Tür ayrımcılığı üzerine

Türcülük de ırkçılık, cinsiyetçilik gibi kapitalist sistemden beslenmekte, döne döne yeniden üretilmektedir. Tüm kötülüklerin kaynağı sömürü ve tahakküm ilişkilerine dayalı bu sınıflı toplum yapısıdır.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 09 Haziran 2024
  • 19:00

Sömürü üzerine kurulu kapitalist sistemde çarklar kar-zarar hesabına göre dönerken ne insan yaşamı ne doğal ortam ne de diğer canlılar önemseniyor. Kentleşme de bu çerçevede “gelişiyor”. Her yer inşaat, kar/rant alanı olarak görüldüğünden ne yeşil alana ne de hayvanlara yer bırakılıyor. Son günlerde AKP-MHP rejimi tarafından gündeme getirilen “sokak” havyalarına yönelik katliamı öngören yasa hazırlığı da bu gerçeğe işaret ediyor.

Şimdiye kadarki uygulamalarda da barınaklarda ya da sokakta kediler, köpekler ölüme terkediliyordu. Koşulları iyileştirme adına bütçe ayırmaya gerek duymayanların ilk aklına gelen şey ise öldürmek oluyor. “Sahipsiz köpekler”, “acısız ölüm”, “uyutulma” diyerek de katliama uygun kılıf bulunuyor. Yani kapitalistler ve onları temsil eden saray rejimi gölgesini satamadığı ağacı kesmekte tereddüt etmedikleri gibi etinden, sütünden, ticaretinden faydalanamadığı hayvanı katletmekte de bir sorun görmüyorlar.

***

İnsanların hayvanları nasıl algıladığı ve davrandığı, yani kendi türü dışındakilerle kurduğu ilişki de üzerinde durulması gereken önemli bir konudur. Ayrımcılığın bir biçimi olarak “tür ayrımcılığı”, en genel anlamda kendini merkeze koyan insanın, hayvanlara yönelik geliştirdiği olumsuz duygu, tutum ve davranışlar olarak tanımlanabilir. Amerikan Psikoloji Derneği türcülüğü; “Genellikle insan üstünlüğü varsayımına dayalı olarak, insan olmayan hayvanlara karşı ayrımcı, önyargılı veya sömürücü uygulamalar” şeklinde tanımlamaktadır.

Her türden sömürü ve ayrımcılığın kökeninde olduğu gibi tür ayrımcılığının kökeninde de artı-değerin sömürüsüne dayanan özel mülkiyet düzeni vardır. Yerleşik yaşama geçiş, tarımın gelişimi ve hayvanların kullanımı hayvanlara ve doğaya bakış açısında büyük bir değişimin başlangıcıdır. Doğanın bir parçası olmaktan, doğaya hükmeden bir güce sahip olmaya geçilmiştir.

Hükmetme gücüne sahip olanlar, insanları sınıflandırdığı ve köleleştirdiği gibi hayvanları da keyfine, ihtiyacına göre gruplara ayırmıştır. Geçmişten bugüne ve farklı kültürlere göre değişse de hayvanlar evcil/vahşi, yenir/yenmez, yararlı/zararlı vb. olarak ayrılarak kullanılmıştır.

İnsan merkezli bakış, diğer hayvan türlerini düşük statüde kodlayarak, tüm hayvan gruplarının üzerinde sömürü ve tahakküm kurmayı kendinde hak görmektedir. Bu bakışın uygulamaları; avcılığın “spor ” ve “turizm” olarak pazarlanmasından, kürk/deri giyim sektöründen, kozmetikten ilaçlara hayvan deneylerinden ya da sirk, yunus gösterisi gibi eğlence endüstrisine dek bir dizi alanda görülmektedir. Bunun yanı sıra insanların hayvanlara uyguladığı şiddet örnekleri az olmadığı gibi tecavüzler de çok sık gündeme gelmektedir.

Tür ayrımcılığı uygulayanların aynı zamanda cinsiyetçilik, ırkçılık gibi diğer ayrımcılık biçimlerini benimsediklerini gösteren çeşitli araştırmalar var. Pek çok çalışmada özellikle farklı etnik, dini kimliklere ve cinsel yönelimlere karşı olumsuz tutumlara sahip kişilerin hayvan sömürüsü uygulamalarını (avcılık, kürk endüstrisi, hayvan deneyleri vb) daha fazla desteklediği belirtilmektedir. Yine bir başka araştırmada şiddet mağduru kadınların şiddet görmeyen gruba kıyasla partnerlerinin evcil hayvanlara zarar verdiğini ya da öldürdüğünü bildirme olasılıkları 11 kat daha yüksek bulunmuştur. Kanada’da yapılan bir araştırmada türcülük düzeyi yüksek olan kişilerin, 13 farklı insan grubuna (yaşlılar, çevreciler, feministler, engelliler, sanatçılar, yerliler, Müslümanlar, işsizler, dindar insanlar/spiritual people, vejetaryenler, göçmenler, gey ve lezbiyenler) karşı daha olumsuz tutumlara sahip olduğu bulunmuştur. Türkiye’de yakın zamanda yürütülen bir çalışmada da türcülük düzeyi yüksek olan bireylerin çocuklara, yaşlılara, kadınlara ve Suriyeli mültecilere yönelik tutumlarının daha olumsuz olduğu görülmüştür. (*)

Hayvanları daha aşağıda gören bu türcü bakışın kendini gösterdiği bir diğer önemli konu ise “insanlıktan çıkarma/insan dışılaştırma” kavramıyla açıklanan durumdur. Kavram, bir kimse ya da grubun insani özellikleri yerine hayvanlara benzetilerek tanımlanmasıdır. Sosyal psikoloji alanında yapılan çalışmalarda önyargı ve ayrımcılığa uğrayanların hayvan statüsüne indirgendiğine işaret edilmektedir. Bu şekilde uygulanan şiddet meşrulaştırılmaktadır.

Bu konuda bilinen pek çok örnek var: II. Dünya Savaşı sırasında Japonların, Amerikalılar tarafından  “sıçanlar, yarasalar ve diğer haşaratlar” olarak anılması, Ruanda soykırımında Hutu grubundan olanların Tutsileri hamamböcekleri olarak nitelendirilmeleri, Nazilerin, Yahudileri “yeryüzünde sürünen, Davut yıldızıyla işaretlenmiş bir haşarat/parazit” olarak görmeleri, İsrail Savunma Bakanı Yoav Galant'ın; Gazze halkına yönelik "Biz insan hayvanlarla savaşıyoruz ve buna göre hareket ediyoruz" demesi gibi…

***

Türcülük de ırkçılık, cinsiyetçilik gibi kapitalist sistemden beslenmekte, döne döne yeniden üretilmektedir. Tüm kötülüklerin kaynağı sömürü ve tahakküm ilişkilerine dayalı bu sınıflı toplum yapısıdır. Bu sistemde işçi ve emekçilerin yaşamları, iş-gücünden faydalanılmadığı müddetçe yok sayılmakta, gölgesinden faydalanılmayan ağaç kesilmekte, ihtiyaç görülmeyen hayvanlar katledilmektedir. Kapitalizmden kurtulmadıkça tüm canlıların yaşam hakkı tehdit altında olacaktır.

(*) Köseoğlu, Fatih. (2023). “Hayvanlara yönelik ayrımcılığı gruplar arası düzlemde ele almak: türcülüğün sosyal baskınlık ve sosyal temsiller kuramları bağlamında incelenmesi” adlı tez.