Temmuz ayında kabul edilen Torba Yasa içerisinde bulunan infaz düzenlemesiyle kadına yönelik şiddet, cinayet, tecavüz, çocuğa yönelik cinsel istismardan suçlu kişilerin toplumun içine salınmasının önü açıldı. Kadına yönelik şiddet dahil pek çok suça dolaylı af getirildi. Böylece kadın düşmanı politikaları ile nam salmış AKP-MHP iktidarı infaz düzenlemesiyle kadın cinayetlerini, kadına yönelik şiddeti arttıracak bir adım daha attı.
Saray yargısı çocuk istismarcılarına, kadın katillerine mümkün olan en az cezayı verirken, infaz düzenlemesi ile de kadına yönelik şiddete adeta davetiye çıkartmaktadır. İnfaz düzenlemesinin yaratacağı sonuçların bir örneği geçtiğimiz günlerde Konya’da yaşandı. Cezaevinden izinli olarak çıkan N.S., birlikte yaşadığı Damla D.’yi kendisini aldattığını iddia ederek 51 yerinden bıçaklayıp öldürdü. Belli ki katil N.S., Saray yargısının kendisinden yana olduğunun farkında olarak, “aldatma” gerekçesini ortaya atmakta, ciddi bir ceza almayacağına güvenmektedir.
İnfaz düzenlemesi öncesinde de aldıkları “iyi hal” indirimleri vb. uygulamalarla adeta ceza almadan salıverilen pek çok kadın katili, istismarcı aynı suçları işlemeye devam etti. Çünkü onları kayıran Saray rejimi işbaşındadır. İnfaz düzenlemesiyle sokaklara salınanlar, Damla D. örneğinde olduğu gibi, aynı suçları büyük bir pervasızlıkla işlemekte sakınca görmüyorlar. AKP-MHP iktidarının politikaları katillerin şöyle düşünmelerine zemin hazırladı: “Cinayet işler kısa süre yatar çıkarım.” Bu ise cinayetlerin bizzat iktidar tarafından teşvik edilmesi anlamına geliyor.
İnfaz kanununda yapılan değişikliğe pek çok hukukçu itiraz ediyor. Ayrıca düzenlemenin iptal edilmesi için CHP tarafından Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yapıldı. BirGün’e konuşan Avukat Hülya Gülbahar İstanbul Sözleşmesi’nin iptalinin ve yeni infaz düzenlemesinin yarattığı sonuçlara vurgu yaparak şunları ifade ediyor:
“İstanbul Sözleşmesi’nin 66’ıncı Maddesi’nin karakol ve cezaevinden serbest bırakılanları bildirmesi hükmü uygulanmıyor. Eski Adalet Bakanı Bekir Bozdağ döneminde salınan suçluları, savcıların ve karakolların kadınlara bildirimde bulunması istense de yeni yasa çerçevesinde bu uygulamanın yapılmadığını görüyoruz. 31 Temmuz’da çıkan af kanununda sanıklar, UYAP sistemine kayıtlı telefon numaralarından aranarak ya da mesaj atılarak yasa karşısında ne zaman salınacaklarının bilgisinin verilmesi düzenlemesi yapılmıştı. Demek ki yargı, cezaevi, İçişleri Bakanlığı şiddet faillerine bir mesaj ve aramayla ulaşabiliyor. Neden şiddet mağduru kadın ve çocuklar haber edilmiyor. Günde 3 kadının öldürüldüğü, ülkenin bir kadın mezarlığına çevrildiği durumda Adalet Bakanı ve Aile Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı başta olmak üzere bütün bir devlet mekanizmasının alarma geçmesi gerekirken eski suçlular şiddete teşvik ediliyor.”
İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi, yeni infaz düzenlemesi, 6284 sayılı yasanın hedefe çakılması örneklerinde görüldüğü gibi iktidar, kadın düşmanı politikaları sistematik bir şekilde hayata geçiriyor. Bu uygulamaları, başta Saray rejiminin şefi Erdoğan olmak üzere iktidar sözcülerinin “ailenin korunması” adı altında kadınların ne giyeceğinden, nasıl hareket edeceğine karar vermeye çalışan cinsiyetçi/gerici söylemleri tamamlıyor.
Açıktır ki sistematik saldırılarla emekçi kadınların korkması, sinmesi ve erkek egemen sömürü düzenine boyun eğmesi isteniyor. İnfaz düzenlemesi de bu saldırıların bir parçasıdır. Çünkü evde, işte, sokakta, toplumsal yaşamın tüm alanlarında kadınların korkmaları, sinmeleri ve uysal köleler haline gelmeleri kapitalist sömürü düzeninin işine gelir. Sermayeye hizmette sınır tanımayan Saray rejimi kadın düşmanı politikalarını tam da bu sebeple tırmandırıyor ve sistematik bir şekilde hayata geçiriyor. Bir yandan kadına yönelik şiddeti tırmandıran, diğer yandan kadınları esnek, ucuz iş gücü olarak gören, ev içi bakım işlerini tamamen onların sırtına yıkan uygulamalar arttırılmaktadır.
Bu saldırıları engellemek için kadınların hayatlarını, geleceğini çalan sömürü düzeninden ve onların temsilciliğini yapan Saray rejiminden hesap sormak için emekçi kadınların örgütlü mücadeleyi büyütmekten başka bir seçeneği bulunmuyor. Kadına yönelik şiddete karşı mücadelenin işçi sınıfının diğer talepleri ile birleştirilmesiyle; emekçi kadınların bu mücadelenin ön safında yer almasıyla gerçek ve kalıcı kazanımlar elde edilebilecektir.