Enflasyon kimi vuruyor?

Hayat pahalılığı Almanya’da da yüksek enflasyon karşısında düşük ücretlerle kendisini hissettiriyor. İngiltere Başbakan Johnson'un politikaları tartışılırken Fransa'da bugün seçim günü.

  • Çeviri
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 24 Nisan 2022
  • 09:30

Dünya genelinde hayat pahalılığı Almanya’da da yüksek enflasyon karşısında düşük ücretlerle kendisini derinden hissettiriyor. Neues Deutschland’dan Simon Poelchau, Almanya’da görülmemiş orandaki enflasyon artışı, ücretlerin düşürülmesi, kemerlerin sıkılmasını isteyenlerle kemer sıkılmasının, düşük ücretlerin enflasyonda zehir olduğunu, ekonomiyi durgunluğa sürükleyeceğini söyleyenleri karşı karşıya getirdiğini belirtiyor.

İngiltere’de kovid kısıtlamaları döneminde herkesten karantina kurallarına uyması istenirken Başbakanlık ofisinde birçok kez kalabalık partilerin düzenlendiği skandalının ortaya çıkması ve Başbakan ve Muhafazakar Parti lideri Boris Johnson’ın da bu nedenle para cezasına çarptırılması en fazla tartışılan konulardan biri olmaya devam ediyor. Johnson’ın liderliğinde Muhafazakar Parti, 2019 seçimlerinde tarihsel olarak İşçi Partisi’ne oy veren bölgelerde önemli kazanımlar elde etmişti. New Statesman dergisine yazan David Gauke, Johnson’ın gelecek seçimlerde de sadece kendisinin bu bölgeleri kazanabileceğiyle övündüğünü, ama aslında parti skandalı nedeniyle buralarda kaybedeceğini, köşeye sıkıştığı için de daha popülist politikalar izleme yoluna gidebileceğini belirtiyor.

Fransa’da ise cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turu bugün yapılacak. Yarışan iki aday, mevcut başkan ve yeniden aday Emmanuel Macron ile aşırı sağın temsilcisi Marine Le Pen. 5 yıl önce olduğu gibi, muhalefet partileri ağırlıklı olarak Macron’u yeniden seçerek Le Pen’in sandıkta yenilmesi çağrısında bulunuyor. Marine Le Pen’in temsil ettiği tehlikeden ne kadar emin olunsa bile, zorunluluk nedeniyle Macron’a boyun eğme seçeneği birçok insan için giderek daha zorlaşıyor. Fransa İşçi Komünist Partisinin (PCOF) gençlik örgütü UJR de mücadeleyi güçlendirme çağrısı yapıyor.

Enflasyon kimi vuruyor?

Simon POELCHAU
Neues Deutschland

Politikacılar uzun zamandır refah düzeyinin zirveye ulaştığını, artık her şeye gücümüzün yetmediğini, yani kemerlerimizi sıkmanın zamanının geldiğini söylüyorlar. Kemerlerini kimin ne kadar sıkması gerektiğine daha yakından bakmanız önerilir. Çünkü artan enflasyon herkesi eşit etkilemiyor. Makroekonomi ve İş Döngüsü Araştırmaları Enstitüsü (IMK) tarafından yapılan hesaplamalara göre, düşük gelirli aileler özellikle etkileniyor, enflasyon oranları zenginlere göre önemli ölçüde yüksek.

Düşük gelirli insanların enflasyondan özellikle kötü etkilenmesinin basit nedenleri var: Evdeki enerji ve gıdaya daha büyük bir pay harcıyorlar -şu anda benzin istasyonundaki yakıtın yanı sıra fiyatları en hızlı yükselen iki mal grubu enerji ve gıda. Ancak bu haneler yalnızca toplumun zengin kesiminden daha yüksek bir enflasyon oranına sahip değiller ekstra olarak biriktirdikleri, zor günde harcayacak bir paraları yok. Sonuçta, sadece yeterince kazananlar tasarruf edebilir.

Bu sosyal dengesizlik korona krizinin bir sonucu olarak daha da kötüleşti. Çünkü bu kriz aynı zamanda düşük gelirlileri toplumun geri kalanından çok daha fazla vurdu. Ve şimdi anti-sosyal enflasyon onları vuruyor.

Çok da uzun olmayan bir zaman önce, muhafazakar politikacılar ve neoliberal ekonomistler, bir fiyat-ücret sarmalının sözde tehlikesi konusunda uyardılar. Artan fiyatlar nedeniyle yüksek ücret taleplerinin yalnızca enflasyonu artıracağını savundular. Bu uyarının iyi yanı, kimsenin onu gerçekten dikkate almak istememesiydi.

Şimdi, mevcut durum nedeniyle ekonomik nedenlerle güçlü ücret artışlarından yana olan sesler bile yükseliyor. Ve bunlar hiçbir şekilde sendika kampından gelen sesler değil, DIW (Alman Ekonomik Araştırma Enstitüsü) Başkanı Marcel Fratzscher ile birlikte, bu ülkedeki en tanınmış ekonomistlerden biri de daha yüksek ücretlerden yana.

Çünkü yüksek enflasyon oranları çalışanlar için sadece bireysel bir sorun değil. Enerji ve gıdaya giderek daha fazla para harcanması gerekiyorsa, başka yerde yeterli para kalmayacak demektir. İyi ya da kötü, insanlar kendilerini bir yerde sınırlamak zorundadır. Bunun ekonomik düzeyde ne anlama geldiğini, zaten ekonomideki temel çalışmalarda öğreniyorsunuz; geçmişte ekonomiyi büyük ölçüde destekleyen özel tüketim çöküyor.

Sırada, tam bir resesyon tehdidiyle karşı karşıya olabilecek ekonomi var. Dolayısıyla tehlike, çok büyük ücret artışları değil, çok düşük artışlardır. Çünkü enflasyon nedeniyle kaybedilen satın alma gücü telafi edilmelidir. Bu argümana ikna olmayanlar, geçmiş on yılların neoliberal kriz deneyimlerine bir göz atmalıdır.

Kriz sırasında emekçi halkın maaşlarının kesildiği, yani geniş satın alma gücünün kısıtlandığı her yerde durgunluk sonunda daha da derinleşti. Bu nedenle düşük ücretler bireysel kapitalist için iyi olabilir, ancak tüm bir ekonomi için zehirdir.

(Çeviren: Semra Çelik)

Boris Johnson neden daha popülist olma yoluna gidebilir?

David Gauke
New Statesman

Boris Johnson’ın başbakanlık görevinden istifa etmesini gerektiren güçlü bir ahlaki argüman var. Londra Polis Teşkilatı, Johnson’ın kendi koyduğu karantina yasaklarını çiğnediği sonucuna vardı ve Johnson buna itiraz etmiyor. Daha fazla para cezasına çarptırılacağı neredeyse kesin ve Başbakanın davranışlarına ilişkin parlamentoya verdiği güvenceler inandırıcı değil.

Johnson’ın görevden alınmasının Muhafazakar Parti için mantıklı bir siyasi hamle olup olmadığı ise ayrı bir soru. Aslında mantıklı (halkın öfkesi güçlü ve bunun ortadan kalkacağını sanmıyorum) ve her halükarda ahlaki değerlendirme önde gelmeli, ama Muhafazakarların gelecek seçimleri kazanması için Johnson’ın eşsiz  bir konumda olduğu argümanını incelemek gerek.

Bunun başlangıç noktası, İngiliz siyasetinin yeniden düzenlendiği yönündeki ikna edici iddiaya dayanıyor. Bir zamanlar oy verme davranışları büyük ölçüde ekonomik güvence ile belirlenirken (ekonomik güvenliği daha yüksek olanlar sağa oy verme eğilimindeyken, daha az olanlar sola oy verme eğilimindeydi), kültürel konuların giderek daha önemli hale geldiği uzun dönemli bir eğilim var. Nüfus yoğunluğu, ırksal çeşitlilik ve eğitim durumu gibi faktörler, bir bölgenin nasıl oy kullanacağı hakkında ortalama gelir düzeyinden daha fazla bilgi verebilir.

Bu eğilim yalnızca İngiltere için değil, diğer gelişmiş ülkelerin çoğunda da geçerlidir. Bir zamanlar solun sosyal demokrat partilerini destekleyen seçmenler şimdi Donald Trump, Marine Le Pen ve Johnson’a oy veriyor çünkü bu politikacılar kültürel değerlerini daha iyi temsil ediyor. Tüm hatalarına rağmen Johnson, Trump veya Le Pen değil, ama hem 2016 Brexit (AB’den ayrılma) referandumunda hem de 2019 seçimlerinde aynı tür seçmenlere hitap etti. İngiltere’de yapılan bir anketin hem AB’den ayrılmadan yana olan seçmenlerin hem de Muhafazakar seçmenlerin Emmanuel Macron’a karşı Le Pen’i tercih ettiğine işaret etmesi dikkat çekici. (…)

Esasen Johnson’ın 2019’da ülkeye sunduğu şey buydu: Brexit’i nihayetine erdirme, siyasi doğruları savunmama, hemşire ve polis sayısının artırılması, ‘Boris’e Oy Ver’. Kızıl Duvar (tarihsel olarak İşçi Partisi’nin oy aldığı bölgeler) yıkıldı ve Muhafazakarlar parlamentoda 80 sandalyelik çoğunluğu kazandı.

Muhafazakarların karşı karşıya olduğu zorluk, başka birinin bunu tekrarlayabileceğinin net olmaması. Çok sayıda Brexit yanlısı kültür savaşçısı var, ancak iç ekonomik tartışmalar genellikle yüksek bütçe açıklarından endişe duyanlarla yüksek vergilerden endişe duyanlar arasında. Harcamaların artırılmasını pek çok yeni Muhafazakar seçmen desteklese de buna hevesli çok az Muhafazakar Parti yetkilisi var. Johnson’ın karizması ve şöhretiyle boy ölçüşebilecek bir aday da yok.

Johnson açısından siyasi durum şöyle: İngiliz siyasetinin yeniden düzenlenmesinden yararlanmak için gerekli niteliklere sahip tek Muhafazakar politikacıdır. Sorun şu ki, parti skandalı (Kovid kısıtlamaları döneminde başbakanlıkta partiler düzenlenmesi) konusundaki tutumu ona pahalıya mal oldu. Johnson’ın popülaritesi, bu partiler nedeniyle ülke genelinde bir darbe aldı, ancak bu konuda en olumsuz tepki veren grup, 2019’da Muhafazakarlara oy veren (yeni) seçmenler. (…)

Belki de tamamen şaşırtıcı bir durum değil. Sorulduğunda, bunlar yasaların zenginler ve yoksullar için farklı işlediğini kabul eden seçmenler. Bu anlayış onları geçmişte Muhafazakarlara oy vermekten alıkoymuştu. Başbakanın davranışı eski önyargılarını doğrulamış oldu.

Boris Johnson ne yapıyor? Benim şüphem, bazı eski ayrım çizgilerini kullanmaya çalışacağı yönünde. Ruanda iltica politikası buna uyuyor ve yeni yasama yılı için sunulacak tasarılar, hükümete Kuzey İrlanda protokolünü uluslararası hukuku ihlal edip tek taraflı bir şekilde yeniden yazma yetkisi vererek Brexit sorununu yeniden açacak gibi görünüyor.

Bundan sonra olacaklar pervasız, terbiyesiz ve nihayetinde başarısız olabilir, ancak bir köşeye sıkıştığınızda sunduğunuz projeksiyon popülist bir partiye liderlik edecek en iyi adayın siz olduğuna dairse, daha popülist olmak muhtemelen iyi bir fikirdir.

(Çeviren: Dış Haberler)

Macron ve Le Pen karşısında, mücadeleyi seçelim!

Macron ve Le Pen'in yeniden karşı karşıya geleceği cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turuna sadece birkaç gün kaldı.*

Le Pen, gericiliğin ve aşırı sağın sesi, halk tabakaları arasına yalnızca nefret ve bölünme eken, ırkçı ve gerici fikirlerin adayıdır. “Sistem karşıtı” olduğuna inanmamızı istese bile gerçekte burjuvazinin ve mülk sahiplerinin aşırı gerici ve şovenist akımlarının bir parçasıdır. Kampanya sürecinde Zemmour’a bıraktığı hiçbir fikri inkar etmedi.

Son beş yıl, Macron’un tekellerin ve büyük şirketlerin hizmetinde olduğunun somut kanıtı. Pandemi sırasında devlet, karlarını ve hissedarlarının temettülerini korumak için onlara milyarlar sundu. Bu süre zarfında, hayatlarını tehlikeye atmak pahasına da olsa, ebeveynlerin çalışmasına ve “ekonomiyi yeniden başlatmasına” izin vermek için öğrencilerden okula dönmeleri istendi. Yüz binlerce öğrenci uzaktan eğitim, izolasyon ve yoksulluk yaşadı.

Birçoğu yemek yiyebilmek için yalnızca kendilerine ve yardım kurumlarının yardımına güvenebildi... ama aynı zamanda, üniversitelerde İslamcı-solcuları** avlamak daha büyük aciliyetti.

Salgının başlangıcından itibaren bitkin düşen hastane çalışanları, maskesiz ve asgari maddi şartlar olmadan işlerini yapmak ve can kurtarmak için mücadele ederken, devlet hastanelerinde yatak kesintileri sürekli devam etti.

Macron’un görev süresinin başlangıcından bu yana yönergesi açıktı: Patronlara daha kolay işten çıkarılmaların koşullarını yaratmak için daha fazla “esneklik” sundu; özellikle gençler arasında belirli süreli sözleşmelerin yaygınlaşmasının koşullarını yarattı; Fransız iş kanununun reformu ile iş alanının haklarını ezmeye devam etti; binlerce işsiz ve güvencesiz işçiyi haklarından mahrum eden İşsizlik sigortası reformunu getirdi; giderek daha geç ve daha belirsiz bir emeklilik için çalışma olasılığını takviye etti... liste uzun, çok uzun!

Bunlara ek olarak; üniversitelerde artan seçicilik ve zorluklar, hükümetin gençlere yönelik yoksulluk ve dayanışma gelirini reddetmenin gerekçesi olarak sunduğu “Taahhüt sözleşmesi” veya meşhur “1 gence 1 çözüm” planı; özellikle gençleri etkileyen konut yardımı reformu, gençleri askere göndermek için “Evrensel Ulusal Hizmet”in (Service National Universel) kurulması ve onları emperyalist savaşların askerleri yapmak için onca reklam kampanyaları, tüm Müslüman karşıtı propagandalar, polis şiddetini ve cezasız kalmasını meşrulaştıran “Global güvenlik” yasası gibi acımasız yasalar, “iyi” ve “kötü” göçmenleri ayıran gerici göç politikaları...

İşte tüm bunlara karşı mücadele etmekten asla vazgeçmedik. Pek çok gencin söylediği ve 24 Nisan 2022’da söyleyeceği gibi, bu adaylardan herhangi birine oy vermeyi reddediyoruz!

Ultra-liberalizm ile ultra-gericilik arasında seçim yapmayı reddediyoruz.

Macron ve Le Pen arasında, haklarımızı savunmak, sömürü ve sefaletle mücadele etmek için mücadeleyi seçiyoruz. Sadece savaşlar ve sefalet üreten, gezegeni ve geleceğimizi yok eden bu sisteme karşı mücadele etmeyi seçiyoruz!

*Union des Jeunes Révolutionnaires - UJR (Genç Devrimciler Birliği)
**Fransa'da son aylarda ve özellikle Pandemi sürecinde İslamcılarla solcular arasındaki ittifaka atıf yapan 'İslamcı-solculuk' (Islamo-gauchisme) ifadesi hükümet içinde, akademide ve medyada en çok tartışılan konulardan biri oldu.

(Çeviren: Diyar Çomak)

Evrensel / 24.04.22