Trump yönetiminin karakteri belirginleşmeye başladı. İtalyan faşizmi üzerine çalışmalarıyla bilinen Prof. Ruth Ben-Giat (New York University), “Bir tür darbe niyetini göz ardı edemeyiz” diyor (The Independent). Bence de... Faşizmi akla getiren gelişmelere tanık oluyoruz. Yahudi ve komünist düşmanlığına bu kez bir de dinci “ötekileştirme” ekleniyor.
Tekelci sermayenin...
İtalya, Almanya, İspanya’da faşizmin kitle tabanını orta sınıfların ekonomik olarak en kırılgan, işçi sınıfının en örgütsüz, eğitimsiz, yoksul kesimi oluşturuyordu. Buna karşılık iktidardaki faşizm, tekelci sermayenin, büyük toprak sahiplerinin ekonomik, siyasi çıkarlarının, emperyalist militarist politikalarının iktidarının savunucusu oldu. Bu tabanı kuran, yaşatan simgesel evren de ırkçı, milliyetçi, kadın ve LGBT düşmanı, otoriter /totaliter, militarist bir söylem, güçlü adam kültü üzerinde şekilleniyordu.
Trump yönetimi de benzer bir kitle tabanına dayanıyor, büyük sermayenin temsilcilerinden, generallerden oluşuyor. Dışişleri Bakanı, petrolgaz devi Exxon’un genel müdürü Rex Tillerson. Enerji Bakanı, Teksas (enerji endüstrisi, büyük toprak sahipliği “dukalığı”) eski valisi Rick Perry. Çevre Koruma Bakanı Scott Pruitt, enerji endüstrisi gibi, küresel ısınmaya inanmıyor. Maliye Bakanı, 17 yıllık Goldman Sachs çalışanı Steven Munchin. Ekonomik Danışma Konseyi’nin başkanı, Goldman Sachs Yönetim Kurulu Başkanı Gary Cohn. Ticaret Bakanı, 25 yıl Rothscild’ı yönetmiş, çelik, tekstil, madencilik gibi sanayilerde kimi şirketleri yeniden yapılandırmış, korumacılık yanlısı Wilbur Ross. Çalışma Bakanı, “fast food” zincirlerinin sahibi, asgari ücret fikrinin düşmanı Andrew Puzder. Bütçe Direktörlüğü’ne, sosyal güvenlik harcamalarının kısılmasından, askeri harcamaların artırılmasından yana düşünceleriyle bilinen Mick Mulvaney, Savunma Bakanlığı’na, Ulusal Güvenlik Danışmanlığı’na; İç Güvenlik Bakanlığı’na emekli generaller getirildi. CIA Direktörlüğü’ne atanan Mike Pompeo da asker kökenli, West Point mezunu, hava savunma sanayiinde şirketi var.
En gerici ve saldırgan...
Adalet Bakanlığı’na atanan Jeff Sessions, geçmişte, ırkçı, Ku Klux Klan yanlısı tutumuyla biliniyor. Trump’ın baş stratejisti, Ulusal Güvenlik Konseyi üyeliğine yükseltilen Steve Bannon, hem asker hem de Goldman Sachs kökenli. Esas özelliği, “alternatif-sağ” olarak bilinen, ırkçı, dinci akımın önde gelen entelektüellerinden olması.
İstediği zaman çat-kapı Oval Ofis’e girebildiği söylenen Bannon, Vatikan’da düzenlenen bir konferansta (2014), kapitalizmin krizini, neo-liberalizme, Davos elitinin bencilliğine, en önemlisi Batı’da Musevi-Hıristiyan geleneğinin gerilemesine, sekülarizmin yükselmesine bağlıyordu. Bannon’a göre, bu geleneğe dayalı bir kapitalizmi canlandırmak, özellikle de “İslamcı faşizmin” küresel tehdidine karşı mücadele etmek gerekiyor. Bannon’un, görüşleri Avrupa faşizminin kurucularından, dinci bir faşizmi savunan Julius Evola’dan esinlenmiş.
Kimilerine göre Bannon’da bir “ruh ikizi” bulan Trump, yönetiminde aldığı ilk kararlarında, Müslümanlara ABD’ye giriş yasağı getirdi; 60 bin vizeyi iptal etti. Yönetimin inkârcılığa çok yaklaşan Holocaust açıklamasında, dinci örgütlere getirdiği, LGBT bireylere ayrımcılık uygulamaya olanak veren yeni ayrıcalıklarda, “beyaz” üstünlüğünü savunan radikallerin terörizm listesinden çıkarılarak, yalnızca radikal İslam üzerinde odaklanılmasında hep Bannon belirleyici olmuş.
Bannon, Washington Post’a gönderdiği bir mesajda “Yeni bir yönetim düzeninin doğuşuna tanıklık ediyoruz” diyormuş. Bu dinci bir faşizme benzemeye başlayan düzeni acilen tartışmaya başlamak gerekiyor.
Cumhuriyet / 06.02.17