Avukata gaz, Kürt’e linç, işçiye cop!
Sermaye devletinin baskı ve devlet terörü, bugün yaşanan bir dizi örnekle ayyuka çıktı. Pervasızlıkta sınır tanımayan düzen güçleri devrimci avukatları adliyede copladı, direnen işçilerin çadırlarını başlarına yıktı. HDK’lilere yönelik ırkçı saldırı tezgahlayanlar Silivri’deki ulusalcıları dahi polis terörüne maruz bıraktı.
Baskı ve terör her alanda!
AKP iktidarından liberaller dahi umudu keseli çok oldu. Ancak faşist baskı ve devlet terörünün gün be gün pervasızlaştığı ve şiddetin dozunun arttığı da bir gerçek. İktidarını perçinlemek için her tür yasal düzenlemeyi yapan ve gün be gün tek adam diktatörlüğünün hukuki altyapısını oluşturan AKP, bununla paralel olarak dış ve iç politikada da aynı saldırganlığı devreye sokuyor. Zaten içerdeki diktatörlüğün gereği de dışardaki bu saldırganlığın ve hareket kolaylığının sağlanabilmesinden geçiyor.
Suriye üzerinden savaş taşeronluğuna soyunan iktidar, çıkaracağı yasalarla şekilsel bir kuvvetler ayrılığına dahi tahammül edemezken, yeni anayasa ile fiili olarak uygulanan faşist politikaları resmiyete dökme hazırlıkları yapıyor. Başkanlık sistemi ile birlikte yapılacak yasal düzenlemeler, devlet erki içerisinde yetkinin ağırlıklı kısmını başkana ve iktidar partisine veriyor. Böylece görünürdeki bir burjuva demokrasisinin dahi eline ayağına dolanmasının önüne geçilmek isteniyor.
Ancak AKP’lilerin itiraflarında sokaktan duydukları korku da her fırsatta ifade ediliyor. Bu korku nedeniyle dünün kimi liberal özgürlükleri dahi tırpanlanırken kazanılmış haklar bir bir ortadan kaldırılıyor. Korku paranoyası ve terör demagojisi, iktidarın temel bir argümanı olarak her gün karşımıza çıkıyor.
Ulusalcı kliğe taviz yok
Bugün yaşanan bir dizi olay ise devletin vahşi yüzünün ispatları sadece. Düzen içi iktidar mücadelesinde artık başarısını garantileyen dinci partinin bu alanda son derece pervasız hareket edebildiği biliniyor. Geçtiğimiz yılın 29 Ekimi’nde kitlenin üzerine saldıran AKP, bugün de Silivri’ye giden ulusalcı güçleri tazyikli su ile püskürttü.
Bir başka düzen kliğinin peşindeki bu kitle AKP’nin saldırısına hedef olmak için sadece Ergenekon davasının görüldüğü salona girmek istedi. Ancak düzen partisi CHP’nin vekilleri dahi saldırıda yaralandı.
Ergenekon duruşması ise bildik bir tiyatro biçiminde herhangi bir gelişme yaşanmaksızın tamamlandı.
Linç eşliğinde “barış ve müzakere”
Devlet terörünün ırkçı faşist kışkırtma biçiminde kendini gösterdiği bir başka alan ise Sinop oldu. HDK’nin Karadeniz turu, devlet destekli linç girişimi ile karşılandı. Günlerdir saldırı tehditleri savuran faşist çeteler, HDK heyetinin bulunduğu öğretmenevini sardı ancak polis bir türlü bu çapulcuları kontrol altına alamadı.
Gün boyu bayrak ve pankartlar açıp ırkçı sloganlar atan, küfürler eden grup polis ile kolkola beklerken HDK’lilere tahliye teklifinde bulunuldu. Sermaye devletinden barış ummanın, uzlaşı ile çözüm beklemenin gerçek dışılığı da bir kez daha görüldü. Zira devletliler sözde barış mesajları verirken, gerçekte yapmak istedikleri Kürt hareketini tasfiye etmek.
Sinop’ta ortaya çıkması istenen manzara da devletin elini güçlendirmekten başka bir amaç taşımıyor. Hesaba göre HDK’liler Sinop’tan kaçmak zorunda kalacak. Boyalı basın da Sinoplular’ın HDK’lileri nasıl kovduğunu anlatacak. Göstermelik barış mesajlarının, dile dolanan kardeşlik söylemlerinin karşılığı Kürt halkına karşı ırkçı saldırılardan başka birşey değil.
Üstelik Silivri’de mağdur pozlarına bürünen CHP’nin Sinop Belediye Başkanı’nın BDP’lileri hedef gösteren ve provokasyona ortak olanlardan biri olması da madalyonun bir başka yüzü.
Devrimci avukatlar halen hedefte!
Devrimci avukatları hedef alan ve düzmece iddialarla ÇHD’lileri zindanlara kapatan sermaye devleti, yaptığı açıklamalarla bunun da “münferit” olmadığını göstermişti. AKP şefi Erdoğan yalnızca tutuklanan avukatları değil onlara sahip çıkanları da tehdit etmişti.
Tehditlerin ardından beklenen oldu ve eylem yapan avukatlar önce adliye özel güvenliğinin, ardından ise polisin saldırısına maruz kaldı. Dünyanın en büyük adliyelerinden olan İstanbul Adliyesi ile övünenler, artık bu adliyeden avukatların yerlerde sürüklendiği ve dövülerek gözaltına alındığı bir adliye diye bahsedileceğini de bilmeliler.
Kuşkusuz ki bu saldırı da Erdoğan’ın tehditleri ile işaretini verdiği devlet terörünün parçasıydı. Yalnızca saldırmakla kalmayan devlet, bu saldırılara karşı ses çıkarılmasının da önüne geçmek, dayanışmayı ortadan kaldırmak için hedefli biçimde hareket etmekte. Başsavcı sıfatlı bir kişinin saldırıyı meşrulaştırmak için “Avukat cüppeli” ifadelerini kullanması ve “kapıları kırdılar” gibi yalanlara sarılması ise hukukun kepazeliğinin ifadesi.
Direnen işçilere saldırı
Direnen Farabi işçilerine yönelik saldırı da devlet terörü tablosunu tamamlamak için önemli bir halka. Belki Trabzon’da olduğu için gündemin dışında kalsa ve fazla ilgi görmese de 68 işçinin yeni yılın ilk günlerinden beri sürdürdüğü direniş, taşerona karşı verilen önemli bir mevzi savaşı.
Bunun bilincinde olan sermaye devleti bugün bir kez daha işçilere saldırdı ve çadırlarını yıktı. Hastane özel güvenliği eliyle gerçekleştirilen saldırıda çok sayıda işçi de yaralandı.
Bu saldırı ile birlikte iktidarın tehlike olarak gördüğü tüm kesimlere de şiddetinin örnekleri ortaya konuldu.
Hedefte tüm muhalif güçler!
Bu tabloya baktığımızda AKP iktidarının bugün kendisine tehlike arz ettiğini düşündüğü her kesime benzer bir pervasızlıkla saldırdığını söyleyebiliriz. Ulusalcı tabir edilen düzen içi muhalefeti dahi gaza boğanlar kadim düşmanları işçilerin her fırsatta başını ezmekte, devrimcilere yönelik saldırılarını avukatlar şahsında sürdürmekte, Kürt halkına düşmanlıklarını ırkçı linçlerle ortaya sermektedir.
Bu örneklerin aynı gün yaşanması tesadüf olsa da her gün yenileri eklenen devlet terörü uygulamaları, çok daha tehlikeli bir dönemin kapısının aralandığını da göstermektedir.