Bursa’daki Barutçu Tekstil fabrikasında 17 Ekim’de işten çıkarılan kadın işçilerin direnişi 100’üncü gününe yaklaştı. Sendikada örgütlendikleri için işten çıkarılan kadınlar, her gün fabrika önüne giderek çalışma arkadaşlarına sesleniyor. Direnişin günden güne güçlenmesinden rahatsızlık duyan Barutçu patronu ise geçen ay, işyeri küçülmesi bahanesine sığınarak 5 kadın işçiyi daha işten attı. Böylece direnişteki kadınların sayısı 9’a yükseldi.
Beşinci fabrikasını açmaya hazırlanan patronun fabrikada çalışan işçilere Öz İplik-İş Sendikası’ndan istifa etmeleri için baskı uyguladığını söyleyen direnişçiler, baskılar son bulana ve sendikalı olarak işe geri dönene kadar mücadele edeceklerini herkesin duymasını istiyor.
Dokuma bölümünden atılan 4 kadın ve kalite kontrolden atılan 1 kadın işçi ile sendikada yaptığımız görüşmede öğreniyoruz ki daha önce Barutçu Tekstil direnişine dair yaptığımız söyleşide, ilk işten atılan kadınların verdiği röportajdan rahatsız olan patron suç duyurusunda bulunmuş. Kadın direnişçilerin cinsel organıyla oynayarak dolaşan kalite şefiyle ilgili anlattıklarını okuyan başka bir kalite şefi, haberden sonra bir süre hareketlerine dikkat etmiş. Ancak patron Lütfi Barutçu’nun “Şikâyette bulundum. 100 bin lira tazminat davası açacağım. Aramızda 50-50 kırışırız” söylemleriyle sırtını sıvazladığı kalite şefinin, son dönemlerde yeniden ve daha fazla benzer davranışlar sergilemeye başladığını söylüyor kadınlar. Barutçu Tekstil direnişçisi kadınların bir dizi hak gaspı ve hukuksuz uygulamayı ifşa etmesi, patron ve yaverlerinin yeterince tadını kaçıramamış anlaşılan.
Diğer yandan, direnişin 100’üncü gününde bir dayanışma etkinliği yapacak olan direnişçiler, tüm kadınları etkinliğe davet ediyor.
-Kaç yıldır hangi bölümde çalışıyorsunuz ve yaptığınız iş nedir?
R.İ: 13 yıldır dokumada çalışıyorum. Makinelere giren iplikler kumaş olarak çıkıyor. En az 12 makineden sorumluyuz. Makine durduğu zaman açıyoruz, iplik koptuğu zaman biz bağlıyoruz. Biraz zor bir iş. Öyle herkesin yapabileceği bir iş değil.
L.K: 11 yıldır dokumada çalışıyorum.
L.K: 5 yıldır dokumada çalışıyorum.
P.T: 10 yıldır dokumada çalışıyorum. Dokuma bölümü ayrı. Mysia diye geçiyor bizim çalıştığımız fabrika.
İ.G: 4 aydır kalite kontrolde çalışıyorum. Dokumadan gelen kumaşların kontrolünü yapıyorum, hatalarına bakıyorum. Boyahanenin olduğu binada çalışıyorum.
-6.30’da işbaşı yapmak zorundasınız, gün sizin için nasıl başlıyor?
R.İ: Çok erken, özellikle kışın çok karanlık oluyor. Yollarda kimse yok. Saatlerimiz önceden böyle değildi, sonradan değişti. Önceden 7’de işbaşı yapıyorduk. Yarım saat geriye aldılar ama çok fark ediyor. Özellikle kış günü çok fark ediyor. Boyahanede çalışan işçilerle aynı servislere binelim diye geriye aldılar mesaiyi. Servis sayısından kâr etmek için aslında.
Kahvaltı etmeden çıkıyorsun mecburen. Kahvaltı etmek de yasak işyerinde. Bu da daha önce söylendi bize, “Burası kahvaltı yeri değil” dediler. “Herkes kahvaltısını yapıp gelecek” dediler. Mesai başlamadan önce de yapamıyoruz, o saatte zaten çoğu yer açık olmuyor, bir şey alamıyoruz, zaman da olmuyor.
P.T: 6.30’ta mesai yapıyorsak, 6.20’de servisten iniyoruz zaten. Üstümüzü giyinmek için fabrikanın bir ucundan diğer bir ucuna gidiyoruz.
-Soyunma odası, dinlenme alanları üretim alanına uzak mı?
P.T: Soyunma odası uzak, dördüncü katta. Ben beş dakikada ancak çıkıyorum oraya. Mola yeri yakın.
“Çanta karıştıran patron”
-Üretim alanlarında eşyalarınızı koyabileceğiniz dolap var mı? Mesela ilaç kullanmak için soyunma odasına mı gitmeniz gerekiyor?
P.T: Çantalarımız vardı, çantalarımıza gerekli olan eşyalarımızı koyuyorduk. Onu da birileri görmesin diye saklıyorduk, kutulara saklıyorduk aman patron görmesin diye. Ben hiç unutmuyorum, eski tarafta çalışırken çantam asılıydı, poğaça alıp yemiştim, çöplerini de çantama koymuştum. Sen gel, ben tezgâh açarken, patronla birlikte çantamı karıştır! Sen benim çantamı ne hakla karıştırıyorsun ya? Karıştıran patron yani, yanında da yandaş bir eleman var. Ben şaşırdım. Kime ne diyeceksin ki, patron bunu yapıyorsa? Gittim şefime söyledim, “Bu nasıl iştir” dedim. Ben hırsızlık mı yaptım, yolsuzluk mu yaptım? Çantayı şişik görmüş de, ondan bakmış merak edip! Ben senin neyini çalacağım ya? “Bir daha olmaz” filan dedi şefim, üstü kapandı. Sürekli bir şeylerin üstü kapanıyor orada. Hatalar yapıyorlar, üstünü kapatıyorlar.
Ramazanda oruçlusun, zaten uyur uyanık ve yorgunsun. Yarım saatlik molada mescide yatmaya gittik arkadaşla. Nereye gideceksin ki başka? Mola alanında güneşten korunabileceğin bir yer yok. Kışın soğuktan korunmak için de bir yer yok. Neyse, biz de mescide gittik dinlenmeye. Müdür pat diye kapısını açtı mescidin, biz ne olduğunu da anlamadık. Ya bayanların mescidi burası, senin ne işin var burada? Kapıya vurman lazım! “Burada yatılmaz” diyor bir de. Ya burası Allah’ın evi, insan evsiz kaldığında mescide gitmiyor mu yatmaya, dinlenmeye?
R.İ: O yarım saatlik molamız ödenmiyor zaten. 7.30 saatten hesaplanıyor.
P.T: Kardeşim, ben buraya çalışmaya geliyorsam, senin beni 8 saatten bildirmen lazım. Yemek molamı da kullanacağım. Ben senin çatının altında işimi yapıyorum, sen benim nasıl yarım saatimi kesebiliyorsun? Bu haksızlık!
İ.G: Biz de 12 saat çalışıyoruz, 11 saatten gösteriyor. İki molayı ve öğle arasını kesiyor.
-12 saat olunca 4 saat fazla mesai oluyor, fazla mesailerde molaları kesemez. Bunu biliyor muydunuz?
İ.G: Başta bilmiyordum, sonradan öğrendim. Bordroyu alınca arkadaşlara gösterdim, bunu o şekilde öğrendim. Arkadaşlar “İstersen git içeriye sor, hakkını ara ama biz gidip sorduğumuzda ‘İstersen çalış, istemezsen kapı orada’ dendi” dediler.
L.K: Eskilerden de çok fazla ses çıkmıyor, tazminat bölünmesin filan diye.
“Erkekler bu koşullarda durmuyor”
-Müdürler, amirler erkek çalışanlara da aynı şekilde davranıyor mu?
R.İ: Erkek eleman dokumada yok şu an, çünkü erkekler bu koşullarda durmuyor. Bu tarz sözlü baskılara dayanmıyorlar. Erkekler bayanlar kadar iş de yapmıyorlar. Bir arkadaş vardı önceden, daha fazla makine verdiler, “Ben hayatta bakmam bu kadar makineye” dedi. “Ancak parasını verirlerse bakarım” dedi. Bir tane bile fazla makine açmadı, kimse de bir şey diyemedi ona. Bizi makine açmak için zorluyorlar ama. Bayanlar olunca böyle…
-Ben makine açmıyorum diyen kadın oldu mu hiç?
R.İ: Biz bir ara yaptık onu, “Siz işe girerken şu kadar makineye bakacağız diye imza mı attınız?” dediler. “İş görüşmesinde 10 makineye bakacağız diye imza mı attınız, kaç makine olursa bakmak zorundasınız” dediler.
P.T: “Biz ne kadar dersek o kadar bakacaksınız” dediler. Sınırlama yok. Onların işine nasıl gelirse öyle yönlendiriyorlar. Bir kişinin kapasitesi şudur denmiyor yani.
-Bu kadar ağır iş içerisinde regl günleriniz nasıl geçiyor?
P.T: Zor geçiyor. Bacaklarımıza kramplar giriyor, ağrılar giriyor. Bir de başka rahatsızlıkların varsa daha da zor oluyor.
R.İ: Bir de iş çok yoğun. O kadar yoğunluğun arasında, bırakayım da tuvalete gideyim bile diyemiyorsun.
P.T: Arkadaşlarımızın üstünün battığı zamanlar bile oldu. Kadın ustalar olmadığı için söyleyemiyorlar. Erkek ustalara fark ettirmeden üstlerini değiştirmeye çalışıyorlar.
-Hamile kalan kadınlar ya da doğum sonrası kadınlar nasıl çalışıyor?
P.T: Ben iki hamileliğimi Barutçu’da geçirdim. Bir tane düşüğüm oldu. Çok zor geçti. Karnım burnumda rahatsızlandığım zamanlar olmuştu. Rapor alamamıştım hatta. Rahatsızım, hem hamileyim hem de gribal bir rahatsızlığım var, hastaneye gittim. Jinekolog bana “Senin raporluk bir durumun yok, ayakta atlatabilirsin” dedi. Özel hastaneye gittim, orada da paramla rezil oldum. Para verdiğim halde rapor alamadım. Altı aylık hamileyim, grip için ilaç kullanamıyorum. O dönemlerde gece vardiyasında da çalışıyordum. En son hamileliğimde de artık gece vardiyasında çalışamaz oldum, rahatsızlandım. 12 tezgâh bakıyorduk, çok kötü geçiyordu.
-Kadınlar normal zamanda 12 tezgâh bakıyorsa, hamilelik döneminde iş yüklerinin azaltılması gerekiyor. Hiç böyle kolaylaştırıcı uygulamalarla karşılaşmadınız mı?
P.T: Hayır tam tersi. Mesela patlak oluyordu, o patlağı senin ayırman lazım. Adamlar gelip geçiyor, bakmıyorlar bile bize, vicdanları rahatsız olmasın diye. Sandalye bile vermiyorlardı.
L.K: Tezgâhın yanında bile duramıyorsun, bırak sandalye vermeyi. Seni orda otururken görseler hemen tutanak imzalatırlar.
P.T: Molamız bile yoktu sanırım o dönemlerde. Çekinerek oturuyorsun. Mola yasak. Sadece yemek molası var yani. Çay molası yok.
-Molalarınız problem oluyor muydu?
R.İ: Daha önceleri ustalar, metreciler filan çaylarını alıp içiyorlardı. Biz bakıyorduk öyle. Dokuma bölümüne yasaktı çünkü. Daha önce biri makinenin üzerine çay bırakmış da o dökülmüş, o yüzden yasaklamışlar. Sonra biz söyleye söyleye mola geldi.
P.T: Başka bir müdür geldi o dönem, o da çok fazla kalmadı zaten. Mola o zaman çıktı. Kumaşları biz kesiyorduk mesela o zaman, hem 12 tezgâh bakıyorduk, hem kumaşları kesiyorduk. Her gün 12 tezgâhın kumaşını kestiğini düşün, 30-40 kilo ağırlığı çıkarttığını düşün, hem de koştur koştur tezgâhlara baktığını düşün.
“Hamileyken kesim işini de yaptık”
-Kesim işlerini başkasının mı yapması gerekiyordu?
P.T: Evet, şimdi başkası yapıyor. O ayrı bir iş zaten. Bir kişinin üstlenmesi, takip etmesi gereken bir iş. Onu yine bize devrediyorlardı işte. Bir de sen bunları hamileyken yapıyorsun, otur kalk, karnın burnunda, eğilemiyorsun. Çok zor zamanlardan geçildi.
-Hâlâ aynı şekilde mi çalışılıyor? İtiraz ettiğinizde tutanaklarla mı karşılaşıyorsunuz?
P.T: 4-5 seneden beri bunlar değişti. Kumaş kesme işi için ayrı bir kişiyi aldılar, o kesiyor kumaşları, o takip ediyor.
R.İ: Tutanakla karşılaşmıyorsun ama iş yükü artıyor. Yanındaki arkadaşlarının da iş yükü artıyor, gidip onun makinelerini de açıyorsun. Sürekli koşturuyorsun.
L.K: Makineni de toplu bırakman lazım, dağınık bırakırsan gelen de çok zorlanır. Bu sefer sen vicdan yapıyorsun.
R.İ: Yardımlaşıyoruz zaten biz, yan yana çalıştığımız için. Makinelerimiz yan yana. Mesela benim işim çoksa, o gelip benim makinelerimi açıyor, ama o sırada hata da gidebiliyor mesela. O benim makinenin hatasını kontrol edemez, kendi makinesine de bakması lazım. Zor ve stresli bir iş bizimkisi. Çok işi az elemana yaptırmaya çalışıyorlar.
-Fazla mesai yapıyor muydunuz bu çalışma temposunda?
P.T: Son dönemde bizim maaşlarımıza düzgün bir iyileştirme yapmadıkları için, en son biz gelmeyeceğiz dedik. Sen bana haklarımı vermiyorsun, bu şartlarda çalıştırıyorsun, bir de üstüne üstlük fazla mesai istiyorsun. Ben şahsen istemiyordum zaten. Benim çocuklarım küçük. Koşturuyorsun sürekli, evde ayrı koşturuyorsun çocuklara, işe geliyorsun ayrı koşturuyorsun. Bir de fazla mesai istiyor. Nasıl çalışayım ben? Haftaya nasıl geleyim, bir de mesaiye gelirsem? Bir de vardiya dönüşlerinde daha da kötü oluyor bu.
İ.G: Bir de bu işten aynı şekilde performans, verimlilik istiyorlar. Sen yavaş kaldığında “Yavaşsın, sen buraya bu şartları bilerek geldin” diyorlar. Kabul ederek gelmiş olabilirsin, ama o iş ortamını bilmiyorsun sonuçta, oraya girince öğrendin. Bu kadar psikolojik baskı olduğunu, bu kadar yoğun olduğunu…
“Sardığımız topları bile bazen biz paketliyorduk. Paketleyecek kişi olmuyordu bazen. Gece vardiyasında hele hiç kimse olmuyordu. Kendimiz 30 kiloluk topları kaldırıp paketliyorduk. Poşetini yapıp paletin üzerine atıyorduk.“
“Şef üzerime yürüdü”
-Psikolojik baskının etkilerini nasıl yaşıyorsunuz? Hem işte hem özel yaşamınızda…
İ.G: O direkt işine yansıyor zaten. İşine de, evine de… Mecburen çalışmak zorundasın. O ortama da kendini bir şekilde alıştırmak zorundasın. Eğer alışamazsan ya çalışamıyorsun ya da verimli olamıyorsun. Yavaşlıyorsun, çalışamıyorsun, o zaman da gelip baskı yapıyorlar. “Yavaşladın, sen hata yapıyorsun” diyorlar. Bir keresinde şefim gelip “Sadece sen hata yapıyorsun” diyerek benim üzerime yürüdü. “Nasıl sadece ben hata yapıyorum” dedim. Psikolojik baskı bu işte! Sadece bende hata yok, hepsinde var. Benim üzerime yürümek için bunu bahane ediyor ama. Daha doğrusu bunu sendikalı olduğumu öğrendikten sonra yapmaya başladı.
-Yaptığınız işten kaynaklanan sağlık sorunları yaşıyor muydunuz?
İ.G: Sardığımız topları bile bazen biz paketliyorduk. Paketleyecek kişi olmuyordu bazen. Gece vardiyasında hele hiç kimse olmuyordu. Kendimiz 30 kiloluk topları kaldırıp paketliyorduk. Poşetini yapıp paletin üzerine atıyorduk.
P.T: Bana fibromilyaji teşhisi iki sene öncesinde konuldu. İlk başta çok kötü geçti. Normalde daha çabuk yaptığım işleri yapamaz oldum. Ağırlaşmaya başladım. Merdivenleri yavaş yavaş çıkmaya, zorlanmaya başladım. Yaşam standartlarım zorlaştı. Vertigo da var. O geldiği zaman zaten dengen kayboluyor tamamen. Mide bulantısı, baş dönmesi… Sesi daha güçlü emen kulaklıklar da vermiyorlardı zaten.
-İşyeri hekimine bunları söylediğinizde, hekimin işyerindeki işleyişe dair gerekli uyarılarda bulunduğunu düşünüyor musunuz?
P.T: Yok hiçbir şey yapmadı. Benim vertigodan dolayı aldığım raporlar oldu. Hatta rahatsızlanmıştım işyerinde, o şekilde hastaneye gittiğim de olmuştu. İşyeri doktoru gelip sormuştu, “Şu şu hastalıklarım var” demiştim. Hiçbir şey yapmamıştı.
-Rapor kullanımı sorun oluyor muydu işyerinde?
P.T: Önceden sıkıyorlardı, “Rapor bile almayacaksın” diyorlardı. Sonradan bu durum esnemeye başladı. Ben “Şu şu nedenden dolayı gelemeyeceğim” dediğin zaman rapor istiyorlar. İzin alsan sorun çıkıyor.
İ.G: Bel fıtığı başlangıcı olduğu söylenmişti bana. Ayaklarıma vuruyor, çok fazla ayakta kalamıyorum. Ama ayakta çalışan biriyim. Çalıştığım dönemlerde ortaya çıkan bir problem.
L.K: Şeker var bende de. Sinir stresten… Rapor alırsan en ufak bir şeyde “Gene rapor alırsın” gibi sitemler oluyor. Küçük ufak baskılar…
“Yemek düzgün gelsin diyoruz, düzgün gelmiyor. Hadi dedik, dışardan söyleyelim. Bir iki kez söyledik sonra usta geldi, “Müdür bey, dışarıdan yemek söylemeyi yasakladı” dedi. Ne gelirse onu yiyecekmişiz.”
Şeker hastalığı olanlar varsa yemekhanede çıkan yemeklerin yanında diyet yemeği de olması lazım.
L.K: Normal yemeği bulduk da diyeti kaldı. Ne gelirse onu yiyoruz.
R.İ: Erkekler söylemişti, müdür bey “İki ekmekten fazla yemesinler” demiş. Hamburger ekmeği kadar zaten. Bayanlar bir tane yiyor ama erkekler bir taneyle doymuyorlar.
-Kendi cebinizden bile yemeyi bile yasaklamışlar bir de…
P.T: Ramazanda oldu, yemek düzgün gelsin diyoruz, düzgün gelmiyor. Hadi dedik, dışardan söyleyelim. Bir iki kez söyledik sonra usta geldi, “Müdür bey, dışarıdan yemek söylemeyi yasakladı” dedi. Ne gelirse onu yiyecekmişiz. “Kendi cebimizden çıkıyor bunun parası, nasıl yasaklar bunu” dedik biz de.
L.K: Yemek saati zaten yani…
“Elim çatlakken çalıştırmışlar”
-Aranızda iş kazası geçiren oldu mu?
R.İ: Ben iş kazası geçirdim ama iş kazası olarak geçmedi kayıtlara. Serviste, fabrikaya yaklaşırken, öndeki araç fren yapınca… Ayakta birkaç yolcu vardı, bizi ayakta götürüyorlardı, söyledik ama ekstra servis çıkartmadılar. Fren yapınca ben uçtum bildiğin. Orada fenalaştım zaten. Fabrika yakındı, hemen gittik. Valla ecza dolabında alerji ilacı filan varmış, onu sürdüler. “Kırık değil” dediler. Ben de girdim içeri, çalıştım.
Sonra gitgide şişmeye başladı elim. Akşam eve gittim, sabah bir kalktım, morarmış tamamen. Annem beni fena fırçaladı. Annemle hastaneye gittik, çatlak dediler. İş kazası olarak geçmedi yani. İş güvenliği uzmanı da “Bir şey yok” dedi. Bir hastaneye götürelim, kontrol ettirelim demediler. İşyeri hekimi bir iki gün geliyordu zaten.
P.T: Ben de iş kazası geçirdim. Bir ara demir ayakkabılar giymek zorundaydık. Biz sekiz saat ayaktayız zaten. Bizim sekiz saat ayaklarımızın rahat etmesi gerekiyor, ayaklar taşımıyor o ayakkabıları. İkisi tartsam bir buçuk, iki kilo gelir zaten. Ben nasıl yürüyeceğim onlarla. Kimisi giyiyor, kimisi giymiyor. Ben de giyemedim onları, şişiyordu ayaklarım, ayaklar mantar da oluyordu. Terlik giydim ben de.
O iş yoğunluğunda önüme palet konuldu, kalite kontrolcüler palet koymuş, ben de fark etmedim. Top kesecektim. Fark etmeden palete takılınca düştüm. Dişlerim kırıldı, dudağım yarıldı. Sonra ağız burun kan içinde doktora gittik. Devlet hastanesine… Dikiş attılar. Diş konusunda insanın psikolojisi bozuluyor. Dudak zaten dikişli. Doktora gidiyorum, iş kazası ya, doktorlar da bakmak istemiyor, yanaşmıyorlar.
Diş hastanesine gidiyorum, adli vaka deyip doğru düzgün bakmıyorlar bile. Altı yedi ay beklemen gerekiyor. Sen niye beni devlet hastanelerinde süründürüyorsun? Artık en son gına geldi. Gidiyorum gidiyorum, elim boş dönüyorum çünkü. Sonra müdüre çıktım. “Aydın Bey, siz bana söz verdiniz, yardımcı olacağız dediniz, kaç ay geçti hiçbir şey yok, devlet hastanelerine gidiyorum, olumlu bir şey çıkmıyor” dedim. “Size bir bütçe ayırdık” dediler. Diş doktorunun numarasını şirkete, şirketin numarasını doktora verdim, siz anlaşın dedim.
-Çalışırken sizleri rahatsız eden uygunsuz davranışlarla karşılaştınız mı?
İ.G: İçerideki arkadaşların tavırları bile çok farklıydı yani. O kadar rahatlık… Patronun o rahatlığı, senin yanındaki arkadaşına dahi yansıyor. Kaç defa rast geldim, gözümü her çevirdiğimde görüyorum, sürekli eli cinsel organına gidiyor. Hatta birkaç defa uyardım da. Dedim “Yapma bu hareketi”. O öyle yaptıkça, ben daha da geriliyorum, sinirleniyorum. Bakmamaya çalışıyorum ama mecbur bakacaksın, yanında çalışıyor zaten. Senin yanındaki kumaş topu alıyor. İlla gözün gidiyor. O kadar kötü yani. Amirlere hiç şikâyet etmedim.
R.İ: Mysia’da hep bayanız, bizde erkek yok, usta hariç. Öyle şeyler olmuyor bizde.
İ.G: Bence bu kesinlikle bir psikolojik baskı. Çünkü ben onu uyardım da…
E.V: Aslında onlar onun farkında bile değiller, alışkanlık haline getirmişler. Adam eli orasında gidiyor sürekli.
İ.G: Arkadaşın söylediği kişi için yapılan şikâyetlerden ve sizin haberinizden sonra bizim yanımızdaki kişi de bir dönem kesti bu davranışını. O şikâyetleri ve onun başına gelenleri duydu yani. Ondan sonra kesti. Hareketlerine baktım, düzgün düzgün yürüyordu. Ama sonra ne oldu bilmiyorum, tekrar aynı hareketleri yapmaya başladı yakın zamanda.
"Patronun 'insafına kalmış'”
-Bu çalışma hayatını, koşullarını anlattığınızda sendikalı olma nedenleriniz çok net aslında. Herhangi bir nedene de gerek yok, sonuçta anayasal bir hak bu ama… Kadınlar için eşiğin kırılmasıyla başlıyor süreç. Sizi tetikleyen, son nokta olan şey ne oldu?
İ.G: Benim için 12 saat çalışmak çok zor geldi. İlk başta ihtiyacım var, mecburum dedim, kabul ettim. Girdikten sonra bana çok kötü bir etkisi oldu. 12 saat çalışıyorsun, eve gittiğinde zaten bitmiş durumdasın. Beni daha çok tetikleyen o oldu ve aldığım maaş. Asgari ücret alıyordum. Eğer gün içinde gelmiyorsan, hafta sonu geldiğin mesaiyi gün içine sayıyor ve kapatıyor.
L.K: Her hakkımız olsun istiyoruz. Sonuçta biz bayanız, çalışıyoruz, biraz da sosyal hakkımız olsun istiyoruz. Saygı da önemli ama… Maaşlarda azıcık iyileştirme olsun dedik. Başka haklar da versinler. Sonuçta bayanız, hepimiz ev geçindiriyoruz. Hani diyorlar ki “Vicdanıma bağlı, vermek zorunda değilim.” Biz bu adama bu kadar kazandırdık, çok bir şey istemiyoruz ki. Kandil oluyor, simit veriyorsun, bir dahaki sene vermiyorsun. Alt tarafı 5 tane simit ya… Sen onu şimdi verip, sonra kessen ne olacak? Onun hayrını nerede göreceksin?
-‘Bahşettiği’ şeyleri sonra vermeyince bunu bir gerekçeye de bağlıyor mu?
L.K: Cezalandırmış oluyor diyorlar, insafına kalmış. Sen sinekten yağ çıkarmaya çalışıyorsun. Sekiz saatimi çalışmaya veriyorum, yıpranıyorum. Bir arkadaşım gelmeyince onu idare ediyorum. Sen de bayanlarla çalışıyorsun, ya yılbaşında ver ya bayramda ver, kadınlar gününde ver. Ya da bir çocuk okula başladığında çocuğu olanlara ver. İnsafına kalmış işte, vermiyor.
“Şimdi hakkını verdim” diyor, biz bu kışın ortasında niye işsiz kalalım ki? Tamam, hakkımı verdin, 100 bin ya da 150 bin lira aldım ama ne kadar kurtaracak beni? Ben sana 11 senemi harcamışım, sen bana vermişsin 150 bin. Bir de yılbaşına bir iki gün kala çıkardı bizi. Niye? Tazminatlardan kâr edecek.
Şu anda sendika dışarıda olmasa tek seferde tazminatları vermezdi hayatta. Direnişin etkisiyle verdi yani. Ben çıkarken İnsan Kaynakları’na da söyledim, “Böyle çıkarıp tazminat vereceğinize, işçinin sorunlarını da patrona söyleseniz, insanlık yapıp da patrona konuşsanız” dedim. İnsafına kalmış diyorlar, biz içerideyken insafına kalmıyor ama, hemen tutanak yazılıyor. “Bu eleman nasıl çalışıyor diyen yok” dedim.
-Sizlerin maaşı da ev kredisine gidiyormuş zaten, nasıl yettiriyorsunuz?
L.K: Bir yerden desteğin yoksa… Çocuk masrafı, mutfak vs… Yetmiyor.
“Sen anca sesini çıkartırsan haklarını kullanabiliyorsun. Devlet arkanda durursa o şekil oluyor. Öbür türlü sana hakkını vermiyor. Kadınların olsun, çalışanların olsun, devletin arkasında durması lazım.”
-Süt iznini kullanabilmiş miydin?
P.T: Dört saat çalışıyorsun, ondan sonra eve gidiyorsun. Öyle bir hak tanınmıştı kadınlara. Bir sene böyle bir şey vardı. Şu an devam etmiyor. Ben bu yasadan faydalanmak istediğimde bana “Böyle bir yasa yok” dediler. “Benim böyle bir hakkım var” dedim. Beyaz yakadan Canan Hanım vardı, o da aynısını yapıyordu. “Ondan görüp de mi söylüyorsun?” dediler. “Hayır” dedim. “O patronun izniyle yapıyor” dediler. “Hayır, böyle bir yasa var” dedim.
Ustayı ikna ettim, personele gittim. Personeldeki kadın bunu bilmiyor, orda ne işin var? “Bunu kullanırsan çıkışın olur” filan dediler. “Çıkarırsan çıkar” dedim. Sonra gittim notere, yazılı kâğıt aldım. Çalışma Bakanlığı’na gittim, kâğıt aldım. Noterden geldiğini görünce hemen ertesi gün aradılar, “İstediğin gibi iznini kullan” dediler, “Sonra başlarsın” dediler.
Sen anca sesini çıkartırsan haklarını kullanabiliyorsun. Devlet arkanda durursa o şekil oluyor. Öbür türlü sana hakkını vermiyor. Sendika konusunda da devlet senin arkanda durursa bir şey olur. Yoksa patronun iki dudağına bakıyoruz. Devletten korkarsa bir şeyler yapar. Kadınların olsun, çalışanların olsun, devletin arkasında durması lazım.
“Tüm kadınlardan destek bekliyoruz”
-Hangi şartlarda çalışmak isterdiniz?
P.T: Ben sendikal haklarımı almak isterdim. Ben burada çalışıyorsam haklarımı almak isterdim, ben niye piyasanın altında çalışıyorum? Çocuğumu alıp bir yere gitmek isterim. Ya da hastane mesela… Başka firmaların, şirketlerin hastanelerle anlaşmaları var. Bizim şirketin doğru düzgün bir anlaşması yok. Başkası anlatıyor, hastaneye gitmiş, 15-20 lira para ödeyip çıkmış. Benim çocuğum ameliyat oluyor, çalıştığım yeri söyleyince bir indirim yapması lazım. Üç çocuğum var, hangi birini götüreyim hastaneye?
Birçok firmada var böyle hastane hakları. Bizde neden olmasın, neden gidip rahat bir şekilde muayene olmayalım? Zaten düzgün bir maaş almıyoruz, hayat şartları belli, aldığın paraların nerelere gittiği belli. İnsani şeyler istiyoruz biz. Güvenli bir şekilde çalışmak istiyoruz. Sosyal haklar olarak, ahlaki olarak… İçeride güvensizlik var şu anda.
R.İ: Değer görmek, aşağılanmamak… Her zam dönemi iki dudağının arasından çıkacak lafa bakmamak. Her seferinde fazlasını istediğinde “Kapı orada” diyorlar. O ne verirse tamam diyeceksin. Piyasanın altında da olsa… Üstüne hiçbir zaman çıkmıyor zaten. Erzak yok. Vereceğiz dese bile arkası gelmiyor, bir defa verse ikinciye vermiyor. İkramiye yok, yakacak yok, burs parası yok. Bir tek maaş. Promosyonları da kendi alıyor. Promosyonlardan sonra kendine araba alıyor.
-Barutçu Tekstil direnişinde üç ayı geride bıraktınız. Direnişle birlikte hayatınızda ne değişti, direniş hayatınıza ne gibi şeyler kattı?
L.K: Özgüvenimiz yerine geldi. Ben işyerinde sekiz saatimi dolduruyordum, sonra direnen arkadaşların yanına desteğe gidiyordum. Ve beni muhasebeden kişiler takip etti ama hiç sesleri çıkmadı. Çıkış günü söylüyorlar bunları. “Neden beni çıkartıyorsunuz?” dedim. “Sendikaya yazıldığım için olduğunu tahmin ediyorum” dedim. “Ondan değil” dediler. “Ondan olsa sekiz saat doldurup da oraya çıkmana izin verir miydik?” dediler. “O benim anayasal hakkım, ister izin verirsiniz ister vermezsiniz” dedim. Ben 8 saatimi doldurdum mu doldurdum, ondan sonra eyvallah der çıkarım. Ben gittim, sonra arkadaşlarım da geldi yanıma. Sekiz ay sonra arkadaşlarımı da beni de çıkardılar. Ama özgüvenimiz yerine geldi.
İ.G: Kendimizde güç hissettik. Bu sendikanın bize verdiği bir şey. Özellikle bayanların birbirine bu kadar kilitlenmesi… Dayanışma…
L.K: Hakkımız varsa sesimiz çıkabiliyormuş yani.
R.İ: Hakkımızı ararsak alırız. Buradan sonuna kadar gideriz. Tek kişi işten atılsaydı hiçbir şey olmazdı. Bir şey yapamazdı. Ama herkes bir araya gelince, bir de arkasında sendika olunca insan kendini gerçekten güçlü hissediyor. Bir şeyleri başarabiliriz gibi hissediyor. Bugün o kalabalığı görünce de “Yapabiliriz, bir şeyleri değiştirebiliriz” diye düşündüm.
İ.G: Bizim elimizde güç varmış. Patronun bizi en fazla işten çıkarabileceğini öğrendik.
R.İ: Ama hiç kimse bunun farkında değil. Haklarımızı bilmiyoruz. Hep korkuyla davranıyoruz; aman birisi bir şey demesin, görmesin, yoksa işten atılırız korkusu…
-Türkiye’de devam eden tek kadın direnişini sürdürüyorsunuz…
İ.G: Neden kadınlara baskı var bu kadar? Biz kadınız diye hep susmak zorunda mıyız? Erkekler kendilerine çekidüzen versinler.
L.K: Herkese örnek olsun yani. Ben daha sessizdim önceden. Onlar da çıkarsınlar seslerini haklarını almak için. Sessiz kalmakla olmuyor. Haklarını bir şekilde arasınlar. Bayanlar daha çok eziliyor.
P.T: İşçi hakları işyerlerinde daha sık anlatılmalı. Ders niteliğinde olabilir. Hem örgütlenmeyi hem de bunları daha çok yaymak lazım.
L.K: Direnişte yalnız olmadığımızı görmek istiyoruz. Biz de haklarımızı burada öğrendik. Daha da öğreneceğiz. Kadınlardan da destek bekliyoruz.
R.İ: İşçi kadınlar bilinçlenmeli, haklarını öğrenmeli. Sessiz kalmasınlar, kendilerini ezdirmesinler.
Kaynak: Kadın İşçi