da 50 eğitmen, Yevlah üssünde 50 eğitmen, Perekeşkul’daki 4. Kolordu Komutanlığı’nda 50 eğitmen, Dallar üssünde 20 SİHA operatörü, Bakü’deki Haydar Aliyev Askeri Okulu ve Deniz Üssü’nde 20 eğitmen planlama ve koordinasyon için kaldı.
6 uçak, 8 helikopter, 20 SİHA, 18 piyade muharebe aracı, 10 askeri araç ve bir çoklu roket sistemi geride bırakıldı.
Bunun yanı sıra eylülden itibaren askeri kargo trafiği yoğunlaştı. Askeri personel ve mühimmat 4 Eylül’de C-130 uçağı, 18 Eylül’de CN-235 uçağı ve 25 Eylül’de A400M uçağıyla Azerbaycan’a ulaştırıldı. 30 Eylül, 1 Ekim ve 3 Ekim’de CN-235 uçağıyla Etimesgut-Nasosnaya üssü arasında düzenlenen uçuşlarla ilaç ve küçük silahlar taşındı. 7 Ekim’de C-130 uçağıyla personel ve mühimmat götürüldü.
Ve milisler; sadece ekimin ilk haftasında Suriye’den 1300, Libya’dan ise 150 paralı asker taşındı. Afrin, El Bab, Serê Kaniyê (Ras’ul Ayn) ve Girê Spî’den (Tel Ebyad) toplanan milisler 15 günlük eğitimin ardından Urfa’ya, oradan Azerbaycan’a taşındı.
Bunları “Çatışmaya zorlamak” başlığı altında sunan Kommersant bilgilerin askeri ve diplomatik kaynaklardan geldiğini söylüyor. “Çatışmaya zorlamak” başlığının alt metni “Rusya’yı zorlamak” olmalı.
Kafkasya’ya bu şekilde dalıp hem burada hem Libya ve Suriye’de belli karşılıklar bekleniyor. Ruslar pek tınmamış olmalı ki dürtmek için araya iki şey daha sokuluyor:
Birincisi Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy muhteşem bir zamanlama ile Ankara’da ağırlanıyor. Zelenskiy Donetsk, Luhanks ve Kırım’a atfen işgal altındaki toprakların kurtarılması ve NATO’ya girme hedeflerinden bahsederken Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Kırım Tatarlarına desteğin süreceğini vurguluyor.
Bu reste paralel Sinop’ta üç füze atışıyla S-400 sistemi denenerek Moskova’ya jest yapılıyor. “Yok, yok endişelenmeyin patates taşımayacağız” dercesine!
Suriye, Libya, Doğu Akdeniz ve son olarak Karabağ’la husumetler büyütüldükten sonra en azından müttefikler nezdinde bir anlayış ve destek arayışı stratejik aklın gereğidir. O da yok. Yine kas gösterisi, yine gürleyiş, yine şamata. Herkese “Görmemişin sismik ve sondaj gemisi olmuş” dedirtircesine Mavi Vatan tasavvurunda coşkulu yeni fasıllar ekleniyor. Birkaç gün öncesine kadar AB ve NATO üzerinden Yunanistan’la temasların başlamasına diplomasiye şans tanımak kabilinden olumlu atıflar yapan iktidar, Oruç Reis’i yeniden Doğu Akdeniz’e göndererek suları köpürtüyor. Bu arada Türkiye’nin ‘arama ve kurtarma sorumluluk alanı’ Doğu Akdeniz’de kriz yaratan arama sahalarını kapsayacak şekilde genişletiliyor.
Sonuç krize çözüm için devrede olan Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas, Ankara gezisini iptal ediyor; Şansölye Angela Merkel, Türkiye’yi kayıran tarzını keskinleştiriyor. ABD ve NATO’dan uyarılar geliyor. ABD Kongresi’nin üyeleri, Türkiye'nin Doğu Akdeniz, Libya, Suriye, Irak ve Karabağ'daki saldırgan tavrını durdurması, S-400 alımından doğan CAATSA yaptırımlarının uygulanması için Trump yönetimini sıkıştırıyor. Malum Kongre’den geçen yaptırım kararı Trump’ın imzasına takılmış durumda. Trump’ın 3 Kasım’da yeniden seçilmesini Körfez’deki hasımları kadar Erdoğan da dört gözle bekliyor. Rus lider Vladimir Putin gibi! Bölgeden Trump’ın gitmesini bir tek Filistinliler istiyor! Rusya’yı bunaltan bu manevralardan sonra bir de Joe Biden başkan seçilirse epey sıkıntılı bir tablo oluşacak demektir.
Mutattır, derler ki ‘koca devletin vardır bir bildiği!’ Bu güç düşkünlüğü içinde mantık aramakla meşgulüz ya hâlâ; künhüne varamadığımız ne var diye bakınıp duruyoruz. Yok, ne mantık var ne tutarlılık. Ne de rota. Dümeni kırmış, pusulayı patlatmış, yelkeni deldirtmiş geminin rotası mı olur! Tek şansları ellerinin altında bitmek bilmeyen kozların olması. Ayaklarının altındaki batırmayan bataklık sanki.
Gazete Duvar / 19.10.20