Türkiye’de Merkez Bankası’nın piyasalara girip TL'yi korumak için ilk kez döviz satarak müdahale ettiği tarih 10 Ekim 1988'dir.
Bugünlerde kamu bankaları eliyle “arka kapıdan” döviz kuruna rota belirlemeye çalışan siyasetçi ve üst düzey teknokratlar o gün 10-12 yaşlarındaydı. Aradan geçen 30 yılı aşkın sürede bilmeyenler de öğrendi ki; korumaya çalıştığınız paranın fiyatı (faizi) doğru yerde değilse, yanlış politikalar uygulanıyorsa ulusal paranızı döviz satarak da koruyamazsınız.
O tarihlerde Merkez Bankası’nın döviz açığı vardı. Yani net döviz pozisyonu 8-9 milyar dolar açıktı. Banka o günlerde “günlük ayarlamalı” sabit kur rejiminde bu yetersiz ve negatifte olan döviz varlıkları ile kur seviyesini belli bir bantta götürmeye çalışıyorken, bugün dalgalı kur rejiminde ne böyle bir kur taahhüdü var ne de negatif döviz varlığı söz konusu ama banka şeffaflığı kaybetmiş durumda. Müdahale konusunda da davul kendisinde, tokmak siyasetin elinde.
Yüksek Seçim Kurulu'nun (YSK) iptal kararından önce bile dolar kurunda 6 TL seviyesini döviz satarak cansiperane biçimde savunan kamu bankaları, iptal kararından sonra geçen hafta yine yüklü satışlar yapmaya devam ettiler. Nereden biliyoruz? Ankara'daki siyasi ve teknik sorumlular rezervler ve kamu bankaları konusunda konuşmayıp iyice sis bulutu yaratırken, bizatihi döviz piyasasında oyuncu olan bankacılar ve uluslararası aracılar (broker'lar), aynen “Ankara’da adını vermek istemeyen yetkililer” gibi bilgi veriyorlar basına. Reuters’ın son haberine göre, ‘broker’lar YSK’nın iptal kararını izleyen geçen hafta içinde 4.5 milyar dolarlık bir satış gözlemiş. Diğer ajanslar da bunu teyit eden haberler yayımladılar.
Ankara bir süredir faize olduğu gibi dövize de “arka kapı” yöntemleri ile satış yaparak müdahale ediyor. Peki Türkiye böyle bir kur rejimi içinde mi? Kâğıt üstünde hayır.
Örtülü yeni kur rejimi
"Arka kapı” yöntemi ile yapılan şu: Kamu bankaları, piyasada döviz satarak döviz kurunun belli bir kur bandında kalmasını sağlamaya çalışıyor. Alıcı ile satıcıyı karşılaştıran döviz aracıları üzerinden satış yaparak. Bunu taraflar dışında, yani bu dövizi satanın kamu bankası olduğunu görebilen alıcı taraf ile uluslararası döviz taciri aracı kuruluşlar dışında kimse görmüyor. İç piyasada ise dışarıdan kurların seviyesine bakan diğer banka, yatırımcı, şirket ya da tasarrufçu bireyler döviz kurlarının piyasa koşullarında serbestçe oluştuğunu zannediyor. Diğer taraftan da iktidar gazeteleri “Vatandaş 3 milyar dolarla oyunu bozdu” başlıklı haberler yapıyor; döviz hesaplarındaki azalışı göstererek. Durumdan haberi dahi olmayanlar, “vatandaş döviz bozdurdu, kur düştü” sanıyor. Beklentileri manipüle etme çabası var. Ama durum öyle değil. TL mevduatta artış yok, azalış var. Döviz hesabındaki düşüş TL’ye dönmek yerine hesaptan çekiliş ya da yurtdışına transfer olabilir.
Merkez Bankası kendi metinlerinde, dalgalı kur rejimini şöyle tanımlıyor: “Dalgalı kur rejiminde döviz kurlarının seviyesi, piyasadaki yabancı para arz ve talebi tarafından belirlenir. Türk Lirası yabancı paralar karşısında serbest olarak değer kazanır veya kaybeder. Bu rejim altında döviz kuru bir politika aracı olarak kullanılmaz ve Merkez Bankasının kur seviyesine ilişkin herhangi bir taahhüdü yoktur.”
Peki dalgalı kur rejiminde Merkez Bankası müdahale edebilir mi? Evet. Yine Merkez Bankası metninden aktaralım: "Merkez Bankası bir kur hedefi bulunmamasına rağmen, döviz kurundaki ani hareketliliklerin ve iktisadi temellerden belirgin şekilde kopmaların fiyat istikrarına ve finansal istikrara tehdit oluşturabileceği durumlarda, döviz arz ve talebini etkileyen bu unsurlardan bazılarına yapacağı müdahalelerle döviz kurunu değiştirmeye yönelik etki yaratabilir. Bunun yanında Merkez Bankası, döviz piyasasında yapacağı işlemlerle döviz kuruna doğrudan müdahalelerde de bulunabilir.”
Kötü politika yüksek kur
Madem döviz kuru "döviz arz ve talebi” ile belirleniyor, bunları belirleyen unsurlar Bankanın metninde şöyle tanımlanıyor; “Döviz arz ve talebini belirleyen asıl unsurlar; iktisadi temeller, uygulanan para ve maliye politikaları, uluslararası gelişmeler ve beklentilerdir.”
İşte burası “zurnanın zırt dediği yer”. Yani uyguladığınız para ve maliye politikası yanlış ise döviz talebini patlatabiliyorsunuz. Ya da doğru politikalarla güven veriyorsanız döviz talebini azaltıp, döviz arzını yükseltebiliyorsunuz. Ya da ülkeyi yöneten siyasi otorite doğru ya da yanlış politikalar yürütüyorsa.
Aynı soruya yanıtıyla beraber dönelim; Merkez Bankası gerektiğinde piyasaya doğrudan müdahale de eder.
Kamu bankası eliyle arka kapıdan müdahale etmekle doğrudan Merkez Bankası eliyle müdahale etmek arasındaki fark çok büyük; kamu bankaları eliyle döviz satmak döviz rezervi eritmekten başka bir işe yaramaz. Merkez Bankası’nın doğrudan döviz satarak müdahalesinin ise sinyal etkisi daha güçlüdür.
Eğer Merkez Bankası para politikasında yeterince sıkı değilse onun da kaderi rezerv eritmekten geçer.
Bunun en iyi örneği Ocak 2014’te kendi parasının koruma kalkanını, yani faizini yükseltmeden döviz satışına girişen Merkez Bankası’nın 3 milyar dolarlık rezerv eritmesi ve günün sonunda döviz kurunu 1 kuruş oynatamamasıdır. Tarihin en başarısız döviz müdahalesi olarak kayda giren bu manevradan sonra, Para Politikası Kurulu’nun toplanarak faizlerin 5 puan artırılması kararı çıkarılmıştı.
Başarısız müdahalenin döngüsü
En kötü döviz müdahalesi, satış yapan otoritenin yaptığı yüklü satışla bir sonuç elde edemediğini ortaya çıkan sonuçla ilan etmesidir. Ya da satış yaparken ortaya çıkan döviz alış talebinin, yani satış miktarının yüksek olmasıdır. Bu da spekülatif atağın “uyuzunu kaşır”.
Başarısız döviz müdahaleleri kendini besleyen bir döngüye de sahiptir. Döviz sattıkça kendi parasının değer kaybını koruyamayan otorite, döviz rezervi eritir. Bu da yeni bir endişe kaynağı olur; “ülkenin rezervleri bitiyor” denilerek durum daha da derinleşir
Bugünlerde, Türkiye’de gece yarısı iken, Asya’da sığ piyasa koşulları altında kamu bankaları eliyle böyle yüklü bir satışla dolar kurunu 15 kuruş ancak düşürebilme tablosu bile kötü bir sinyal ortaya çıkarıyor. Ankara, dövize olan talebin ne kadar yüklü olduğunu, rezerv erittiğini herkese gösteriyor.
2019 yılbaşından itibaren Türkiye’de yerleşik yurttaş ve şirketlerin döviz hesapları kabaca 20 milyar dolar artarken, bu artışı karşılayacak kadar ülkeye belirgin bir sermaye girişi olmadı. Yine aynı dönemde kamu bankalarının düzenli olarak belli kur seviyelerini savunur biçimde yüklü döviz satışı yaptıkları bankacılar tarafından gözleniyordu. Seçim öncesi hafta Merkez Bankası’nın net döviz rezervlerindeki hızlı düşüşle, bu satışların döviz tedarikinin Merkez Bankası’nca yapıldığı anlaşıldı. Banka ısrarla bu konudaki soruları yanıtlamadı. Enflasyon Raporu sunumu sırasında da bu konuda rapor metnine açıklayıcı bir kutu konulduğu, yanıtların orada olduğu bizatihi Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya tarafından açıklandı. Ancak bunun bir kandırmaca olduğu ortaya çıktı; kutuda, genel geçer rezerv politikası konusunda bir metin yerleştirilmişti. Aranan yanıt yoktu.
Gelinen yer şurası: Ne nihai kur seviyesi ile ne harcanan rezervlerle ne rezervler üzerinde yaratılan şaibe ile bir kazanç elde edilmedi. Tersine, dolarizasyona kayan yerleşiklere, yaptıkları tercihin doğru olduğu Ankara tarafından teyit edilmiş oldu. Bu arada, çıkan yabancı yatırımcıya da ucuzdan “tanzim satış” yapılmış oldu.
DW Türkçe / 12.05.19