Yatağan’da sermaye sınıfının özelleştirme saldırısına karşı 1,5 yıla yakın süre kararlılıkla sürdürülen direniş, sınıf hareketinin önünü açacak yeni bir aşamaya girdiği evrede, bir kez daha bildik numaralarla ve hain sendika bürokratları eli ile sona erdi. Ancak Yatağan’da direnişin sona ermesinin gösterdiği tek gerçek artık kör gözlerin bile rahatlıkla görebildiği sendikal ihanet çetelerinin hainlikleri değildi. Son dönemde Yatağan başta olmak üzere kimi işçi eylemlerinde süreci sürükleme iddiası ile ortaya çıkan ulusalcı anlayışların da sınıf hareketinin ileriye taşınmasında bir rol oynayamayacakları böylece bir kez daha görülmüş oldu.
Yatağan’da daha 2000’li yılların başında başlayan özelleştirme karşıtı mücadelenin en temel talebi, eylemin noktalandığı son güne kadar özelleştirme saldırısının geri çekilmesi idi. 2000’li yılların başında özelleştirme saldırısının ilk gündeme geldiği dönemde, bu saldırının kararlı ve onurlu bir direniş ile geri püskürtülmüş olması ise yeni direniş sürecinin en önemli avantajı idi. Normal koşullarda böyle bir direniş sürecini geride bırakan Yatağan işçilerinin, buradan aldıkları dersler ile çok daha kararlı bir direniş süreci inşa etmesi bekleniyordu.
Özellikle son yılların en önemli iki işçi eylemi, Tekel ve Greif işçilerinin onurlu direnişleri düşünüldüğünde Yatağan direnişinin oldukça önemli avantajları bulunuyordu. Her ne kadar Tekel direnişinde de geçmiş bir mücadele birikimi ve güçlü bir dayanışma ağı bulunsa da, Yatağan direnişi her iki açıdan da Tekel direnişini kat be kat aşan imkânlara sahip bulunuyordu. Bununla birlikte Tekel direniş ile kıyaslandığında Yatağan işçilerinin en önemli avantajı halen üretimden gelen güçlerinin ellerinde bulunuyor olması idi. Ayrıca Tekel direnişinde dışarıdan güçlü bir dayanışma ağı bulunmasına rağmen üyesi bulundukları sendikanın her kademesinde direnişe dair büyük bir korku vardı ve sendikal bürokrasiye karşı mücadele arayışı Tekel direnişi ile birlikte yeni yeni filizleniyordu. Oysa Yatağan direnişinde farklı saiklerle de olsa alt kademe sendika bürokrasisi başından itibaren direniş sürecinin doğal bir parçası idi. Bu durum Yatağan direnişi çevresinde örülecek dayanışma ağı için çok özel bir avantaj anlamına geliyordu. Ne var ki, alt kademe sendika bürokrasisisin Yatağan direnişi ile ilişkisini ulusalcı bir politik muhteva üzerinden şekillendirmesi sendikal bürokrasi gerçeği dışında direnişin bu kadar kolay teslim olmasının en temel nedenini oluşturdu.
Greif direnişinde olduğu gibi güçlü bir taban inisiyatifinden yoksun olsa da içinden geçtiğimiz dönemde bir direnişin başarıya ulaşmasının en önemli kriterlerinden biri olan dayanışma ağı için sahip olduğu imkânlar, üretim alanını elinde tutmak ile birlikte Yatağan işçilerinin Greif direnişçilerinden öte imkanlara sahip olduğunu gösteriyordu. Greif işgalcileri sözde ilerici DİSK bürokratları eli ile sürekli yalnızlaştırılmaya ve tercit edilmeye çalışılırken, Yatağan direnişçilerinin sahip olduğu bu imkân Greif’in açtığı yolda sınıf hareketinin önünü açacak yeni bir halka olabilirdi. Kaldı ki direnişin özellikle son bir haftasında idari personel işletme dışına çıkartıldıktan sonra üretimin bizzat işçilerin denetiminde sürdürülmeye devam edilmesi, işçi sınıfının sınıf bilincini geliştirebilecek, sömürüsüz bir dünyanın tartışılmaya açılmasını sağlayabilecek bir “özyönetim” deneyimini de tetikleyebilecek iken alt kademe sendika bürokrasisinin tercihi bir kez daha ulusalcı saiklerle örülen vatan edebiyatı oldu.
Tüm bu avantajlara rağmen başından itibaren özelleştirme saldırısının geri püskürtülmesi hedefi ile yürütülen bir direnişin, bu şekilde saatler içinde “hakların korunması” hedefine daraltılarak özelleştirme saldırısına boyun eğilmesi, açık ki direnişin bugüne kadar sürükleyici öznesi olan alt kademe sendikal bürokrasinin ulusalcılıkla sınırlı ufkunun doğal bir sonucu oldu.
Zira, her ne kadar özelleştirme saldırısının geri püskürtülmesi temel hedef olarak belirlense de başından itibaren alt kademe sendika bürokrasisi eli ile direnişin temel sloganı “Yatağan vatandır, vatan satılamaz!” oldu. Bu sloganın doğal sonucu ise, bir yandan işçilerin bilincinin devrimci sınıf bilinci yerine ulusalcı bir eksende yoğrulması, diğer yandan ise işçilerin gündelik yaşam ve ihtiyaçları ile direnişin politik talep ve şiarları arasındaki bağlantının kopartılması oldu. İhalenin yerli Elsan firmasına verilmesinin ardından, bu şirketin de işçilerin zayıf karnına oynayarak herhangi bir hak kaybı gerçekleştirmeyeceği yönlü sahte vaatleri sürekli bir propaganda konusu haline getirmesi, bugüne kadar sınırlı sayıdaki öncü işçilerin iradesi ile sürüklenen direniş iradesinin kitleselleşmesine değil, tam tersine zayıflamasına yol açtı.
Bugün, her ne kadar sahte vaatlerle işçilerdeki direniş iradesinin kırılmasına yol açmış olsa da, açık ki Elsan kapitalisti önümüzdeki dönemde Yatağan işçilerinin kazanılmış haklarına yönelik yoğun bir saldırı dalgası başlatacaktır. Kısa bir süre için kazanılmış haklara dokunmaktan imtina etse bile, sınıf mücadelesinin doğal bir gereği olarak yapacağı en temel şeylerden biri de kazanılmış haklara sahip ve mücadele geleneği ile şekillenmiş olan öncü işçilerin adım adım işten çıkartılarak ya da emekli edilerek tasfiye edilmesi olacaktır. Kaldı ki, bu süreçte sermaye devletinin isteyen işçilerin 4/C köleliğine geçebileceği yünündeki manevrası, işçiler arasında bugün kadar inşa edilen birlikte kazanma eğilimini de ortadan kaldıracak, bireysel arayışlar ve kurtuluş çabaları Yatağan işçileri arasında çok daha yoğun şekilde kendisini gösterecektir.
Oysa, sermaye sınıfının bu basit hamlelerini püskürtmenin, etkisiz hale getirmenin oldukça kolay bir yolu vardı Yatağan direnişinde. Bu kolay yol ise, direnişin ulusalcı bir eksende değil sınıfsal bir perspektifle sürüklenmesi, yerli ya da yabancı, özel ya da kamu, sermaye sınıfı ile işçi sınıfı arasındaki o kaçınılmaz büyük savaşın hazırlığı temelinde gerçekleştirilmesi idi.
Ne var ki, yıllardır özellikle Türk-İş içinde tuttuğu kimi sendikal mevziler ile ve bugün sınıf saflarında büyüyen huzursuzluğa ve Türk-İş içinde derinleşen tartışmalara yaslanarak ön plana çıkmaya çalışan, kendisine ise İşçi Partisi adını veren ulusalcı çevrenin derdinin sınıf hareketini ileriye taşımak olmadığı bir kez daha ortaya çıkmış oldu. Bugüne kadar kendi ulusalcı çıkarları ile sürdürmeye çalıştığı direnişi, gelinen aşamada sendikal bürokrasinin en bildik oyunları ile; “yasal sınırlar”, “işçi iradesi” gibi sahte söylemlerle bu kadar kolay sonlandırabilmesi sınıf hareketinin devrimci temelde gelişiminin önünde bir diğer engeli de bir kez daha ortaya sermiş oldu.
Yatağan direnişi, bugün için ulusalcı çete eli ile bu kadar kolayca bitirilmiş olmasına ve sınıf hareketinin önünü açacak yepyeni bir sürecin başlangıcı böylece bir kez daha ötelenmiş olmasına rağmen, Yatağan direnişini bu aşamaya getiren dinamikler halen orta yerde duruyor. Bugün, Yatağan direnişinin “hakların korunması” hedefine daraltılarak bitirilmesi sınıf hareketinin yeni dönemi için bir doğum sancısı anlamına geliyor. Ancak hem Yatağan’da devam edecek olan süreç, hem de sınıf hareketinin sahip olduğu birçok mücadele dinamiği, bugün için sermaye sınıfı ve sendikal bürokrasi eliyle ötelenen yeni dönemi er ya da geç gündeme getirecektir. Bu yeni dönemin taşıyıcısı ile Greif işgalcilerinin açtığı yolda yürüyen sınıf bilinçli devrimci işçiler olacaktır.