İsrail’in İran’ın insansız hava uçakları ve füze saldırısına karşı İsfahan Saldırısı’yla karşılık vermesi, bu hafta da İran-İsrail çekişmesinin Arap medyasının en önemli gündemi olarak kalmasına neden oldu.
Genel olarak gazetelerde çıkan yorumlarda, İran ve İsrail’in birbirlerine karşı kontrollü saldırıları dikkate alındığında, iki tarafın da kapsamlı bir savaşı istemediğine ve özellikle de İran’ın farklı hesaplar içinde olduğuna dair düşünceler hakim. Ancak bunun geçici olduğunu ve ABD ile İsrail’in İran’a yönelik bir savaşının çok da uzakta olmadığını savunan görüşler de vardı.
'İran'a yönelik savaş çok uzakta değil'
İsrail'in İran'a karşı bir askeri hazırlık yaptığı sır değil. Güvenlik kaynaklarından sızan bilgilere göre, bu plan bağlamında İran rejimini istikrarsızlaştırabilecek, yaklaşık olarak on bin stratejik hedef bulunuyor.
Askeri işlerin nasıl döndüğünü bilenler açısından Washington ve Tel Aviv arasında sinir bozucu bir denklem var gibi görünüyor. Bunu da ABD'de muhafazakârların önde gelen bir ismi olan ve Beyaz Saray eski Ulusal Güvenlik Danışmanı olan John Bolton şu sözlerle dile getirdi: 'Bu noktada İran'ın fırlattığı füzelerin hiçbirinin nükleer savaş başlığı içermediği kesin gibi. Ancak bir sonraki saldırıda veya İran balistik füzelerinin bir sonraki partisinde ne olacağını ve bunların nükleer savaş başlıklarıyla donatılıp donatılmayacağını asla bilemezsiniz.'
Tel Aviv ile Tahran arasındaki çatışmanın kaçınılmazlığı, göreceli siyasi ideolojileri takip eden iki ülke olmalarından ziyade, mutlak dini ilkelere dayalı olarak kurulmuş ve halen de varlığını bu şekilde sürdüren devletler olmalarından kaynaklanmaktadır. Bu da her birinin diğerini izole etme fikrini bir zorunluluk haline getiriyor ve özellikle her ikisi de nükleer eşiklere ulaşmışsa birbirleriyle bir arada yaşamaları pek mümkün görünmüyor.
Washington, Tahran'ın nükleer devletler kulübüne girmesini asla kabul etmeyecek. Tel Aviv de kabul etmeyecek. Her ne pahası ne olursa olsun. Dolayısıyla buradan çıkarılacak sonuç Tahran'la stratejik savaşın muhtemelen önümüzdeki Kasım ayında yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra kesin olarak geleceğidir. Belki de Yahudi Hamursuz Bayramı'ndan sonra İran'a yönelik taktiksel bir saldırı gerçekleştirilebilir. Bu da fırtınanın belli bir süre sonra, çok da uzak olmayan bir zamanda geleceği anlamına geliyor. (İmil Amin / Suudi Şark'ül Evsat Gazetesi)
'İsrail ciddi bir çıkmazın içinde'
İran'ın İsrail'e yönelik doğrudan saldırısının ardından Arap dünyasındaki analizler, saldırının sebep olduğu kayıpların boyutu ve saldırının hacminden kaynaklı 'saçma bir tiyatro" olduğu yönündeydi. Ancak bu tür analizler mezhepsel saiklerden kaynaklanıyor, dolayısıyla olayların derinliğine inip, stratejik ve jeopolitik etkilerini inceleyemiyor. İran muhtemelen bu saldırıyla şu mesajları vermek istedi: İşgal altındaki Filistin topraklarının her yerine ulaşıp İsrail'e zarar verebilecek kapasitede olduğunu, savaştan ve kapsamlı çatışmadan korkmadığını, böyle kapsamlı bir çatışmayı istemediğini, ancak gerekirse tüm gücüyle ve kararlılıkla savaşacağının görülmesini istedi. Özelikle de İran'ın İsrail'i vurması, İsrail'in stratejik açıdan kırılganlığı gösterecek bir çıkmazın içinde olduğu bir dönemde geldi.
İsrail daha önce Aksa Tufanı'nı önlemede başarısız oldu ve altı aydan uzun bir süredir devam ettirdiği savaşta Hamas'ı yok edemedi. Ayrıca Hamas'ın elindeki tutukluları kurtaramadı veya Filistinlileri topraklarını terk etmeye zorlayamadı. Bugün ise 1948'de işgal ettiği Filistin topraklarının tam kalbine, her şeye rağmen askeri üslerine ulaşmayı başaran sınırlı bir İran saldırısına tek başına karşı koyamadı ve bölgedeki tüm Batılı savunma sistemleri bu saldırıyı püskürtmek için seferber oldu. Bunlar arasında Amerikan, İngiliz ve Fransız savunma sistemleri yer alıyor. Bunun yanı sıra bazı Arap ülkeleri de İsrail'in korunmasına katkıda bulundu ve bunların hepsi İsrail'in karşı karşıya olduğu stratejik çıkmazın ciddiyetini arttıran faktörlerdir. (Hasan Nafi’a / El Arabi El Cedid Gazetesi)
'İran'ın büyük hesapları'
İran ve İsrail'in birbirlerine yönelik saldırılarında İki taraf arasındaki çatışmanın kapsamlı bir patlamaya yol açmaması için Amerika'nın da önemli rol oynadığı kontrollü bir durumun olduğu açık. Bu da, bazılarının bu karşılıklı saldırıların ciddiyetini sorgulamasına neden oluyor.
Gerçek şu ki, iki ülke arasında rekabet ve çatışma var ve devam ediyor ancak her iki taraf da bunun kapsamlı bir savaşa dönüşmemesi gerektiğine inanıyorlar. Zira İran, İsrail'e ve uluslararası sisteme karşı kapsamlı bir çatışmaya girerek acı yenilgilerle sonuçlanan Arap tecrübelerini tekrarlamamaya kararlı.
İran, büyük güçlerle karşı karşıya geldiğinde uluslararası arenadaki meselelerin artık siyah ve beyaz olarak görünmediğinin bilincindedir. Yine orta güçteki herhangi bir ülkenin hesaplarında büyük hatalar yapması durumunda, Amerikalıların ve Batı'nın bunları avlamasının kolay olduğunu idrak etmektedir.
Dolayısıyla İran'ın İsrail'e verdiği karşılık, “büyük adamlarla” herhangi bir çatışmayı getirmeyecek kurallar ışığında hesaplanmıştı. Etkisi sembolikti, ancak acı verici değildi. Hatta İsrail vatandaşları ölmedi. Dolayısıyla İbrani devletinin tepkisi de daha nazik ve sakindi.
İran, mevcut sistemde uluslararası çatışmaların bir parçasıdır ancak büyüklerin çatışmasının bir parçası olmamaya çalışmaktadır. Bu da ağır yenilgilerle sonuçlanabilecek hamasi çatışmalara girmekten daha farklı kurallar gerektirmektedir. (Amro El Şobaki / Mısır El Youm Gazetesi)
'Netenyahu'nın savaşı uzatma planı'
Netanyahu'nun önünde birkaç dosya var. Bu dosyaların hepsini bir anda halletmek istemiyor. Bir yandan Gazze ile savaşın uzaması için çaba sarf ederken, diğer yandan İran'la sorunlar çıkarmaya ve Güney Lübnan'da Hizbullah'la çatışmalara devam ediyor. Ayrıca Hamas'ı ortadan kaldırmak, Gazze'yi bölmek ve buradaki yerleşimleri yeniden inşa etmek de dahil olmak üzere bir dizi fayda elde edeceği kapsamlı bir zafer arayışında. Gazze'deki hedef, burayı kuzeyden güneye kadar parçalamak ve Batı Şeria'dakine benzer kantonlar oluşturmak. Bu plan Netanyahu’nun, İran’ın nükleer projesini sekteye uğratmak ve hatta ortadan kaldırmak dışındaki uzun süreli hayalidir.
Netenyahu, İsrail'in Ortadoğu'da hâkim devlet olarak kalabilmesi için herkesi ortadan kaldırmak istiyor. Bu, İsrail'in etrafındaki ülkelerle, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde sürekli bir savaş halinde kalmasını, böylece ordusunun daimi bir tetikte ve faal halde kalmasını öngören İsrail'in güvenlik doktrininin bir parçasıdır. (Fethi Ahmed / Londra merkezli El Arab Gazetesi)
'Gazze savaşından Ukrayna zararlı çıktı'
Rusya ve Ukrayna arasındaki savaş dünyada önem ve ilgi açısından en ön sıradayken, herkesin işi gücü bu savaşken ve Rusya'nın kazanmasının Batı demokrasilerinin ölümü anlamına geleceği şeklinde yorumlar yapılırken, gelinen noktada Ukrayna artık 'Batının ayrıcalıklı çocuğu' olmaktan çıktı ve Batı için daha önemli bir konu olan Gazze'deki savaş uğruna vazgeçilebilecek bir şey haline geldi. Burada topyekûn bir savaşın tuzağına düşmeden İsrail'e nasıl yardım edilebileceğine dair önceliğin de katkısı vardır. Ukraynalılar çığlık atmaya devam ediyor ve sesleri beş kıtada yankılanıyor. Ancak bu çığlıkları duyacak kimse yok. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ise Hamas'a ve Filistinlilere Aksa Tufanı"nı başlattıkları için içten içe gizlice teşekkür ediyor. Ayrıca İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun bencilliğinden ve kendi çıkarlarını ve siyasi geleceğini korumak için dünyayı savaşa sokma isteğinden duyduğu memnuniyeti de gizlemiyor.
Aksa Tufanı'nın Ukrayna'ya yönelik küresel desteği silip süpürdüğü, Gazze'deki savaş uzadıkça Ukraynalıların Ruslara karşı direnme ve karşı koyma kabiliyetlerinin ve toparlanma fırsatlarının azaldığı söylenebilir. Rusya'nın bunu fırsat bildiği ve savaştaki mevcut statükoyu olduğu gibi bırakmayacağı çok açık. Rusya durumun kendi lehine döndüğünü biliyor ve her cephede ilerlemeye devam ediyor. (Toni Khouri / Lübnan El Naşra Gazetesi)
- Yazılar kısaltılarak Arapça’dan çevrilmiştir.
Gazete Duvar / 23.04.24