“Kafala sistemi” ve Kadirova cinayeti

Bu cinayetlerin üstünün yargı-polis suç ortalığı ile örtülmesi, Körfez ülkelerinde yaşananı aratmıyor. Arap beylerin nasıl dokunulmazlığı varsa, Ünal Şirin gibilerinin de benzer bir dokunulmazlığı var.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Kadın
  • |
  • 13 Kasım 2020
  • 08:00

Özbek vatandaşı Nadira Kadirova, bakıcı olarak çalıştığı Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) İstanbul milletvekili Şirin Ünal'ın Ankara'daki evinde, 23 Eylül 2019 akşamı ölü bulundu. Ankara Emniyet Müdürlüğü, hiçbir araştırma yapmadan “intihar” iddiasını ortaya attı.

Kadirova'nın yakın bir arkadaşı, olaydan önce genç kadının kendisine, milletvekili Ünal'ın tacizine uğradığını ve kendini öldürmeyi düşündüğünü söylediğini belirtiyor. İktidarın olayı örtbas etme çabaları Kadirova'nın ailesi, kadın kurumları ve demokratik kitle örgütlerinin tepkisiyle karşılandı. Kamuoyu baskısıyla yürütülen soruşturma kapsamında bazı gelişmelerin “şüphe uyandırıcı” bulunduğu açıklandı.

Kimdi Kadirova?

Kadirova, 23 yaşında Özbek vatandaşı genç bir kadındı. Dört yılı aşkın süredir Türkiye'de yaşıyordu. Üniversite okumak istiyordu, ancak ekonomik sorununu çözmek zorundaydı. Sonunda yatılı hasta bakıcılık işi bulmuştu. İşvereni Şirin Ünal iktidar partisi AKP’nin milletvekiliydi. Ünal’ın eşi hastaydı. Kadirova yatılı kalacak ve ona bakıcılık yapacaktı.

İddiaya göre, herkesin -Şirin Ünal, eşi, kızı ve evin diğer yardımcısı- evde bulunduğu 23 Eylül günü saat 21.00 sularında Nadira, ev sahibine ait Beretta marka silah ile odasının kapısını kilitleyip “intihar” ediyor.

Ankara Emniyeti intihar diyor, yargı cinayeti “adi vaka” gösterip dosyayı bir an önce kapatmak istiyordu. Çünkü kurban “soydaş” da olsa yabancıydı! Yargının iktidarın sopası olduğu gerçeği, Kadirova davasında daha da belirginleşti. Ankara 2. Sulh Ceza Hakimliği tüm şüpheleri görmezden geldi, itirazları reddetti, takipsizlik kararı vererek dosyayı kapattı.

Davayı gönüllü takip eden Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği Başkanı Avukat Müjde Tozbey Erden, durumu şöyle özetliyor: “Nadira'nın intihar şekli, bir gece önce yakın arkadaşına 'cinsel saldırıya' uğradığına dair sözleri, Ankara Cumhuriyet Savcılığı'nın iki gün içerisinde otopsi ve Adli Tıp raporunu hızlıca aldırıp Nadira'nın cenazesini ülkesine göndermesi, bürokratik işlemlerin iki gün içinde halledilmesi, intihar ettiğine dair açıklamalar yapılması Nadira'nın ölümünü şüpheli hale getirmiştir.”

Şüphesiz burada bir intihar değil, bir cinayet vardı. Katilin cinsel istismarı, tehdit ve baskısı vardı. Nadirova'nın yaşadıklarını açıklamaması için intihar süsü verilerek katledilmesi vardı.

***

Türkiye, Ortadoğu ve Körfez ülkelerinde Nadira Kadirova gibi yüz binlerce göçmen işçi kadın çalışıyor.

Ortadoğu ve Körfez ülkelerinde bu göçmen işçi kadınlar, yasalarla işverene köle sahibi yetkisi veren “Kafala Sistemi”nin kurbanı olmaktadırlar. “Kafala” Türkçede “kefillik sistemi” anlamına geliyor. Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Bahreyn, Ürdün, Lübnan gibi ülkelerde de uygulanan “Kafala sistemi“ne göre, bir yabancının çalışabilmesi için bu ülke vatandaşı olan bir kefil bulması gerekiyor. Kefalet sisteminde işveren, kendisi için çalışan kişinin ekonomik sorumluluğunu üstleniyor. Çalışanın vize süresi işverenin talebine göre belirleniyor ve işçi ile işveren arasında herhangi bir yasal kontrat imzalanmıyor.

Körfez ülkelerine çalışmak için gelmek zorunda kalan Endonezyalı, Filipinli ve Sri Lankalı, Bangladeşli, Vietnamlı göçmen işçilerin yüzde 50-75’i kadındır. ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) raporları, bunların çoğunluğunun 16 yaşın altında ev işlerinde kullanılan işçiler olduğunu belirtiyor. Yani önemli bir kısmı köle gibi çalıştırılan çocuk işçilerdir. Körfez ülkelerinde hizmetli sektöründe çalışan kadınların, ortalama saat ücretinin yarısından daha az kazandıkları, uzun çalışma saatlerine maruz kaldıkları ve en az korunan işçi gruplarından biri oldukları vurgulanıyor.

Akademisyen Dr. Başak Özoral, "Göçmen işçilerin Birleşik Arap Emirlikleri'nin ekonomik kalkınmasındaki yeri ve karşılaştıkları zorluk" başlıklı makalesinde, göçmen işçi kadınların yaşadıkları sorunları şöyle özetliyor: “Görüşülen yabancı işçiler arasında ev hizmetlileri ve çocuk bakıcıları çoğunlukla, özellikle Dubaili iş verenlerin dışarıya yalnız çıkmalarına izin vermediklerini, eve kitlendiklerini, telefon etmelerinin izin dahilinde olduğunu, diğer çalışanlarla etkileşime geçmelerine, konuşmalarına izin verilmediğini anlattılar. Sadece haftada bir gün işverenin ailesi ile birlikte dışarı çıkabildiklerini, başkaları ile görüşmelerinin yasak olduğunu söylediler. Kadın işçiler, özellikle evlerde hizmetli olarak çalışanlar tacize, tecavüze uğradıklarında ya da maaşları verilmediğinde polise gidemediklerini, zira polisin kendilerine bağıracağını, hapsedeceğini, tacizde dahi bulunabileceğini, kendilerini koruyacak bir kurum olmadığını, bu yüzden şikayet etmediklerini anlattılar.”

“Kafala sistemi”nin geçerli olduğu bu ülkelerde, 750 bin göçmen işçi kadın, hizmetçi ve bakıcı olarak köle statüsünde çalıştırılıyor. Al-Jazeera televizyonunun yaptığı habere göre, Arabistan'da 7 bin Vietnamlı kadın hizmetçi statüsünde çalışıyor. Bu işçilerle yapılan röportajlar, ev sahiplerinin hizmetçilere ekonomik, psikolojik ve fiziki şiddet uyguladığını gösteriyor. Eski bir hizmetçi olan Pham Thi Dao isimli kadın “Çok fazla şey istemedik. Sadece açlık ve dayak olmasın, günde üç öğün yemeğimiz olsun istedik. Eğer öyle olsaydı kurtarılmak için yalvarmazdık” diyor. Vietnam Uluslararası Çalışma Ofisi, ASEAN Programı Koordinatörü Nguyen Thi Mai Thuy, “İşçilerin kötü muamele gördüklerini, çok çalıştıklarını, dövüldüklerini ve hatta cinsel tacize uğradıklarını kanıtlamaları çok zorlaşıyor. Sonuçta yasanın uygulanması, Suudi işverenleri desteklemektedir” diyor.

Bu zulüm politikalarına tepki gösteren Bangladeş Ulusal İnsan Hakları Komisyonu Başkanı, kadınların anlattıkları işkencelerin insanlık dışı olduğunu söylüyor. 2017 verilerine göre Suudi Arabistan'da Bangladeşli 83 bin kadın hizmetçi ve bakıcı statüsünde çalışıyor.

Kafala sisteminin hüküm sürdüğü Lübnan'da da sosyal hak ve güvencelerden yoksun, 250-500 bin arası kadın ve erkek Etiyopyalı, Sri Lankalı, Nepalli, Filipinli, Afrikalı ve diğer Asya ülkelerinden gelen göçmen işçi bulunuyor. İşveren kendi malı olarak gördüğü bu işçilere karşı her türlü hak gaspı ve kötü muamelede bulunuyor. Çünkü caydırıcı hiçbir mekanizma yok.

Serbest gazeteci İsviçreli Iren Meier, “Kafala" başlıklı makalesinde Lübnan'daki gözlemlerini kaleme almış. Barınma Evi’nde karşılaştığı iki kadını yazmış. Meier gördüklerini şöyle anlatıyor: “Orada bir genç kadın gördüm. Bedeninde yanık ütü izleri vardı. Bu kadının ev sahibesi bir üniversitede akademisyendi. Diğer kadın ise efendisinden hamile kalmıştı. Şiddet görüyordu, şiddetin izlerini bana gösterdi.”

***

“Kafala sistemi”nin uygulandığı bu ülkelere girişte tüm yasal haklarını kaybeden işçiler, işveren tarafından maddi, cinsel, sözlü, fiziksel ve psikolojik saldırılara maruz kalabiliyorlar. Bu şiddetin en çok görüldüğü grup ise ev hizmetlerinde çalışan 750 binden fazla göçmen kadın işçidir. Günde18 saat çalıştırılan, keyfi cezalarla maaşları kesilen, dayak, cinsel taciz ve tecavüze uğrayan, pasaportuna el konulan ve öldürülüp intihar süsü verilen göçmen kadınların dayanılmaz koşullara karşı verdikleri tepkiler ne yazık ki duyulmuyor. Lübnan'daki göçmen kadınlar 9 yıldır sendika kurma mücadelesi veriyorlar.

Türkiye’de resmi olarak “Kafala sistemi” yok. Ama Türkiye’de hizmetçi ve bakıcı olarak çalışan on binlerce göçmen kadın işçiye yaklaşımın Körfez ülkelerinden aşağı kalır yanı olmadığı da bir gerçek. Düşük ücretlerle saatlerce çalıştırılan, şiddete maruz bırakılan, eve kilitlenen, cinsel istismara uğrayan ve Kadirova gibi katledilip intihar süsü verilen onlarca olay bulunuyor. Bu cinayetlerin üstünün yargı-polis suç ortalığı ile örtülmesi, Körfez ülkelerinde yaşananı aratmıyor. Arap beylerin nasıl dokunulmazlığı varsa, Ünal Şirin gibilerinin de benzer bir dokunulmazlığı var.