İran destekli ‘Direniş Ekseni’nin en önemli kollarından biri olan Lübnan Hizbullah Örgütü’nün Genel Sekreteri ve efsanevi lideri Hasan Nasrallah’ın öldürülmesi Arap dünyasında büyük bir şaşkınlığa neden oldu. Birçok gazetede, ‘İran Hizbullah’ı sattı mı?’ şeklinde sorular yer alsa da önde gelen yazarlara göre böyle bir durum söz konusu değil.
Ancak Arap medyasında konuyla ilgili tartışmalar çok uzun süreceğe benziyor. Uzun yıllar İsrail’in peşinde olduğu Nasrallah, son zamanlarda açığa çıkan güvenlik zafiyetlerine rağmen neden daha dikkatli davranmadı ve suikaste uğradığı toplantıyı gerçekleştirdi? İsrail Hizbullah’ın en üst düzey yöneticilerini birer birer tespit edebilecek kadar örgütün içine nasıl sızabildi? Bununla ilgili ortalıkta dolaşan senaryolar neler? İran’ın Nasrallah’tan sonraki planı ne? Sırada İran’ın doğrudan hedef alınması mı var?
Bu sorularla ilgili geçtiğimiz hafta Arap gazetelerinde çıkan bazı yorumlar şu şekilde:
'Nasrallah nasıl öldürüldü?'
İstihbarat dünyasındaki uzmanların aktardığı görüşlere göre, Hizbullah lideri Hasan Nasrallah'a yönelik gerçekleştirilen suikast başta olmak üzere son dönemdeki suikastler ve saldırılar, dört ana faktör veya hipotezle açıklanabilir:
Her şeyden önce ilk sırada, en büyük sürpriz, örgütün çok ciddi bir güvenlik açığından muzdarip olduğu bir dönemde Hizbullah liderliğinin başkent Beyrut'un güneyindeki banliyöde bulunan genel merkezinde toplanmaya karar vermesi oldu. Zira bu toplantıdan birkaç gün önce örgütün en önde gelen liderlerine yönelik suikastler düzenlenmişti. Bunun yanında Hizbullah çok iyi biliyor ki, İsrail'in son yirmi senedir en baştaki hedefi İran'dan önce bu ülkedir.
İkinci hipotez İsrail'in Hizbullah'ın önde gelenlerinin hareketlerini, programlarını düzenleyen ekiple ilişkisi olan üst düzey bir yetkiliyi kendi saflarına çekmeyi başardığı yönünde. Bu çok zayıf bir çıkarım olsa da mümkün görünüyor.
Üçüncüsü, İsrail'in Hizbullah'ın kullandığı şifreli iletişim sistemine büyük ölçüde sızmayı başardığı hipotezi. Hizbullah bu sistemin güvenli olduğundan oldukça emin. Bu varsayım pek uzak bir ihtimal değil çünkü İsrail, Hizbullah'ın çağrı cihazı ve telsizlerle haberleşmeye geri dönmesini sağladı. Geçtiğimiz günlerde de bu cihazlar patlatılarak iki büyük katliama neden oldu. İlginç olan, çağrı cihazları patlamalarının Hizbullah'ın iletişimle ilgili güvenlik önlemlerinde katı olduğunun bilindiği sırada meydana gelmesidir. Zira bu iletişim araçları bir örgütün omurgasıdır.
Dördüncü sırada İsrail'in örgüt liderleri tarafından kullanılan araba ve motosikletlere çip yerleştirmeyi başardığı hipotezi geliyor. Bu çipler yolcunun sesini dinleyebiliyor ve böylece örgüt liderlerinin hareket ettiği yerleri önceden biliyor. Bu süreç de ancak insan unsurunun ciddi desteğiyle, yani Hizbullah'ın lojistik ve güvenlik sektörüyle doğrudan ilişkisi olan bazı üyelerinin yardımıyla yapılabilirdi.
Bu arada tüm gelişmeler yeni liderliğe odaklanmış durumda. Yeni liderlik Lübnan ve Ortadoğu bölgesinde yaşanan gelişmelerle nasıl başa çıkacak? Kuşkusuz yeni liderlik mevcut güvenlik zaafiyeti karşısında uzaktan çalışan bir komutaya dönüşebilir. Ama elektronik yollarla değil, sayıca çok sınırlı olan ve son derece güvenilir olan örgüt mensupları aracılığıyla. (Hüseyin Mecdubi / Kuds El Arabi Gazetesi)
'Nasrallah'ın Hizbullah açısından önemi'
Hiç kimse Hasan Nasrallah'ın kendi çevresinde, Hizbullah içinde ve temsil ettiği eksende müstesna bir isim olduğunu inkar edemez. Büyük liderlerin sahip olduğu bir karizmaya sahip ve uzun yıllardır en tehlikeli dönemlerde bile etrafına güven verebilme yeteneği var. 32 yıldır Hizbullah'ı yönetti.
Hasan Nasrallah'ın kendi mezhebi ve ön saflardaki savaşçılarının ruhani babası olduğunu söylemek abartı olmaz. Onun ekranlarda görünmesi bile onlarda güven hissi uyandırmak, onlara daha fazla güç vermek, savaş ve barış konusundaki beklentilerini yükseltmek ve Lübnan'da ve tüm bölgede nüfuzlarının sürekli arttığına dair güvence vermek için yeterliydi.
Ölümünün kendi çevresi üzerinde trajik bir etkisi olacak. Özellikle de bu ölüm, İsrail'in yürüttüğü yıkıcı bir savaş bağlamında geldiği için. Zira İsrail, büyük ölçüde Hizbullah'ın geçmiş yıllarda sahip olduğu etkinlik alanını hedef alıyor.
Hizbullah açısından mevcut koşullar, eski Genel Sekreter Abbas el Musavi'nin 1992'de öldürüldüğü koşullardan çok farklı. Hizbullah o dönemden bu döneme, teşkilat yapısı, üstlendiği rol ve statü bakımından daha da genişledi. Örgütün bu ilerleyişinde Nasrallah'ın önemli bir rolü vardı. Yine örgütün politikalarının belirlenmesinde de en büyük role sahipti. İki dönem arasındaki farkı görmek için Hizbullah'ın yapısal, silahlanma ve üstlendiği rol olarak bir düzenli orduya dönüşümüne bakmak gerekir. (Gazi Dahman / El Arabi El Cedid Gazetesi)
'Hesapta olmayan neydi?'
Hizbullah'ın bu savaştaki rolü sadece Gazze'ye destek olmasına rağmen 2006'daki performansı neden bu savaştaki performansından daha güçlü ve sağlamdı? İsrail 2006'da Hizbullah'ın tehditlerini ciddiye almadı ve onun İsrail'i güneyden çıkarma başarısıyla yetineceğini ve Lübnan içindeki sorunlara yöneleceğini düşündü. Ancak Hizbullah İsrail'i şoke etti.
Ancak önceki savaş Tel Aviv'deki tüm kırmızı ışıkların yanmasına neden oldu. İsrail daha sonra tüm askeri, istihbarat ve teknolojik imkanlarını Hizbullah'ın, Lübnan topraklarının, Lübnan gökyüzünün, Lübnan sokaklarının bütün ayrıntılarının takip edilmesi ve tüm gücüyle Lübnan'a nüfuz etmek için seferber etti. İsrail kendisi için en büyük tehdit olarak Hizbullah'a odaklanmaya başladı. İşte Hizbullah bunu ciddiye almadı. Aynı durum birçok kez saldırıya maruz kalan İran için de geçerli.
Hizbullah Genel Sekreteri'nin yokluğu büyük bir kayıp. Ama daha da kötüsü, tüm bu soykırımı gerçekleştiren İsrail'in böylesine bir büyük başarıyı elde etmesi, bu coşkuyu yaşaması ve rakiplerine böyle bir yenilgiyi yaşatmasıdır.
Hikaye nasıl başladı ve durumu bu noktaya kim getirdi? İsrail on sekiz yıldır tüm bunlara hazırlanıyor. Bütün bu yenilgilerden ve maceradan önce bunun hesaplanması gerekirdi. (Ekrem Ataallah / Filistin El Eyyam Gazetesi)
'İran Hizbullah'tan vazgeçecek mi?'
2006 savaşı ile mevcut savaş arasındaki fark, İsrail'in Hizbullah liderlerini ortadan kaldırmayı dikkatle planlamasıdır. Bu savaş da şiddetli ve kanlı olmasına rağmen öncekine göre daha az yıkıcıdır. Çünkü mevcut savaşta askeri saldırıların çoğu Hizbullah'a, liderlerine, silahlarına ve toplumsal desteğinin büyük olduğu bölgelere yönelik. Bir önceki savaşta İsrail'in zoruyla yerinden edilenlerin sayısı bir milyona ulaştı ve bu savaşta şu ana kadar iki yüz bine yakın insan aynı durumda. Mevcut istatistiklere göre, son savaşta kayıpların sayısı bir önceki savaşa göre üç kat daha fazla. Ancak bugünkü savaş Hizbullah için daha önceki tüm çatışmalardan daha tehlikelidir.
Şimdi esas soru şu: Herkesin yıllardır beklediği an geldi mi? Asıl karar sahibi olan Tahran, bölgedeki askeri kollarından vazgeçme aşamasına gelecek mi? Özellikle de Hizbullah'tan.
İran'ın Hizbullah'ı terk edecek aşamaya gelmediğinden eminim. Tahran'da büyük bir değişiklik olmadığı sürece onu terk etmeyecek. En azından mevcut yönetimden bunu beklemiyorum.
Ancak gelinen noktada İran yönetimi İsrail'le olan güç dengesinin artık kendi lehine olmadığının çok iyi farkında olmalı. İsrail'le üçüncü savaşı dört gerçeği ortaya çıkardı: Bunlardan birincisi İsrail'in uzun bir savaş yürütebilecek kapasitede olması. Bu savaş yaklaşık bir yılını dolduracak. İkincisi, İsrail kamuoyu değişti ve artık savaşı destekliyor. Bunun sonucunda Netanyahu nefret edilen biriyken, şimdi vatandaşları arasında tarihi bir lider haline geldi. Üçüncüsü, İsrail, artık kendi tarafındaki insan kayıplarını pek umursamıyor. Zira kendi vatandaşlarından binlercesi öldü. İsrail savaş tarihinde en yüksek sayıya ulaşıldı. Bununla beraber Gazze'den sonra Lübnan cephesini açtı. Dördüncüsü de, mevcut savaş gösterdi ki İsrail, İran, Suriye, Lübnan, Husiler, Yemen ve Gazze'ye yönelik saldırılarıyla rekabet edilemeyecek bir askeri ve istihbarat gücü haline geldi. (Abdurrahman Raşid / Suudi Şark'ül Evsat Gazetesi)
'Sıradaki hedef kim?'
Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın öldürülmesinin ardından şu anda güçlü bir şekilde gündeme gelen soru, İslami direnişin askeri liderleri arasında çok sayıda askeri komutanın ve şehidin hayatına mal olan bu katliama İran devletinin nasıl tepki vereceğidir. Ki bunlar arasında Devrim Muhafızları komutan yardımcısı ve Lübnan'daki yetkilisi General Abbas Nilfuruşan da var.
Bu soruyu yanıtlamadan önce, pek çok analistin Binyamin Netanyahu'nun bir sonraki ve 'kronik' hedefinin muhtemelen İran ve nükleer tesisleri olacağına inandığını belirtmek gerekir. Bunun nedeni de, Lübnan, Irak, Yemen, Suriye ve işgal altındaki Filistin'deki direnişin silahlarına niteliksel desteğidir.
Tahminimize göre Netanyahu, Gazze'de yürüttüğü imha savaşını Lübnan'a taşıyarak, füze ve bombardıman saldırılarını yoğunlaştırarak, İran yönetimini ve onun Lübnan'daki vurucu kolunu (Hizbullah) terörize etmek istiyordu. Bu sayede İran'ı iki seçenek arasında bıraktı: Teslim olmak ya da yıkıcı bir savaşla ve liderlerine yönelik suikastlarla karşı karşıya kalmak. (Adulbari Atvan / Rai Al Youm Gazetesi Başyazarı)
Gazete Duvar / 01.10.24