Kamusal alanda yapılan atamalarda “güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması” sonucunda binlerce emekçi mağdur edildi ve halen de ediliyor. 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ilan edilen OHAL ve arka arkaya yayınlanan KHK’larla, devlet memurluğuna ilişkin 657 sayılı Kanun’da değişiklikler yapılmıştı. Bir yandan kamuda kitlesel ihraçlar gerçekleştirilmiş, diğer yandan ise atamalarda KPSS puanının yanı sıra bazı meslek gruplarında mülakat ve her atama için güvenlik soruşturmaları zorunlu hale getirilmişti. O zamandan bu yana hem derece yapmış hem de mülakattan geçmiş kişinin atanmasının onaylanması için MİT, Emniyet Genel Müdürlüğü ve mahalli mülki idare amirlikleri tarafından yapılan güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasından “temiz” raporu alınması şart koşuluyor.
CHP’li milletvekilleri tarafından geçen sene bu uygulamayı da kapsayan kanunda bazı maddelerin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvurulmuştu. 29 Kasım 2019 tarihli Resmi Gazete’de AYM’nin konu hakkındaki kararı yayınlandı. AYM “vatandaşların kişisel veri niteliğindeki bilgilerinin memuriyete girişte değerlendirmeye tabi tutulmasının Anayasa’ya aykırı olduğuna” karar verdi ve bu düzenlemeyi iptal etti.
AYM’nin iptal ettiği güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması şartı, yeniden hazırlanan bir yasa teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu’nda kabul edildi. Komisyonda kabul edilen maddelere göre “kamu hizmetlerinin etkin ve sağlıklı bir biçimde yürütülmesi amacıyla” 657 sayılı Kanun’da yapılan değişikliklerden kaynaklı mağdur olanlara güya hakları geri verilecek. Fakat bu sefer de memuriyetlerin atanmasında, 1402 Numaralı Sıkıyönetim Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun kapsamında, tekrardan güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması şartı getirildi. Yani sadece biçimsel bir oynama yapılarak, var olan uygulamanın olduğu gibi devam etmesi sağlandı.
Anayasa Mahkemesi’nin uzun zamandır yalnızca görüntüde hukuksal kurallara uyduğu ama özellikle tek adam rejiminin inşası sürecinde yargının da tek adama bağlandığı bilinen bir gerçektir. Sermaye devleti kendi anayasasını çiğnemekte sorun görmemektedir. Atanma konusunda yaşanan mağduriyetler için adalet arayışı mahkemeler ile sınırlı kaldıkça bir çözüme ulaşılamayacağı açıktır. Kağıt üzerinde yazılı olan yasal hakların mevcut halinin bile ancak güçlü mücadeleler sonucu kazanılmış olduğu unutulmamalıdır. Bu yasaların fiilen uygulanması, aynı şekilde, çeşitli mücadele yöntemlerinin geliştirilmesine bağlıdır.
Devlet kadrosuna alınmak önceden güvenceli bir iş olarak görülüyordu. Ancak AKP’nin, son yıllarda Gülen cemaati ile tutuştuğu kavgayı da bahane ederek, devlet kurumlarını kendi çizgisine göre dizayn etmenin türlü yöntemlerini uygulamaya başlaması ile bu algı kırıldı. Atanma meselesinin dışında, Alo İhbar Hattı gibi kanallarla ispiyonlama kültürü yaratılması da sorunun diğer parçası. İnsanlara AKP’ye üye olmak ya da düşüncelerini ifade etmekten korkmak dayatılıyor. Emekçilerin de tercihi bu yönde olabiliyor ve ekonomik kaygılar sermaye devletinin kullandığı bir sopa işlevi taşıyor. İşçi ve emekçilere hem örgütsüzlük dayatılıyor hem de onursuzluk.
Tüm bunlara karşın işini savunan ve bunun mücadelesini sokaklarda da sürdüren onurlu kamu emekçileri, bulundukları alanlardan sermaye devletine karşı seslerini yükseltiyorlar. Toplumun diğer kesimlerinin de kamu emekçilerinin mücadelesine omuz vermeleri ve bunu sermaye iktidarına karşı topyekûn mücadelenin bir parçası olarak görmeleri gerekiyor.