Arap Coğrafyasında Geçen Hafta | Filistin halkı "Normalleşenleri" utandırıyor

Arap basınında bu hafta İsrail’in büyük bir katliama dönüşen saldırıları ve Filistin halkının direnişi var.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 18 Mayıs 2021
  • 18:41

Kays Abbas

Siyonist İsrail rejimi hemen her birkaç yılda bir tekrarladığı katliamlarına yenisini ekledi.

Gazze Şeridi’ne düzenlediği saldırılarda 10 Mayıs’tan bu yana 37’si çocuk 100’ün üzerinde Filistinli hayatını kaybetti, 1000’e yakın Filistinli yaralandı. Ortadoğu’nun kanayan yarası Filistin, Nakba’nın (Büyük Felaket) 73. yıl dönümünde sanki tarih tekerrür ediyormuşçasına çocuk, kadın demeden yine katliamlara maruz kalmaya devam etti.

Sykes-Pıcot’tan Nakba’ya

Nakba günü; Filistinliler açısından felaket olarak görülen İsrail devletinin kuruluşunun ilan edildiği ve ardından gelen katliam ve işgallerin adıdır. İsrail’in kuruluşunu ilan ettiği 14 Mayıs 1948 tarihini takip eden gün olan 15 Mayıs, “Nakba Günü” olarak sembolleşmiştir.

Filistin’deki siyonist katliam, Nakba’nın yanı sıra 16 Mayıs 1916’da imzalanan ve Ortadoğu’nun paylaşılmasında önemli yere sahip Sykes- Picot gizli anlaşmasının yıl dönümüne de denk düştü. Bugün paramparça olmuş Arap coğrafyası ve Filistin sorunu başta olmak üzere Ortadoğu’nun diğer mazlum halklarının çektiği acı, bu anlaşmanın bugüne bıraktığı mirastır.

Bugün İsrail, tarihi Filistin topraklarının yüzde 85’inden fazlasını işgal altında tutmaktadır.

Katliam, yıkım ve zorla göç ettirerek elde edilen bu topraklar dahi siyonistlere yetmiyor.

Terörist devlet gücünü nereden alıyor?

Filistin halkı ise, işgalcilere ve çocuk-kadın demeden yaptıkları katliamlar karşısında verdiği mücadelede tarihte olmadığı kadar yalnız bırakılmıştır. Peki İsrail rejimi bu gücünü nereden alıyor?

Tabii ki ABD emperyalizminin büyükelçiliğini Kudüs’e taşıması ve aslında fiilen Filistin davasını bitirmeyi hedefleyen “Yüzyılın Anlaşmasının” dayatmasıyla ile somutlanan işgal devletine verdiği sınırsız desteğin payı vardır. Lakin diğer önemli dayanağı bölgedeki gerici rejimlerdir. Mısır 1979’da imzaladığı Camp David ve sonrasında Ürdün’ün 1994’te imzaladığı Wadi Araba Anlaşmalarıyla İsrail’i ilk tanıyan Arap ülkeleri oldular. Fakat ne yazık ki son dönemde hemen hemen bütün Arap gerici rejimleri terör devletiyle normalleşmek için sıraya girdiler. Trump geçen yıl Netanyahu ile birlikte Filistin’e teslimiyet dayatan “Yüzyılın Anlaşması”nı açıklarken yanına Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn’in Washington büyükelçilerini de almıştı. Ardından önce BAE ve sonra Bahreyn, İsrail’le “Normalleşme” anlaşmaları imzaladılar. Şimdi de diğer gerici rejimler “Normalleşme” kuyruğuna dizilmiş durumdalar.

Yeni isyan dünyayı şaşırttı

Al Meyadin sitesinden Vefa Elam, Filistin’deki son olayların, İsrail’in Körfez’deki yeni ortakları ve onunla normalleşmeye doğru ilerleyen olan potansiyel ortaklar için külfetli olmaya başladığını yazdı. Elam Filistinlilerin işgal karşısında patlayan intifadalarıyla dünyayı şaşırttıklarını ve Filistin’in bölgeler arasında bölündüğü yanılsamasını ortadan kaldırdıklarını ifade etti. Özellikle normalleşen ülkelerde halk ve karar vericiler arasındaki uçurumun olduğuna vurgu yaptı.

El Arab gazetesi, Filistin sorununun pek gündeme gelmeyen İsrail sınırları içinde yaşayan ve sayıları 1.5 milyonu bulan Araplara dikkat çekti. İsrail devletinin 1948’de kurulmasından sonra sınırları içerisinde kaldıkları “48 Arapları” olarak adlandırılan bu nüfus; yoksulluk, devlet ve İsrailli yerleşimcilerin provokasyonları nedeniyle yetmiş yıldan bu yana Gazze’deki intifadayla eş zamanlı olarak ilk defa sokağa indiler.

Filistin, Körfez’deki "İsrail" ortaklarını utandırdı

Vefa Elam
Al Meyadin

Bu ülkelerdeki durum şimdi utanç verici ve soru şu kadar basit: Bölgeye vadedilen “barış” nerede? Filistin’deki olaylar, İsrail’in Körfez’deki yeni ortakları ve onunla normalleşmeye doğru ilerleyen potansiyel ortaklar için külfetli görünüyor. İlk sınavlarında işgalin küstahlığı ve Filistinlilerin yerlerinden edilmesi ve öldürülmesi, yanan Filistin cephelerinin bıraktığı anlaşmalarla çarpışan “barış” adına yapılan anlaşmaların yankılanan düşüşüdür.

Birleşik Arap Emirlikleri Veliaht Prensi Şeyh Muhammed bin Zayed, işgal altındaki Kudüs’te meydana gelen şiddet olaylarından duyduğu endişeyi dile getirerek “insani değerler ve ilkelerle çelişen her türlü şiddet ve nefreti reddettiğini” teyit etti ve Kutsal Şehir’de gerginliğin devam etmesine neden olan saldırıların ve uygulamaların sona ermesini istedi.

Bahreyn Dışişleri Bakanlığı, Manama’nın İsrail güçlerinin El Aksa Camii’nde ibadet edenlere saldırısını şiddetle kınadığını ifade ederken, “El Aksa Camii’nin kutsallığını ihlal eden her türlü uygulamanın” durdurulmasını talep etti. İsrail işgalini, “Kudüs halkına yönelik reddedilen bu provokasyonları durdurmaya ve güçlerinin ibadet edenlere saldırmasını önlemek için çalışmaya” çağırdı.

Bu ülkelerdeki durum şimdi utanç verici ve soru şu kadar basit: Bölgeye vadedilen “barış” nerede? Neler olacağı bağlamındaki en önemli soru şudur: Bu ülkeler hesaplarını iade edip normalleşme anlaşmalarından çekilecekler mi, yoksa her zamanki gibi mutabakat ve ateşkesle sona erecek bir turlama mı yapacaklar?

Nitekim bu ülkeler normalleşme kartını geri çekme sürecinde gibi görünmemekle birlikte, Filistin sahasının veri ve sonuçlarının empoze edebileceği şeyleri atlamak da mümkün değildir. İşgal karşısında patlayan intifadalarıyla Filistinliler dünyayı şaşırttılar. Filistin’in bölgeler arasında bölündüğü yanılsamasını ortadan kaldırdılar.

Sahnenin diğer tarafında, hâlâ normalleşmeyi reddeden bazı Körfez ülkeleri geliyor. Bu bağlamda Katar, Arap dünyasındaki popüler konumunu güçlendirmek, Filistin direnişinin destekçisi rolünü vurgulamak ve İsrail, Hamas ve Filistin Yönetimi arasında ara bulucu rolünü oynayabilmek için bundan yararlanacaktır.

Bu sahnenin arka planında, Körfez’de normalleşmenin genişlemesine izin veren Suudi Arabistan’a rakip olan Türkiye’nin İslam dünyasını ve İslami kutsalların koruyucusu olarak rolünü güçlendirmeyi amaçlayan Katar-Türk ikilisinin politikasının bir devamı var. Katar, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile bir telefon görüşmesinde olup bitenlerle ilgili endişelerini dile getirmeyi seçti. Emir Temim bin Hamed es-Sani gerginliği azaltma ve uluslararası insancıl hukuka saygı çağrısında bulundu ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile Hamas Siyasi Bürosu Başkanı İsmail Haniye ile iki görüşme yaptı.

Bu mesele Riyad’da hoşnutsuzluk, yarattı. Sosyal medyada troller tarafından Katar’ı “Filistin davasını değil Müslüman Kardeşleri desteklemekle” suçlayarak sert eleştiriler yöneltildi. Öte yandan Katarlılar, normalleşme anlaşmalarını eleştirerek yanıt verdi.

Filistin meselesinde taviz vermeyen, Kuveyt’in tutarlı tutumuna gelince; İsrail saldırılarını kınayan bir açıklama yaptığı doğru, ancak en önemlisi İsrail ile herhangi bir şekilde ilişki içinde olmayı suç sayan bir yasa çıkardı. Bu yasaya göre bu kişiler 10 yıl hapis ve 5 bin Kuveyt dinarı yani 16 bin Amerikan doları ile cezalandırılacak. Öte yandan, Körfez düzeyinde Filistin davasına yönelik halk sempatisi, özellikle normalleşen ülkelerde halk ve karar vericiler arasındaki uçurumun büyüklüğünü ortaya koydu.

Filistinlilerin Şeyh Cerrah Mahallesi’ndeki yerlerinden edilmesinin ilk sahnesiyle birlikte, Körfez ülkelerindeki çeşitli sosyal medya sitelerindeki kampanyalar, bir “trend” haline gelene kadar arttı.

Kuveyt’te ve gösterileri yasaklayan Bahreyn’de halk sokağa çıktı. Bu tutum, Filistin’in bu halkların vicdanındaki ilk mesele olduğunun ve Filistin davasını destekleyen Körfez halkının vicdanının Arap vicdanından ayırma girişimlerinin başarısızlıkla sonuçlandığının önemli bir göstergesidir.

Gazze’deki savaş ve 48 Arapları arasındaki ayaklanma

Al Arab

70 yıldan fazla bir süredir ilk kez, İsrail içinde yaşayan Filistinliler, Netanyahu hükümetinin fanatik Yahudilerle karşı karşıya gelmelerine neden olan politikalarına karşı bir tür intifada hareketi başlattılar. Bu hareket, Gazze Şeridi ile İsrail arasında devam eden savaşla aynı zamana denk geldi.

İsrail yönetimi altında kalmayı kabul etmelerine rağmen, 48 Arapları, İsrailliler için ikinci sınıf vatandaş olarak sınıflandırılmaya devam etti. Bu sınıflandırma Araplar ile farklı ülkelerden gelen Yahudiler arasında etnik ayrımcılık yoluyla zeminde bir gerçeklik olarak somutlandı.

Bu ayrımcılık, İsrail toplumundaki Arap bölgelerinde yüksek oranlarda yoksulluk ve suçla sonuçlandı. Son rapora göre 48 Filistinlileri arasında yoksulluk sınırının altında olanların oranı yüzde 50.2 ile rekor bir seviyeye ulaştı.

Son günlerde bir tarafta İsrail polisi ile İsrailli yerleşimciler, diğer tarafta Filistinliler arasında çıkan çatışmalar sonucunda polis arabalarının ve deniz botlarının yakılması nedeniyle 48 Arapları arasında tutuklamalar meydana geldi. Yafa, Hayfa, Nasıra, Kabil, Tamra, Cisr al Zarka, Shafa Amr, al Taybeh, Kafr Kasım, Umm al Fahm, Macd al Krum, al Gharbia, Hura ve Akka dahil olmak üzere İsrail içindeki Arap şehirleri ve diğer kasabalarda, çarşamba günü Filistinli göstericilerle İsrail polisi arasında çatışmalar yaşandı.

Gözlemciler, Arap protestolarının Gazze çatışmalarından etkilenmiş olabileceğini, ancak temel gerekçelerinin İsrail ile Hamas arasındaki karşılıklı askeri tırmanış değil, İsrail’in onlara karşı ayrımcılık politikasına bir tepki olduğunu söyledi. Eğitim, istihdam ve hizmetlerle ilgili olarak yaşanan sorunlar ve evlerinin yıkılması ve onlardan kovulmaları ve Şeyh Cerrah Mahallesi’nde olduğu gibi Yahudi fanatiklerle karşı karıya gelmeleri bu ani ve güçlü olan protestoların büyük bir adaletsizlik duygusunu yansıttığına dikkat çekiliyor.

Filistin ile insani dayanışmanın erken bir tartışması: İsrail’e karşı direniş!

İbrahim el EMİN
el Ahbar

Filistin halkı işgale nasıl direneceği konusunda kimseden ders beklemiyor. Bugün, bize tüm hayal kırıklıklarından, yorgunluklardan veya ablukadan kurtulmanın yollarını açıklıyorlar. Anlamak isteyenlere, yenilenmiş zihinlere ile güçlü kalplere sahip olanların yüzleşmenin çok şey sağladığını gösteriyorlar. Askeri yetenekler açısından şahit olduğumuz şey; bedeli ter, kan ve gözyaşı olan yıllarca süren yorgunluğun ürününden başka bir şey değil.

Direniş liderlerinin ifade ettiği gibi şu anda olan şey; yirmi yıldan beri yanlış yönlendirilmiş ve ajanların yardımıyla düşman tarafından yönetilen Filistinlilerin siyasi, coğrafi, insani ve sosyal olarak parçalama çabasının sonuçlarını silmek. Güvenlik, sosyoloji ve siyasetteki teorisyenlerin, düşünürlerin ve stratejistlerin cevabını bilmedikleri bilmece Filistinlilerin ezici bir çoğunluğunun yetmiş yıldan beri kaybettikleri her şeyi geri kazanmaya olan inançlarını gösteren gerçektir. Bundan daha da ziyadesi nesilden nesile, düşünceleri ve yürekleri ısıtmaya ve Filistin halkının ülkelerini, ortak kimliklerini veya birleşik davalarını unutmadığını herkese hatırlatmak için sadece kararlılığı değil aynı zamanda yeteneği göstermeye de hazır olduklarıdır.

Filistin sorunu aritmetik bir denklem değildir!

al Kuds al Arabi
Başyazı

Al Kuds al Arabi İngiliz gazetesi “The Times” da yayınlanan bir makaleyi özetledi. Makalede Kudüs ve Gazze’deki mevcut çatışmadan tek faydalananın İran olduğu ifade ediliyor. Ayrıca Amerikan “Washington Post” gazetesinde Filistin’deki güncel olaylarla ilgili bir başyazıyı da “yeni İsrail-Filistin çatışmasının faydalananların Hamas ve Netanyahu” olarak yayınladı.

Bu iki konum, temel insan haklarına, halkların dış sömürgecilikten kurtulma haklarına ve insanlık tarihi ve medeniyet kavramlarına karşı çıkan bir Filistin-İsrail çatışması vizyonunu temsil ediyor.

Diğer yaklaşımlar; Filistinlilerin haklarını savunmak için ayağa kalktıklarında maruz kaldıkları muazzam sayıda şehit olduğunu sayıyor. 2008’de Gazze Şeridi’ndeki ilk İsrail savaşında bin 436’dan fazla Filistinli öldürülürken, 13 İsrailli öldürüldü. 2012’deki ikinci savaşta 155 Filistinli ve 3 İsrailli öldürüldü. 2014’teki üçüncü savaşta 2 bin 174 Filistinli öldürülürken, 70 İsrailli öldürüldü. Bu matematiksel bakış, insanlığın daha adil bir dünyaya yönelik sürekli, maliyetli ve kanlı çabalar yoluyla ancak gerçekleşebileceği ilkesinin altını oydu.

Hamas ve Netanyahu savaşı

Hafız Barguti
al Halic

İsrail’in el Aksa Camii’ni kontrol etme talebi ve Yaser Arafat’ın reddedilmesi nedeniyle 2000 yılında Camp David müzakerelerinin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından Ehud Barak hükümetinde bakanlardan Ariel Şaron, camiyi ziyaret etme niyetini açıklamıştı. Arafat burada durumun patlayacağını duyurdu. Arafat ısrarla ziyaretin engellenmesini istedi, ancak Barak bunu reddetti ve ikinci intifadayı ateşleyen ziyaret gerçekleşti.

İsrail siyasi sahnesi, Kudüs armağanı ve roket tartışmasının ardından daha karmaşık hale geldi. İsrail tarafında bazıları galibin Rakibi Yair Lapid’in yeni bir hükümet kurma çabalarını geçersiz kılma fırsatı bulan İsrail Başbakanı Netanyahu olduğu sonucuna vardı. Müslüman Kardeşler ve Hamas ile parti bağları olan Mansur Abbas başkanlığındaki Güney İslam Hareketi Lapid’e verdiği desteği çekti. Sonuç olarak Abbas; Likud’dan ayrılan Saar partisi Lapid ve Naftali Bennett liderliğindeki sağcı “Yamina” partisi ile olan bağlantılarını kesti.

Lapid başarısız olursa, İsrail cumhurbaşkanı görevi yeni bir hükümet kurmak için yeni bir aday seçebilecek olan Knesset’e (İsrail Parlamentosu) iade edecek. Aksi takdirde, beşinci seçim mevcut alternatif olarak kalacaktır. Ama ortak Arap Listesi’nin kaldırılmasının ardından oyları bölünen Arap seçmen birleşebileceği için riskli bir alternatif olur.

48 sınırı içindeki şehir ve köylerde Kudüs ile dayanışma yürüyüşleri, Birleşik Liste’nin yeniden yapılandırılmasına izin verecek ve Arapların Yahudi partilerine dağılmasını engelleyecek birleşik bir harita çizdi. Bundan daha da ziyadesi Lod gibi nüfuz bakımından karma şehirlerde bir Arap gencinin polis kurşunlarıyla öldürülmesinden ve birçok Yahudi şehirden kaçmak zorunda kaldıktan sonra Yahudiler ve Araplar arasındaki bir arada yaşam noktasındaki uçurum arttı.

Evrensel / 17.05.21