“Şüphesiz: Marx hiçbir zaman ‘başlı başına’ ve bir ‘sorun olarak’ kadın sorunuyla uğraşmamıştır. Buna rağmen o, yeri doldurulamaz bir şey, kadının tam hakka sahip olma mücadelesinde en önemli olan şeyi yapmıştır. Materyalist tarih anlayışıyla o bize kadın sorunu hakkında hazır reçeteler değil ama çok daha iyi bir şeyi, onu incelemek ve kavramak için doğru, emin yöntemi verdi.” (Clara Zetkin - Kadınlar Karl Marx’a Ne Borçludur?)
Tarihsel kökleri çok derinde olan kadının ezilmişliği sorunu sınıfsal öze sahip toplumsal bir sorundur. Marksizm her toplumsal sorunda olduğu gibi bu konuya da diyalektik materyalist yöntem ışığında bakmamızı sağlar. Böylelikle sorunun tanımlanmasına ve çözümüne tarihsel, toplumsal gelişim yasalarının aynasından bakarak doğru temelde yaklaşabiliriz.
Bu bakıştan yoksunluk durumunda kadın sorunu tarihsel çerçeveden kopartılarak ele alınmakta, sınıfsal özü de yok sayılmaktadır. Bu nedenle kadın sorununa ve çözümüne dair tartışmalarda ciddi bir bilinç bulanıklığı yaşanmaktadır. Çünkü sorun ve kaynağı doğru tariflenmezse çözüm konusunda yanılgıya düşmek de kaçınılmaz olur. Bu durum konu hakkında ideolojik mücadele yürütmenin gereğini ve bunun için gerekli olan ideolojik donanımın önemini ortaya koymaktadır.
Kuşkusuz ki kadın sorunu ve ideolojik mücadele kapsamında öncelikli görevimiz gerici burjuva ideolojisine karşı olmalıdır. Bu gerici ideoloji kendisini sürekli, özellikle AKP hükümetleri döneminde giderek artan şekilde üretmektedir. Böylelikle kadının ev köleliği meşrulaştırılarak kadın toplumsal yaşamdan dışlanmaktadır. Beraberinde kadına yönelik sömürü, baskı ve şiddet artmaktadır. Yaşamın her alanında karşımıza çıkan bu gerici ideolojinin her türden yansısına karşı pratik mücadelenin doğru reflekslerle buluşması gerekmektedir. Bunu yapabilmek için de kadın sorununa dair marksist temelde bakış içselleştirilmelidir.
İdeolojik mücadelemizin bir diğer ayağını da kadın sorununu sınıfsal özünden kopartarak, salt kadın-erkek arasındaki bir sorun olarak gören, çözüm konusunda da bundan kaynaklı yeterli bir yanıt üretemeyen burjuva ve küçük burjuva feminist anlayışlar oluşturmaktadır. Kadın sorununa ve çözümüne dair yaklaşım sunan bu anlayışlar esasında kendi bulundukları sınıfsal konuma uygun “çözümler” üretmektedir. Bu anlayışlar, işçi ve emekçi kadınların yaşadıkları sorunların çözümü açısından yetersiz ve sonuçsuz kalmakla birlikte, işçi ve emekçi kadınların mücadele potansiyelini de mevcut düzen içi sınırlara hapsetmektedirler. Bundan kaynaklı, bu anlayışlarla ideolojik mücadelenin önemi ayrıca gereklidir. Ancak bu mücadele içinde nasıl bir politika izleneceği ve pratikte karşımıza çıkan görevler ve tutumlar açısından yine marksist bakış açısını özümsemek bizi doğru sonuçlara götürecektir.
Özetle kadın sorununa dair çok yönlü bir mücadele için hem pratik hem de ideolojik görevlerimiz ortadadır. 21 Aralık 2014 tarihinde yapılan Emekçi Kadın Komisyonları Çalıştayı’nda da vurgulandığı üzere, ideolojik mücadele görevlerimizi yerine getirmek için gerekli ideolojik donanım ve eğitim önemli bir ihtiyaçtır. Gündelik devrimci mücadele içinde gerek bu konuya dair gerici yaklaşımlarla mücadele için, gerekse örnek pratikler sergilemek açısından önemlidir. Aynı şekilde bu gündelik mücadele içinde kadın sorununa dair feminist sınırlarda farklı yaklaşımlara doğru yanıtlar geliştirmek ve bu temelde mücadele etmek için de geçerlidir. Kuşkusuz ki Emekçi Kadın Komisyonları Çalıştayı Sonuç Bildirgesi’nde vurgulandığı üzere yayınlarımız üzerinden bu türden mücadele görevlerimizi işlemeye devam edeceğiz. Bu açıdan ilk olarak Marksizm’in ışığında “kadın sorunu”nu ve çözümünü diyalektik materyalist yöntemle nasıl ele almak gerektiğine dair bir başlangıç yapacağız.
Marksizm ve kadın sorunu
Kadının ezilmişliği sorunu insanın tarihsel ve toplumsal gelişimi içinde belli koşulların ve toplumsal ilişkilerin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Bu açıdan “kadınlar her yerde ve her zaman” ezilmiyorlardı. Bunun böyle olmadığını, kadının ezilmesi sorununun tarihin gelişimi içinde belirli toplumsal ilişkilerin sonucunda oluştuğunu ilk tarifleyen ise Engels’tir.* Engels, toplumsal yaşamı belirleyen ekonomik ve siyasal ilişkilere göre kadının konumunun değiştiğini ve değişeceğini materyalist bakışla ele almıştır.
Bugünkü antropolojik ve diğer bilim alanlarından kadın cinsinin ezilmediği dönemlere dair yeterli verilere ulaşmaktayız. Ancak bu verilerin okunmasında, farklı sınıfsal konumlar ve ideolojik yaklaşımlar etkili olmakta, kadın sorununun kökenini tariflerken ve çözüm önerisi sunarken de bu etkenler belirleyici olmaktadır. Bilimdeki “önyargı” diyebileceğimiz bu durum egemen görüşün bu araştırmayı yapanlar üzerindeki etkisi sonucudur. Bu karşımıza öncelikle yaratılışçı, ırkçı, ataerkil vb. türlerde çıkabilmektedir. Araştırmayı yapan bilim insanı, egemen zihniyetin bu başat faktörlerinin etkisi altında ise, bilimsel verileri nesnel değerlendirmek yerine egemen zihniyet bakış açısıyla çarpıtabilmektedir. Bu etkenlerden bağımsız diyalektik bir bakışla bakıldığında gerek insan türünün de ait olduğu Primatlar arasında yapılan biyolojik gözlemlerden, gerekse günümüze dek avcı-toplayıcı yaşamı sürdürmüş kabilelerin yaşam örneklerinden ya da ortaya çıkan fosil kayıtlarından pek çok veri bizlere geniş bir bakış açısı sunmaktadır.
Kadının tarihsel yenilgisi nasıl başladı?
Diyalektik tarihsel yöntem sayesinde görebiliyoruz ki insanlık tarihinin gelişiminin içinde kadının cins ezilmişliğinin olmadığı bir dönem, ana yerli ya da ana soylu diye adlandırılan bir tarihi süreç yaşanmıştır. Bu süreç esasında ilkel komünal toplum dediğimiz bir döneme tekabül etmektedir. Özel mülkiyet olmadığı için sömürü ve iktidar ilişkileri de yoktur. Aile ve devletin de olmadığı bu dönemde insan toplulukları eşitlikçi bir şekilde yaşamıştır. Engels’in de belirttiği üzere toplumun bu aşamasında bildiğimiz anlamda “hukuki” haklar yoktur. Bu açıdan da bu dönemde bir erk’ten de söz edilemez. Ama bu toplumlarda soy kadın üzerinden belirlenmektedir. Çocuklar topluluğa ait görülürken, topluluğun her bireyi de yararlı emek faaliyeti içindedir. Avcı-toplayıcılıkla yaşam sürmekteyken, bu iş bölümü bir ayrıcalık taşımamaktadır. Kadınların doğurganlıkları ve bebeklerin uzun süreli bakım ihtiyacı kadınların genelde yaşam alanına yakın yerlerde toplayıcılıkla besin elde ettiğini düşündürtmektedir. Zira çocuklar ve bu anlamda soyun korunması önemlidir.
Kuşkusuz kadınların doğurganlıkları nedeniyle ayrı, saygın bir konumları olduğu da bir gerçektir. Bu durum, dönemin ritüellerine ya da sanatına da yansımıştır. Ancak Engels, bu topluluklarda kadınların daha belirgin konumlarının toplumsal üretim ilişkileri içinde anlam bulduğuna dikkat çekmiştir. Şöyle ki, genelde toplayıcılıkla yoğunlaşan kadınlar topluluğun beslenmesinde avcılığa göre daha elverişlidir. Zira avlanılamadığında topluluk bu sayede aç kalmamaktadır. Ayrıca erkeklerin av için uzun süreli topluluktan uzak yaşadığı düşünüldüğünde, kadınlar topluluğu yönetmektedir. Ayrıca avlanan besinlerin saklanması işi ve bilgisi de kadınlardadır. Benzer şekilde ilkel tıp anlamında faydalı bitkilerin, yenilecek besinlerinin bilgisi de kadınlardadır. Zamanla toprak işleme, bitki yetiştirme ve hayvanların evcilleştirilmesi de kadınların ön ayak olduğu toplumsal işler arasına girmiştir.
Mülkiyet ilişkilerinin topluluktan özele kaymasıyla birlikte kadının tarihsel yenilgisi de başlamıştır. Ürün fazlasının oluşması, üretimde zaman içinde kol gücünün bu anlamıyla erkeğin öne çıkması, üremede erkeğin rolünün keşfi, mülkiyet ve veraset ilişkilerinin ortaya çıkışı ve buradan doğru da soyun erkeğe göre belirlenmesi, tek eşli çekirdek ailenin ortaya çıkması ve devamında sınıfların belirgin hale gelmesi kadınlar için eşitlikçiliğin de sonu olmuştur.
“Analık hukukunun yıkılışı, kadın cinsinin tarihsel yenilgisi oldu. Evde bile, idare erkeğe geçti; kadın aşağılandı, köleleşti ve erkeğin keyif ve çocuk doğurma aleti haline geldi. Kadının, özellikle Yunanlıların kahramanlık çağında, sonra da klasik çağda görülen bu aşağılanmış durumu, giderek süslenip püslendi, aldatıcı görünüşlere sokuldu, bazen yumuşak biçimler altında saklandı; ama hiçbir zaman ortadan kaldırılmadı.” (F. Engels)
Başlangıcını köleci dönemin sömürü ilişkileri içinde bulan kadının ezilmişliği ve sömürüsü, her sınıflı toplumun kendine özgü koşulları içinde “yenilenmiş” şekilde, bugünkü kapitalist topluma devredilmiştir.
Cinsiyet değil, sınıf çelişkisi…
“… üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısını, belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üstyapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur. Maddi hayatın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel hayat sürecini koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır.”(Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı)
Marksizm bize sınıflı her toplumda egemen düşüncelerin egemen sınıfa ait olduğu gerçeğini anlatır. Buna göre üstyapıyı oluşturan her alanda dinden sanata, aile ilişkilerinden diğer ideolojik alanlara kadar egemen fikirlerin kaynağı mevcut üretim tarzıdır. Konumuz açısından bakarsak ataerkil kültür toplumsal üretim ilişkilerinin sonucu oluşmuş ve her sınıflı toplumsal düzende üst yapısal ilişkiler içinde her daim yer edinmiştir. Bu nedenle üstyapıda kendini gösteren her türden sorunla olduğu gibi ataerkillikle mücadele içinde son tahlilde üretim tarzını, ona tekabül eden sınıfsal ilişkileri değiştirmek gerekmektedir.
Bundan dolayı sorunu cinsiyetler temelinde değil sınıflar temelinde tanımlıyoruz. Sorunun kaynağında erkek bireyi değil, erkek bireyin kadın bireyi nasıl algılaması gerektiğini söyleyen, onu bu şekilde eğiten mevcut toplumsal yapı olduğunu söylüyoruz. Kadın da erkek de kendilerine dayatılan bu bilinci, alternatif devrimci bir bakışla karşılaşmadıkları oranda sürdürmektedirler. Bundan kaynaklı üstyapıda yansıyan gerici burjuva ideolojisine karşı verilecek mücadele, sınıfsal temeldeki mücadeleyle birlikte ele alınmalıdır.
Sosyalizm niçin kadınların kurtuluşudur?
Marksizm kadının ezilmişliği sorununu belirli bir tarihsel süreç içinde koşulların ve üretim ilişkilerinin bir sonucu olarak ortaya çıktığını ve bundan dolayı da sorunun ortadan kalkması için toplumsal koşulların değişmesi gerektiğini söyler. Sorunun çözümü için bu yöntemsel ele alış, bize toplumsal bir devrimin gerekliliğini gösterdiği gibi alternatif bir toplumsal yaşam olarak sosyalizme işaret eder.
Özel mülkiyetle ortaya çıkan bir sorunun özel mülkiyetin kaldırılmasıyla biteceği çok açıktır. Ancak bu temel gerçeğin, Marksizm’e kadın sorunu üzerinden eleştiri yöneltenlerin söyleyegeldiği üzere “sorunun çözümünü maddi koşulların değişimine indirgediğimiz” ve çözümü “toplumsal devrim sonrasına ertelendiğimiz” klişeleri ile yakından-uzaktan ilgisi yoktur. Diyalektik materyalist yönteme dayalı sınıf mücadelesini temel alan bizler, toplumsal devrim hedefine bağlı olarak kadınların yaşadığı sömürü ve eşitsizlik karşısında acil demokratik ve sosyal istemler uğruna mücadelenin önemini asla göz ardı etmeyiz/edemeyiz. Bu mücadelenin işçi ve emekçi kadınlar üzerindeki özgürleştirici etkisi yanında, böylesi bir eğitimin işçi ve emekçi kadınları devrim mücadelesine kazanacağını da unutmayız.
Özetle: “Sosyalizm mücadelesinde, işçi ve emekçi kadınların özgün sorunlarına dayalı demokratik talepleri ile sınıfsal talepleri arasındaki bağ doğru bir biçimde kurulmalı, nihai kurtuluşun sosyalizmle mümkün olduğu perspektifi, kadının özgül sorunları üzerinden mücadelenin önemini zayıflatan bir rol oynamamalıdır. Diğer yandan, işçi ve emekçi kadınların gündelik acil demokratik talepleri üzerinden mücadelesi örgütlenirken, sosyalist propaganda çalışması bunun olmazsa olmaz bir boyutu olarak ele alınabilmelidir.” (Devrimci Kadın Kurultayı Sonuç Bildirgesi)
Toplumsal bir devrim, üretim araçları ve zenginlikleri üzerindeki özel mülkiyete kamu adına el koyma imkanı verecek önemli bir adımdır. Bu şekilde kadının ezilmişliğinin maddi koşulları da ortadan kaldırılmış olur. Ve sonrasında alınacak önlemler ile sorunun çözüm süreci işler. Bu önlemlerin temelinde kadının üretime ve sosyal-siyasal-kültürel yaşama katılmasının önünün açılması amacı vardır. Kuşkusuz kapitalizm, kadını üretim alanına çekerek, kadın emeğini kâr hırsı uğruna yaygınca kullanırken, tarihsel ölçekte önemli bir iş de yapmıştır. Ancak, bu kapitalizmde kadının çifte sömürüsü ve ezilmişliği demektir. Kadını üretim alanında sömürürken onun ev köleliği sorununu çözmek gibi bir niyeti ve derdi olmamıştır kapitalistlerin. Bu nedenle sosyalizmde kadınların üretime çekilmesin ve çifte sömürüsünün son bulması için öncelikle, bunun maddi zemini olan ev işleri ve çocuk bakımının toplumsal kurumlaşmalar yoluyla ortadan kaldırılması gerekmektedir. Kuşkusuz ki tüm bu maddi önlemlerin, kökleri oldukça derinde olan geleneklerle ve alışkanlıklarla taşınan gerici ataerkil ideolojiyle sistematik bir mücadele ve eğitimle birlikte ele alınması gerekmektedir.
Kadın sorununun çözümünde toplumsal bir devrimin gerekliliğini göstermesi açısından Ekim Devrimi deneyimi fazlasıyla öğreticidir. Toplumsal kurumlaşmalar dışında, özel mülkiyetin kaldırılması amacının doğrudan bir sonucu olarak veraset sistemi de yıkılmış, varis kavramının yok olmasıyla bugünkü anlamıyla aile ilişkilerinin mülkiyet ilişkilerine göre belirlendiği döneme son vermenin önü açılmıştır. Ekim Devrimi ile boşanma ve kürtaj hakkı da kadının kendi yaşamında söz sahibi olması açısından alınmış diğer önlemlerdir. Yanı sıra evlilik içi-dışı çocuk ayrımı kalkmıştır. Eğitim ve bir dizi alanda kadın lehine alınan diğer önlemler de sorunun çözüm yoluna ışık tutmaktadır.
Bu açıdan diğer tarihsel deneyimlerin yanı sıra özelde Ekim Devrimi’ni değerlendirirken de diyalektik materyalist yöntemle yaklaşmalı, olumlu-olumsuz örnekleri bu gözle ele almalı, bugünkü mücadelemize katkı yapmalıyız. Bu açıdan bir kez daha Marksizm’in bilgisine sahip olmak ve dünyayı yorumlarken ama en çok da değiştirirken** bu yöntemin yol açıcılığından ilerlemek zorundayız.
Son olarak vurgulamak gerekirse, sosyalizmin kadını ve erkeği bugünkü halleriyle değil, yeni toplumun yeni insanı olarak eşitleyen, bunu kendisine temel ideolojik ve politik ilke olarak tanımlayan bir toplumsal bir düzen olduğu gerçeğinde hareket etmeliyiz.
(*) Engels Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni adlı kitabını, Marx’ın L.H Morgan’ın Eski Toplum adlı kitabından tuttuğu notlara dayandırdığı belirtilmektedir.
(**) “Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir.” (Feuerbach Üzerine Tezler - 11. Tez)
Yararlanılan kaynaklar:
- Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni - F. Engels
- Kadın sorunu üzerine konferanslar - H. Fırat
- Kadın Antropolojisi - Rayna Reiter