Kedi değil hırsız, hırsız! – Ferda Koç

  • Arşiv
  • |
  • Sol Basın
  • |
  • 20 Şubat 2013
  • 09:17

Gerilla’ya sürek avı, Kandil’e bombardıman, Avrupa’da suikast, BDP’ye burun sürtme “AKP kendi kitlesini müzakere sürecine ikna etmeye çalışıyor” diyerek mazur gösterilebildi. Karadeniz’deki linç girişimi de MHP ve CHP’nin sırtına yıkılıp Tayyip Erdoğan’ın eli yıkanabilir elbette.

Sokağa salınan itin kopuğun “hüviyetlerine” üstün körü bakıp “kedidir kedi” diye söylenerek uykuya dalmayı tercih edeceklere sözümüz yok. Onlarda AKP’nin ve Tayyip Erdoğan’ın “Türkiye’deki Kürt sorununu çözmek istediğine” bu iman varken hiç bir kudret, hiçbir kanıt aksine inandırmaya yetmez. Sözümüz, “AKP’nin çözüm istediği veya çözüme mecbur olduğu” ön yargısına sahip olmayanlara.

Mustafa Suphi’lerin katlinden bu yana bu ülkede devlet “yol vermeden” linç de olmaz, girişimi de olmaz. Sadece “yol vermek”le de yetinmez bu devlet, iti köpeği de toplar, düzene sokar, nerede havlayacaklarını, nerede ısıracaklarını, nerede kuyruklarını toplayıp sıvışacaklarını da belirler. (İsteyen Türk Tarih Kurumu’nun yayınladığı “TKP ve Mustafa Suphi Olayı” kitabını okusun.)

Bir linç hareketinde polis “yol veriyorsa” bilin ki orada siyasi irade vardır, hem de en yüksek kattan ortaya konulmuş şekilde. Dünyanın en “duygusal”, en “provokasyona açık”, en “başıbozuk” polisi imiş gibi görünen Türk polisi iş siyasete, hele de siyasetin zorbalıkla sürdürülmesine geldi miydi yukardan emir almadıkça nefesini bile bırakmaz. Bu ülkede en yüksek yerden emir almadan ne linç olur, ne yargısız infaz, ne de işkence. Eğer oluyorsa bilin ki en yüksek yerin talimatı vardır.

Sinop ve Samsun’daki linç girişimlerinin talimatının da “en yüksekten” verildiğini anlamak için kahin olmak gerekmiyor. Termik santral ve HES protestolarında ellerinde Türk bayrağı taşıyan yaşlı kadınları, erkekleri yerlerde süründüren Sinop ve Samsun polisi, bağıra çağıra gelen bir linç girişimine “kendi kafasından” yol vermez, veremez, verirse sürüm sürüm süründürüleceğini bilir.

Peki bu “en yüksek yer” bunu neden yapıyor?

Lice katliamını niçin yaptıysa, Kandil’i niçin bir ay boyunca her gün ABD-İsrail teknolojisiyle bombaladıysa, Paris cinayetini NATO gladiosu vasıtasıyla niçin işlediyse o yüzden elbette. “Savaşta yenemediğini, masada yenmek için”.

Oynanan oyun basit: Kürtleri yalnızlaştırmak, her cepheden baskı altına almak ve Türklerdeki “Kürt düşmanlığının derinliğini” göstererek Kürtleri, kendi çözüm mizansenine razı etmek. Razı olmazlarsa da Kürtleri “oyun bozan” ilan etmek.

Bu mizansenin en önemli unsurlarını, Suriye’deki Selefi angajmanını Kürt desteğiyle tahkim etmek ve 1.5 yıl sonra başlayacak seçim maratonu boyunca PKK gerillasını, (Türkiye’deki Kürtler sorununun çözümüne dair anlamlı bir adım atmadan) Türkiye sınırlarının dışına çıkarmak oluşturuyor.

Türkiye’deki Kürt sorununu çözmeden PKK gerillasını Türkiye sınırları dışına çıkarmak mümkün mü? Kürtler gerek bölgesel stratejik durumları, gerekse de siyasi birlikleri açısından tarihlerindeki en güçlü konumlarındayken; AKP hükümeti Suriye’de iflas etmişken ve ABD ile İsrail’den bugüne kadar aldığı desteği yeni durumda alıp alamayacağı iyice belirsizleşmişken bunu niçin kabul etsinler?

AKP, Esat’ın beklenmeyen direniş performansının, SUK’un Arap Milliyetçiliğinin ve “Batı Kürdistan Devrimi”nin bozduğu Suriye hesabını toparlayabilmek için bir süredir Batı Kürdistan’a yönelik bir kontra savaşı yürütüyordu. Kontra savaşının iki hedefinden birincisini Suriye’nin en büyük petrol bölgesi Rimelan’ı kontrol altına almak, ikincisini ise Batı Kürdistan’ı bir “Arap Şeridi” ile ikiye bölmek oluşturuyordu. Rimelan’ın kontrol altına alınması ve bölgedeki petrolün Türkiye’ye taşınarak değerlendirilmesi, “Selefi Kontraları” Türkiye’nin güdümünde kalıcı ve birleşik bir güç haline getirmek için etkili bir yoldu. Batı Kürdistan’ın ikiye bölünmesi ve Güney Kürdistan’dan yalıtılması ise, özerk yönetimi “boğulabilir” hale getirecekti.

AKP hükümeti ikinci hedefini gerçekleştirmesine karşın birinci hedefine ulaşamadı. Oysa AKP asıl sorunu olan “ABD’nin gözdeliğine yeniden terfii etme” sorununu birinci hedefine ulaşmadan çözemeyecekti.

Bu durumda AKP bölgeyi ÖSO-PYD ittifakıyla “ortak denetim” altına almayı kabullenebilir. AKP PKK’yi Batı Kürdistan’ın özerkliğine karşı saldırılarını (PYD’yi ÖSO’yla markaja alarak) durdurma karşılığında Türkiye Kürdistanı’ndan çekilmeye razı edebilirse, “kendi Kürtlerine” hiçbir şey vermeden “PKK sorununu çözebileceğini” de düşünüyor olabilir.

Abdullah Öcalan’ın “Suriye’de bir yılda iki yılda ne olacak net değildir. Kürtlere, tüm Suriye’de yaşayan halklara söylüyorum, Kürtlerin yaşadığı yerlerde, ekmekten, sudan, yemekten önce, önümüzdeki günlerde olacak büyük şeyler için bunun önüne büyük bentler oluştursunlar” sözleriyle işaret ettiği “büyük şeyler”in ne olduğu “bentlerin” nerede, nasıl ve kimlerle kurulmasını istediği ortaya çıktığında böyle bir hesabın olup olmadığı da tutup tutmayacağı da belli olacaktır.

sendika.org / 20.02.13