“Çoklu krizler” içinde debelenen kapitalist sistem, yapısı gereği insanı ve doğayı yıkıma uğratmadan ilerleyemiyor. Sistemin işleyiş yasaları küresel ısınma, iklim değişikliği ve canlı yaşamı tehdit eden başka sorunların hızla peydah olmasında ve derinleşmesinde belirleyici bir rol oynuyor. Yeraltı sularının azalması, buzulların erimesi, deniz ve okyanus sularının ısınması, nehir ve göllerin kuruması, orman yangınları, kuraklık, aşırı hava olayları vb. birçok sorunu derinleştiriyor.
İklimle bağlantılı sorunların başında su kıtlığının yayılması geliyor. Bu sorun işçiler, emekçiler ve yoksul halklar için adım adım güncel bir tehdit haline geliyor. Dünya üzerindeki su sorunu kapitalist kurumların raporlarına da sık sık yansıyor. Örneğin Birleşmiş Milletler (BM) Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO), bu yıl 2023-2027 döneminin tarihteki en sıcak dönem olabileceği uyarısında bulundu. WMO’nun son çalışmasına göre, önümüzdeki 4 yıl içerisinde en az bir yılın daha önce kaydedilen en sıcak (El Niño) yıl olan 2016’yı geçme olasılığı yüzde 98. Öte yandan aşırı sıcaklık, nüfus artışı ve kaynakların yanlış kullanımına bağlı olarak dünya üzerindeki tatlı su kaynakları düzenli bir şekilde azalıyor. Yine BM’nin hazırladığı raporlara göre su krizi her yıl yaklaşık 2,8 milyar insanı etkiliyor. Aynı rapor 2040 yılını Türkiye, Suriye, Irak’ın içinde bulunduğu Ortadoğu bölgesi için “Kritik yıl” olarak değerlendiriyor.
Bilimsel ölçütlere göre su kaynaklarının yeterliliği, insan sayısı ve mevcut su miktarının karşılaştırılmasıyla ölçülür. Buna göre bir bölgenin yıllık su varlığı kişi başına 1700 metreküpün altına düştüğünde su stresi, 1000 metreküpün altına düştüğünde su kıtlığı, 500 metreküpün altına düştüğünde ise mutlak su kıtlığı yaşanıyor. Önlem alınmazsa 2025 yılına kadar 1,8 milyar insan mutlak su kıtlığı ile karşı karşıya kalacak ve dünyadaki tüm insanlarının yarısı su sorunu yaşayamaya başlayacak. Türkiye’de ise 2030 yılına kadar nüfusun 100 milyona ulaşması durumunda kişi başına kullanılabilir su miktarı 1000 metreküpe düşecek ve su kıtlığı başlayacak. Su kıtlığı ise gıda krizine, hijyen yoksunluğuna, salgın hastalıklarına, kitlesel göç ve savaşlara yol açacak kadar önemli bir sorundur.
***
Dünya üzerinde su kıtlığının en derin yaşandığı bölgeler Orta Doğu ve Kuzey Afrika’dır. Bu olgu hiç de tesadüf değil. En bariz örneği işgalci İsrail devletinin Filistin halkı üzerinde uyguladığı saldırganlıktan birinin su kaynaklarına el koyması ve komşu Arap ülkelerindeki su kaynaklarına zarar vermesidir. Yine Kuzey Afrika ülkelerinin (Libya, Fas, Cezayir, Tunus, Mısır, Sudan) sahip olduğu enerji kaynakları emperyalist devletlerin iştahını kabartıyor ve bu bölgeler çatışmaların merkezi haline getiriliyor. Emperyalist devletler hegemonya savaşında su kaynaklarını bir araç olarak kullanarak yoksul halkları susuzluk tehdidi ile baş başa bırakırken, gezegenin geleceğini de geri dönüşsüz bir yıkıma doğru sürüklüyorlar. Bu yıkım doğrudan su kaynaklarına el koymanın yanı sıra emperyalist ülkelerin tarım tekelleri aracılığı ile yoksul ülkeleri sömürmesiyle de gerçekleştiriliyor.
***
Canlılığın devamı için hayati olan su kaynaklarına kapitalist tekeller tarafından el konulması da milyarlarca kişinin yeterli suya erişiminin önündeki engellerden bir diğeridir. Uluslararası sözleşmelerde temiz suya erişim insan haklarından biri olarak tanımlanıyor. Buna göre herkesin kişisel ve evsel kullanım için yeterli, güvenli, fizikî olarak ulaşılabilir temiz suya erişme hakkı vardır. Ancak konuya ilişkin toplanan uluslararası konferanslarda kapitalist şirketlerin talepleri üzerine su “hak” olmaktan çıkarılarak “ihtiyaç” olarak tanımlandı. Kapitalist tekellerin su kaynaklarını gasp etmesine kılıf olan bu değişiklikle birlikte suyun metalaşma süreci hızlandırıldı. Gelinen yerde su tekellerinin her yıl su satışından ettiği karlar petrol ve ilaç tekelleriyle yarışacak boyuta ulaştı. 2009 yılında yapılan bir araştırmada dünya sularının henüz %5’inin özelleştirildiği göz önüne alındığında, mevcut su kaynaklarının kapitalistlerin iştahını nasıl kabarttığı daha net görülebilir.
Bilim insanlarının su krizinin büyümesine ilişkin uyarıları kapitalist devletleri “önlem” adı altında birtakım adımlar atmaya zorluyor. Ancak “önlem” olarak öne sürülen tavsiyeler bireysel su tüketimini azaltmayla sınırlı kalıyor. Son haftalarda Türkiye’de de birçok belediye abonelerine gönderdiği mesajlarla su tüketimini sınırlandırmayı salık verdi. Türkiye’de su krizi yaşanan bölgelerden biri de Muğla’dır. Muğla yöresinde bulunan termik santraller bütün bir yarımadaya yıllarca yetecek suyu bir senede tüketerek bölgede su krizi yaşanmasına sebep oldu. Akbelen’de mücadele eden İkizköylü emekçilerin dikkat çektiği bu konu, gerici faşist iktidarın gözü dönmüş tercihlerini göstermesi bakımından da önem taşıyor.
Su kıtlığının ortaya çıkıp yayılmasının nedeni, kapitalizmin insan ihtiyaçlarına değil kâra ve pazara endeksli işleyişidir. Bu işleyişin derinleştirdiği su sorunu bireysel yöntemlerle çözülemez. Suya ulaşamama, su kirliliği, su stresi ve su kıtlığı gibi sorunların hepsinin dayandığı nokta, (Akbelen’de olduğu gibi) tekellerin karı için doğayı talan eden kapitalizmdir. İklim krizi de dahil yaşanan tüm krizler kapitalizmin sürdürebilir bir sistem olmadığını ortaya koyuyor. Su krizinin yarattığı tahribatı sınırlandırmak bile kapitalizme karşı mücadelenin yaygınlığı, sürekliliği ve gücüne bağlıdır artık.
Yararlanılan kaynaklar:
-Filiz Kartal, “Suyun Metalaşması Suya Erişim Hakkı ve Sosyal Adalet”
-TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası, “Dünya Su Forumu ve Ticarileşen Su”
-TMMOB Su Raporu, “Küresel Su Politikaları ve Türkiye”
-Tahir Öngür, “Su Savaşları Kimin Savaşı?”
-Gaye Yılmaz “Suyun Metalaşması! Kıtlığın nedeni kıtlığa çare olabilir mi?”