Yaşama hakkı ancak mücadele ile korunabilir!

Sermayenin çıkarlarına hizmet eden rant/talan odaklı yapılaşma politikalarının ağır sonuçlarını işçi ve emekçilerin ödememesi için yağma ve talandan beslenen düzene karşı örgütlü mücadelenin yükseltilmesi büyük bir önem taşıyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 30 Ağustos 2023
  • 22:30

Aktif fay hatları kuşağında yer alan Türkiye’de yaşanan depremler işçi ve emekçiler için tam bir felakete dönüşüyor. Bu olgu, ancak büyük yıkımlarla sonuçlanan depremler yaşandığında hatırlanıyor. Sadece depremler olduğunda TV kanallarında söz hakkı tanınan bilim insanlarının uyarıları ise kısa sürede unutturulmak isteniyor. On binlerce kişinin hayatını kaybettiği 6 Şubat depremlerinin ardından bir kez daha olası İstanbul depremi ve yaratacağı ağır sonuçlar gündeme gelmeye başladı. Oysa bilim insanları 1999’da İstanbul depremi için maksimum 30 yıl süre olduğunu açıklamış ve derhal önlemler alınmaya başlaması gerektiğini söylemişlerdi.

17 Ağustos Marmara Depremi’nin 24’üncü yıl dönümü vesilesiyle konuya dair kapsamlı tartışmalar yapıldı. Bilim insanları depremi meydana getiren enerjinin Marmara Denizi’nde bulunan fay hatlarında biriktiği konusunda uyarılarını dile getiriyor. Kuşkusuz yaşanacak kaybın azaltılması için önlemler alınması kaygısıyla depremin her an olabileceği konusunda uyarı yapıyorlar. Yer kabuğunun hareketlerini türlü yöntemlerle anlatan bilim insanları, İstanbul’da meydana gelecek olası depremin ekonomi, eğitim, sağlık, can kurtarma, ulaşım gibi birçok alanda nasıl bir çöküş yaratacağına dair geniş tartışmalar yapılıyor. Anlatılanlar korkunç bir felaket senaryosu gibi gözükse de bilim, Marmara Denizi’ndeki fayın kırılacağını söylüyor. Ancak rant odaklı bu düzende depreme karşı önlem alınması için uyarıların yeterli olmadığı gün gibi ortadadır. Hem bilim insanları hem toplum basınç uygulamadan, ranttan/talandan beslenen Saray rejiminin bu konuda kılını kıpırdatması mümkün değil. 1999 Marmara Depremi’nin ardından yaşananlar, sermayeye hizmet eden siyasi iktidarların bu konuda ne kadar vurdumduymaz, halkın yaşamını hiçe sayan bir pervasızlık içinde olduğunu ispatlıyor.

Depremin ardından açılan iki binden fazla dava cezasızlıkla sonuçlandırıldı. Zira esas sorumlular iktidarın tepesinde oturuyordu, halen de öyle. Emekçilerden toplanan deprem vergileri iç edildi, nereye gittiği sorulduğunda dönemin bakanları pişkince “kimseye hesap verecek değiliz, yol yaptık” diyebildiler. Bu arada Ulusal Deprem Konseyi iktidar tarafından lağvedildi. Pusulasını “İnşaat ya Resulullah” olarak belirleyen AKP iktidarı döneminde, “beşli çete” başta olmak üzere inşaat şirketlerinin çıkarları doğrultusunda imar afları çıkarıldı, meslek odalarının yetkileri sınırlandırıldı, yapı-denetim yönetmeliklerinde değişiklikler yapıldı, deprem toplanma alanlarına AVM’ler inşa edildi. Yani “hazırlık” tersi yönde yapıldı. Tabir uygunsa olası bir depremde can kaybını attırmak için ellerinden geleni yaptılar. Zira deprem toplanma alanlarına inşaat dikmek, sadece rant peşinde koşmak değil, halka karşı ağır bir suç işlemektir aynı zamanda.

***

Marmara depreminden sonra mevcut yapılar ağır hasarlı ve orta hasarlı olarak raporlanmıştı. Ancak bu yapıların hâlâ yenilenmediği ve güçlendirilmediği ortaya çıktı. Son 24 yılda depreme yönelik hiçbir önlem alınmazken aksine yürütülen politikalar yüzünden sonraki depremlerde de büyük kayıplar yaşandı. ’99 depreminden bu yana 1 Mayıs 2003 Bingöl, 9 Kasım 2011 Van, 24 Ocak 2020 Elâzığ, 30 Ekim 2020 İzmir ve 6 Şubat 2023 Maraş depreminde ihmaller zinciri nedeniyle yüz binlerce insan hayatını kaybetti.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından gerçekleştirilen yapı taramasının son verilerine göre taranan 35 bin binanın yarısının “yüksek riskli” olduğu tespit edildi. Riskli yapıların bulunduğu 10 dönüşüm alanında ise 77 bin kişinin yaşadığı, kent genelinde acil olarak yıkılması ya da güçlendirilmesi gereken 207 bin binanın tespit edildiği belirtildi. Bu binaların neredeyse tamamında yoksul işçi ve emekçiler yaşıyor.

Tüm bu veriler ve yürütülen politikalar zaten baskı ve yoksulluk koşullarında yaşayan emekçilerin sırtına, gerçekleşmesi beklenen depremden kaynaklı ölüm korkusunu da ekliyor. Oysa güvenli konutlarda yaşamak insani bir haktır. İşçi ve emekçilerin bu hakkı, bir yandan dayatılan sefalet ücretleri öte yandan bir avuç sermayedarın çıkarları için gasp ediliyor. Çürük binalarda yaşamaya mecbur bırakılan işçi ve emekçiler aynı pandemide olduğu gibi bir kez daha sefalet ve ölüm ikilemine itiliyor.

Meslek odaları ve uzmanlar binaların güçlendirilerek binlerce yaşamın kurtarılabileceğini söylüyor. Bilim ve tekniğe uygun binaların yapılması, mevcut binaların taranması, başvuru gerektirmeksizin güçlendirme çalışmalarının hızlandırılması, deprem toplanma alanlarının açılması, deprem anına ve sonrasına yönelik afet yönetim planı hazırlanması gibi acil birtakım önlemlerin alınması önem taşıyor. Ancak ne Saray rejiminin ne yerel yönetimlerin böyle bir derdi var. İBB’nin son dönemde yaptığı bazı çalışmalar dışında 24 yılda kayda değer bir şey yapılmış değil. Bununla ilgili AKP’nin yaptığı tek şey, deprem toplanma alanlarına AVM dikip rant elde etmektir. 

 Bilim insanlarının uyarıları ışığında alınması gereken önlemler için toplumsal mücadelenin yükseltilmesi, hem Saray rejimine hem yerel yönetimlere olası İstanbul depremine hazırlık yapmaları için basınç uygulanması büyük bir önem taşıyor. İnsan hayatını hiçe sayan, yıkımların önünü açan ihalelere, yönetmeliklere, rantsal dönüşümlere vb. uygulamalara izin vermemek, her bir canlının deprem nedeniyle ölümünden sorumlu olanlardan hesap sormak da bu mücadelenin bir başka yanını oluşturuyor. Sermayenin çıkarlarına hizmet eden rant/talan odaklı yapılaşma politikalarının ağır sonuçlarını işçi ve emekçilerin ödememesi için yağma ve talandan beslenen düzene karşı örgütlü mücadelenin yükseltilmesi büyük bir önem taşıyor.