İran ile ABD arasındaki kavganın ön cephesine dönüşen Irak, tehlikeli restleşmelere sahne oluyor. ABD’nin Haşd el Şaabi üslerini bombalamasının ardından Bağdat’taki Amerikan Büyükelçiliği kuşatıldı. Ateşe verilen elçiliğin duvarına “Halk tarafından kapatılmıştır” yazısı yazıldı. Duvara bir ifade daha bırakıldı: “(Kasım) Süleymani liderim.”
Amerikalılar için kâbus olmalı. Olay, 1979 devrimi sırasında Tahran’daki Amerikan elçiliğinde yaşanan rehine krizi ile Libya’ya NATO müdahalesiyle palazlanan cihatçıların 2012’de Bingazi’deki Amerikan elçisini öldürdüğü saldırıyı çağrıştırdı. Restleşme tırmanırsa sıradaki çağrışım, ABD’yi 1983’te Beyrut’u 241 kayıpla terk etmek durumunda bırakan bombalı saldırı olabilir.
Irak’ı siyaseten felç eden olaylar, ABD’nin İran’ı yaptırımlarla çökertme ve Ortadoğu’daki kollarını kesme stratejinin gölgesinde gelişiyor.
IŞİD’e karşı savaşta bir seferberlik hareketi olarak doğan Haşd el Şaabi’nin dağıtılması, İran etkisine karşı savaşın ilk faslıydı. Müstafi Başbakan Adil Abdülmehdi geçen yaz Haşd el Şaabi’yi zapturapt altına almak isterken Tahran’ın ‘örtülü’ vetosuyla karşılaştı.
İsrail, geçen yıl ABD’nin desteğiyle Haşd el Şaabi hedeflerini birkaç kez bombalayarak Suriye’deki aymazlığını Irak’a taşımış oldu. Baskı altında kalan Abdülmehdi, İsrail’i açıkça suçlayarak ‘Amerikan himayesi’ni kaybetti.
Bu gerilimin gölgesinde zaten patlamaya hazır olan Irak halkı 1 Ekim’den itibaren yönetimin yolsuzluk ve kifayetsizliğine isyan ederken öfke İran’a yöneldi.
Abdülmehdi’nin 29 Kasım’da istifasını getiren sokak baskısı, İran-Amerikan gölge oyununu iyice kızıştırdı. Meclis’te en büyük blok olan Bina Koalisyonu’nun başbakan adayı Esad İdani, Cumhurbaşkanı Berhem Salih tarafından ‘sokağın taleplerini karşılamadığı’ gerekçesiyle görevlendirilmedi. Uzlaşmazlık, Salih’in 26 Aralık’ta “İstifayı tercih ederim” restiyle karşılık buldu. Bir tarafa göre İran, Bina’dan bir aday için nüfuzunu kullanıyor. Diğer tarafa göre Salih, İran’a yakın bir ismin başbakan olmaması yönündeki Amerikan baskısına boyun eğiyor. Aslında cendere iki taraflı. Yasaya göre başbakanlık Bina’nın hakkı. Ancak yüzlerce kişinin ölmesi, suikasta uğraması, kaçırılıp kaybedilmesi ya da tutuklanmasıyla ağır bir bedel ödeyen sokaktaki insanların da ‘bağımsız başbakan’ beklentisi var. Bu beklenti, Şiilerin taklit mercii Büyük Ayetullah Ali Sistani’den de destek görüyor. Şimdi Bina, meclisten anayasaya aykırı davrandığı gerekçesiyle Salih’i görevden almasını istiyor. Bina’nın en önemli üç ayağı Haşd el Şaabi çatısı altındaki Bedir Tugayları Komutanı Hadi Amiri’nin Fetih Koalisyonu, eski Başbakan Nuri el Maliki’nin Kanun Devleti ve Meclis Başkanı Muhammed el Halbusi’nin (Sünni) Iraklı Güçler Birliği. Salih istifa ederse yasa gereği görevi bir aylığına Halbusi üstlenecek. Halbusi Sünni blokta İran’ın adamı olarak görülüyor. O yüzden İran etkisine karşı çıkan Mukteda Sadr’a bağlı Sairun gibi Şii gruplar da Salih’in istifasını mantıklı bulmuyor.
***
Irak’taki gösterileri, Amerikan-İsrail kumpası olarak gören Haşd el Şaabi içindeki İran bağlantılı gruplar da bu süreçte Amerikan askeri varlığını hedef alan saldırılarla krizin boyutunu değiştirdi. 2008’de imzalanan Kuvvetlerin Statüsü Anlaşması (SOFA), ABD’ye Irak’ta üs vermiyor ama Irak güçlerinin eğitilmesi ve IŞİD’le savaş kapsamında Amerikalılar her yerde. Amerikalıların en büyük konuşlanma alanı Anbar vilayetindeki Ayn el Esad Üssü. Anbar’da bir de Habbaniye üssü var. Ayrıca Şengal, Atruş ve Harir’de birer üs, Halepçe’de iki üs, Erbil’de hava üssü, Musul’un güneyinde Kayyare’de hava üssü, Selahaddin’e bağlı Balad’da hava üssü, Taci’de eğitim kampı ve Bağdat Uluslararası Havaalanı’nda istihbarat-koordinasyon üssü Amerikan güçlerinin hizmetinde. Bu üslerden Taci kampı, 17 Temmuz’da Katyuşa roketiyle vurulmuştu. Irak’taki gösterilere paralel, üsler atış menziline girdi. 28 Ekim’de Taci kampına birkaç havan topu, 4 Aralık’ta Ayn el Esad Üssü’ne 5 füze, 8 Kasım’da Kayyare üssüne 17 roket, 5 Aralık’ta Balad üssüne 2 füze, 12 Aralık’ta Bağdat Uluslararası Havaalanı’ndaki üsse 2 roket atıldı. Bir taraf bu salvoları, ABD’nin İsrail’e yaptırdığı operasyonlara misilleme olarak da okuyor. Ancak mesele misillemenin ötesinde. Askeri tesislerin dışında 19 Haziran’da Exxon Mobil’in Basra’daki rafinerisi roketle hedef alınmıştı.
Son olarak 27 Aralık’ta Kerkük’te uluslararası koalisyonun kullandığı üsse en az 30 roket atıldı; bir sözleşmeli Amerikan vatandaşı ölürken 4 Amerikalı asker ve 2 Iraklı asker yaralandı. Saldırılardan Haşd el Şaabi’ye bağlı Ketaib Hizbullah’ı sorumlu tutan ABD, 29 Aralık’ta bu grubun Irak-Suriye sınırının iki tarafında bulunan toplam 5 üssünü bombaladı. 25 kişi ölürken 55 kişi de yaralandı.
Amerikan bombardımanı İran’la savaş çanlarını bir kez daha çaldırdı. Yanı sıra Irak siyaseti tekrar alabora oldu.
Cumhurbaşkanı Salih ve Başbakan Abdülmehdi, ABD’yi Irak’ın egemenliğini çiğnemekle suçladı. Abdulmehdi hayatını kaybedenler için 3 günlük yas ilan etti.
Sonuçta vurulan Ketaib Hizbullah, Haşd el Şaabi’nin 45’inci bölüğü olarak yasal bir statüye sahip. Grubun üyeleri maaşlarını devletten alıyor. İran çizgisinde olup kontrol dışı eylemlere kalkışsa da resmi statüsü bu.
İran nüfuzuna karşı Iraklı-Şii duruşu sergileyen Mukteda Sadr da saldırıya sert çıktı: “Irak üzerinden bir çekişmeye izin vermeyeceğiz. İşgalcileri ülkeden siyasi ve hukuki yollarla çıkarmaya hazırım. Eğer çıkmazlarsa başka tutumumuz olacak.”
Daha hayati olan tepki Sistani’den geldi. Sistani, cuma hutbesini beklemeden ‘bazı tarafların yasadışı eylemlerinin Irak’ın egemenliğine müdahale için bahane olarak kullanılmaması gerektiğini’ vurgulayıp ekledi: “Bu tür eylemlerle başa çıkma ve engellemek için gerekli önlemleri alma yetkisi sadece Iraklı yetkililere aittir… Bölgesel ve uluslararası hesapları görmenin yeri Irak değildir.”
Bu tür açıklamalar Irak’ın güç dengesinin yönünü tayin edecek etkiye sahip. 2003 işgali sonrası Sistani’nin uyarıları ABD’nin önünde kırmızı çizgilere dönüşmüştü. Ancak hem Sistani hem Sadr’ın mesajları evvela ABD’yi hedef alsa da İran’a da bir çizgi çekiyor. Sistani’nin sözleri ayrıca Haşd el Şaabi’nin sistem içine yani emir-komuta altına alınması ve İran’ın vekil gücüne dönüşmesinin önlenmesi mesajını da içeriyor.
Saldırının ardından Bağdat’ta hükümet ve diplomatik temsilciliklerin bulunduğu Yeşil Bölge etrafındaki aşılmaz bariyer birden aşıldı. Kalabalık Amerikan elçiliğini sardı. Haşd el Şaabi Heyeti Başkanı Falih Feyyad, Feyyad’ın yardımcısı Ebu Mehdi Mühendis, Bedir Tugayları Komutanı Hadi el Amiri ve Asaib Ehl-i Hak lideri Kays el Hazali’nin göstericilerle birlikte elçilik binası önünde görülmesi, tepkinin kurumsal boyutunu da ortaya koyuyordu. Bu örgütlerin hepsinin siyasal karşılığı var. Kalabalığın Yeşil Bölge’ye girişine izin verilmesi sadece devletin yokluğuna bağlanamaz.
***
Irak’ta gösteriler İran’ı hedef alan yönüyle ülke siyasetini dizayn etme konusunda ABD’nin elini güçlendirmişti. Son gelişmeler ABD’ye karşı İran’a manevra alanı açtı. Fetih Koalisyonu, SOFA’nın iptal edilip tüm yabancı güçlerin ülkeden çıkarılması için mecliste çalışmalara başladı. Haşd el Şaabi’ye bağlı Seyid Şuheda Tugayları ABD’nin tüm askeri üslerini kuşatacakları tehdidinde bulundu. Bu tırmanış, yeni hükümeti kurma sürecinde ABD’nin etkisini de sınırlayabilir.
Başkan Donald Trump önce üsse ve elçiliğe saldırıları İran’ın organize ettiğini öne sürüp “Çok büyük bir bedel ödeyecekler. Bu bir uyarı değil, tehdittir” dedi. Daha sonra İran’la savaş değil barış istediği mesajını verdi.
ABD’nin İran’la doğrudan savaşı göze alamaması Tahran’a gerilimin çıtasını yükseltme imkanı sunuyor. “Öngörülemezlik” ve “Bilinmezlik” şu anda İran’ın en önemli silahı. Kuşatma ve müdahale stratejisine karşı İran’ın yaptığı, farklı coğrafyalarda vekil güçlerle asimetrik yanıtlar verme kapasitesini göstermek. Ancak bunu hangi boyutlara taşıyabileceği konusunu bahse açık bırakıyor.
Buna karşın ABD’nin tehditkar ve cezalandırıcı siyasetinin istenilen sonuçları vermediği görülüyor. Yani Ketaib Hizbullah’ın 5 tesisinin vurulması bu örgütü ortadan kaldırmadığı gibi Haşd el Şaabi’nin geri kalan onlarca bileşenini de hizaya getirmeye yetmiyor. ABD’nin bölgeye ilave 750 asker göndermesi de durumu değiştirmeyecektir. ABD 2003 işgali sonrası 100 binin üzerinde askerle Irak hamurunu yoğuramadı. İşgali tekrarlayamaz. Daha fazla cezalandırıcı hamle daha fazla öngörülemez asimetrik yanıt demektir.
Dahası yaptırımları temel dış politika enstrümanına dönüştüren Trump yönetimi sonuç alacak gerçekçi siyaset geliştiremiyor. İran’ın sıkışmışlığı, ABD’nin tükenmişliğini önemsizleştirmiyor. Amerikan müdahaleciliğinin içeriği de boşalıyor. Irak’ta bu denli saldırganlığa rağmen başbakanlık tayininde Amerikan iradesi çalışmıyor. Aynı şekilde Lübnan’da Hizbullah’ı köşeye sıkıştıran son siyasi kumpasta ABD oyun kurucu bir aktör olamıyor. Yaptırım siyaseti ABD’nin düşmanlarını yıpratsa da nüfuz kapasitesini olumsuz etkiliyor. Son krizde Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun yapabildiği İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, Suudi Veliaht Prensi MbS ve Abu Dabi Veliaht Prensi MbZ ile işbirliğini pekiştirmek. Mahşerin üç zavallısıyla ortaklığa indirgenmiş Amerikan siyaseti kendini bitirmiş demektir.
Irak’taki restleşme, İran’a Haşd el Şaabi’yi daha fazla kendi çizgisine çekme olanağı yaratıyor. Kuşkusuz bu durum Irak’a da devlet olma şansı bırakmıyor. Ancak İran bu şekilde askeri ve siyasi nüfuz kabiliyetini korusa da dipten gelen milliyetçi öfkeyi de beslemiş oluyor. Kartlar geliyor, kartlar gidiyor. Irak’taki Şii havza ve Şii siyasetinde “İran alerjisi” nüksetti; bu da öfkenin tandemle bir ABD’ye bir İran’a çarpacağı anlamına geliyor.
Gazete Duvar / 02.01.2020