İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları devam ederken geçtiğimiz hafta sonu Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da Arap Birliği ve İslam İşbirliği Teşkilatı Gazze gündemiyle toplandı. Ancak beklendiği üzere zirveden herhangi bir somut adım çıkmadı. Birçok Arap gazetesinde zirveyle ilgili ağır eleştiriler vardı. Zira zirveden önce medyadaki genel tutum da “bu zirveden bir şey çıkmaz” şeklindeydi.
Bazı gazeteler kendi ülkesinin devlet başkanlarının konuşmalarına odaklanıp “Filistin konusunda ne kadar net bir tutum içinde olduklarını” işlerken, kimisi de Filistinle ilgili topyekûn Arap ve İslam dünyasına yönelik eleştirilerini ön plana çıkardı. Kimi yazarlar ise, "savaşı durduracak tavır alamıyorsanız en azından insani konularda Batı’ya baskı kurun” şeklinde eleştirilerini dile getirdi.
'Bir utanç zirvesi'
Riyad’da düzenlenen Arap ve İslam Zirvesi hakkında yazmaya gerek yok. Zira Siyonistlerin Gazze Şeridi'ndeki soykırım ve etnik temizlik savaşından 36 gün sonra yapılan, bu savaşı durduramayan, yardımlar vs. için herhangi bir kapı açtıramayan, çocukların kanının akmasına engel olunamayan bir zirve ne Arap'tır, ne İslami’dir, hatta ne insanidir.
Televizyonlarda İsrail uçakları ve füzelerinin hastaneleri bombaladığını, hastaları yataklarında öldürdüğünü, elektrik kesintisinin zifiri karanlığında minimum ilaç ve malzemeyle onları tedavi eden, çocukları ve yaralı ailelerini anestezi olmadan ameliyat eden doktorları izlerken, 2 milyar Arap ve Müslüman nüfus, 55'ten fazla ordusuyla ve göğüsleri ve omuzları madalya ve nişanlarla doluşmuş liderleri ve generalleriyle sadece izliyor. Bu yüzden böylesine bir zirve utanç ve hayal kırıklığının doruk noktasıdır. Asgari düzeyde bir vatanseverliğin ve insanlığın olmayışıdır.
Filistinli Direniş grupları, savaşı durdurmak için Riyad'da birleştirilen iki zirvede bir araya gelen “liderlere” savaşı durdurmaları için çağrı yaparak büyük bir hata yapıyor. Çünkü 7 Ekim'de ümmetin en büyük zaferini elde ettikten sonra saldırganlığa mertlikle direnen, Merkava tankları ve efsane “Tiger” zırhlılarını alt üst eden, füzeleriyle milyonlarca yerleşimciyi barınaklara gönderen odur. Dolayısıyla Riyad’da toplanan liderlere böyle bir çağrı yaparak o zirveye katılan liderlerin çoğuna hak etmedikleri bir onur ve değer bahşetmiş oluyor. (Abdulbari Atvan / Rai Al Youm Gazetesi Başyazarı)
'Araplar’ın dişleri on yıllar önce söküldü'
Ortada gizli saklı bir şey yok, Aksa Tufanı Operasyonu'nun üzerinden bir ay geçti ve bu operasyon ile yansımalarına yönelik tutumlar oldukça net. Bu süre boyunca hiçbir Arap ülkesi İsrail'e karşı gerilimi tırmandırmadı. Elbette ki burada istenen tutum, sınır kapılarını açıp İsrail'e karşı geniş kapsamlı bir savaşa girmeleri değildir. Bu gayet mantık dışı bir taleptir. Ancak Tel Aviv'i ve Batı'yı en azından insani konularda tutumlarını yeniden gözden geçirmeye zorlayacak sert ve pratik adımlar atılamaz mıydı? Eğer kelimeler insan öldürebilseydi, Arap yetkililer şu ana kadar İsraillilere karşı bir katliam gerçekleştirmiş olurdu. Lakin aynı sözler İsrail'i suçlarından caydırmaya ya da binlerce masum Filistinli çocuğun hayatta kalmasına da yardımcı olamadı. Dolayısıyla Arap zirvesinden ne bekleyebiliriz?
Arapların dişlerinin onlarca yıl önce söküldüğünü artık hepimizin bilmesinin zamanı geldi. Tutumlarının da artık bir etkisi olmuyor. Toplantıları da, gereksiz olanın zorunluluğundan başka bir şey değil. O halde İsrail'in Arapların toplantısından endişe ettiği ve insani bir ateşkesi gündeme getirerek onları memnun etmek için acele ettiği söylenebilir mi? Bunlar zoraki hayallerdir. İsrail, Arapların çoğunluğunun kendi tarafında olduğunu garantilemiş durumda. Siyasi, diplomatik ve hatta askeri düzeyde onların ne durumda olduklarıyla ilgilenmiyor bile. İsrail'in tek düşündüğü, Arapların yağmalanan paralarını Batı ile nasıl paylaşacağı ve payının ne kadar olacağıdır.
Arap yetkililerin özellikle Gazze ve işgal altındaki Filistin topraklarındaki durum ve gelişmelere ilişkin yaptıkları açıklamalar oldukça komik. Sanki bir daha bulmaları imkânsız hale gelmiş, derinlere gömülmüş, kaybolan prestijlerini arıyorlarmış gibi. Bu yüzden herkes Filistin konusunda Batı'nın İran konusunda ne karar vereceğine ve sadece sahadaki gelişmelere odaklansın.( Toni Khuri / Lübnan El Nashra Gazetesi)
'1948’dekİ Nekbe’den daha büyük bir senaryo'
İsrail'in şu anda yürüttüğü gerçek savaş, sadece İzzeddin el Kassam Tugayları'na yönelik değil, tam anlamıyla tüm Gazzeliler'e yönelik bir savaştır. İsrail'in tek ve stratejik hedefi, Gazze'nin kuzey bölgelerinden güney bölgelerine büyük bir nüfus göçü gerçekleştirmek ve önce Gazze Şeridi'nin coğrafik sınırlarını küçültüp, daha sonra bir sonraki aşamada nüfusu Sina çölüne itmek.
İsrail savaş makinesi, başından beri altyapıyı tamamen yok etmeye ve en fazla sayıda sivili öldürmeye çalıştı. Hem de kazara değil, kasıtlı olarak. Amacı terörü yayarak gözdağı vermek ve herkesi kendi söylemiyle , “güvenli yerlere” yani güneye doğru kaçmaya zorlamak. Burada vermek istediği bir diğer mesaj da, Filistin coğrafyasında tek bir metrekae güvenli yerin olmadığı ve tek güvenli yerin Mısır sınırının öbür tarafı olduğuydu. Çünkü böyle bir hedefin kamuoyu önünde aleni dile getirilip meşrulaştırılması imkânsızdı. Zira bu hedef başından beri Mısır-Ürdün reddiyle karşı karşıya kalmıştır.
Şu anda Gazze'de yaşananlar 1948 Nekbe'sinden daha büyük, insani felaket ise büyük dünya savaşlarını geride bırakmış durumda. Tehcir planı, Gazze'yle de sınırlı kalmayacaktır. İsrail'deki aşırı sağ hareketlerin Batı Şeria'da da benzer bir senaryoyu devreye sokma niyetinde olduğu açık. İsrail için daha önemli olan da budur. Çünkü Gazze'de Hamas hareketinden kurtulmak askeri ve güvenlik amaçlı bir hedeftir ve İsrail'in, Aksa Tufanıyla parçalanan imajını içeride ve dışarıda yeniden tesis etmeyi temsil etmektedir. Ama İsrail'in içinde bulunduğu asıl stratejik çıkmazdan yani nüfus meselesinden kurtulması için asıl hedef Batı Şeria'dır. Burada da İsrail zihniyeti için tek çözüm duyurmadığı “transfer” yani göç ettirme stratejisidir. Bunun er ya da geç başarılması için sürekli çalışmakta ancak uygun koşulları aramaktadır. (Muhammed Ebu Remman / El Arabi El Cedid Gazetesi)
'Hizbullah iki arada bir derede'
Hamas, Hizbullah'ı iki ateşin arasına sıkıştırdı. Hizbullah'ın Aksa Tufanı'na katılmaması bir yandan hem sözde 'savaş sahalarının birliği' anlayışına hem de İran'ın bölgedeki sloganlarına ölümcül bir darbe niteliğinde olacaktır. Hamas'ın yenilmesi ve Gazze'deki hâkimiyetinin sona ermesi durumunda, bunun direniş ekseninin kolları arasında da büyük bir çatlak yaratacağına şüphe yok. Diğer yandan Aksa Tufanı'na katılmak ise İsrail'e bedavadan bir hediye vermek anlamına gelecek ve savunma pozisyonunu güçlendirmek için bir gerekçe yaratacak. İsrail böylece Gazze'de yaşananlara, terörle mücadele kapsamında kendisini savunma şeklinde daha güçlü bir gerekçe sunma imkânını elde edecek. Bir diğer taraftan savaşa girme adımının Lübnan içinde doğrudan yansımaları olacak ve İsrail'in güvenliğinden önce Lübnan'ın ulusal güvenliğine yönelik oluşturduğu tehdit nedeniyle “direnişin silahsızlandırılması” (Hizbullah'ın) konusunda yeniden bir tartışmaya yol açacak.
İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki kara operasyonu yavaş ilerlerken, İsrail ve Hizbullah'ın son dönemdeki karşılıklı bombardımanıyla Lübnan cephesindeki gerilim hızla tırmanıyor. Bunu sahadaki tüm gelişmelerden ve Bünyamin Netanyahu'nun geçtiğimiz günlerde Hasan Nasrallah'a yaptığı uyarı ve tehdit edici açıklamalardan da hissedebiliyoruz.
Bu, İsrail'in Lübnan'dan gelecek tepkiyi ölçmeye yönelik bir girişimidir. Hizbullah şu ana kadar çatışmalarda belli bir gerilim seviyesini korumaya çalışıyor. İsrail'in içine sızıp rehineler ele geçirmek, İsrail'e balistik füze fırlatmak gibi kırmızı çizgilerden uzak duruyor. Zira bu kırmızı çizgilerin aşılması, Lübnan cephesinin Aksa Tufanı'na katıldığının açık bir şekilde ilanı anlamına gelecektir. (Fadıl El Munasafa / Londra'da yayınlanan BAE destekli El Arab Gazetesi)
Gazete Duvar / 13.11.23