Sosyal demokrasinin sözde savaş karşıtlığı

“Sosyal demokrasinin” savaş karşısındaki tutumuna gelince, kapitalist-emperyalist düzenin içinde kendine yer bulmuş ve kendisini CHP gibi biçimsel sosyal demokrat partilerden daha net ve ilkesel bir çizgide sosyal demokrat bir programa sahip olan, bunu ideolojik olarak da gerekçelendiren Avrupa’nın sosyal demokratlarına bakmak yeterlidir. Olağan zamanlarda “barış” yanlısı olan bu partiler emperyalist savaş kapıya dayandığında ellerine savaş baltalarını almışlardır. Bu CHP için de geçerlidir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 08 Şubat 2018
  • 11:15

Siyasal gericiliğin, şovenizmin arttığı, savaş çığırtkanlığının düzen siyasetine egemen olduğu şu günlerde, düzenin tüm aktörleri konumlarını belirliyor. Erdoğan AKP’sinin temsil ettiği, adına “milli ve yerli” dedikleri bu konumlanmada “sosyal demokrat” olmakla övünen CHP de pratikte AKP’den geri kalmamaya çalışıyor.

İzlediği bu politik hat nedeniyle mevcut tabanında inandırıcılığını yitirmiş olan Kılıçdaroğlu’nun son CHP genel kurulunda, karşısında daha güçlü muhalefet bulması bu durumu özetliyor. Erdoğan karşısında etkisiz, silik bir görüntüsü olan Kılıçdaroğlu’na, dolayısıyla mevcut CHP yönetimine son yaşananlar “sosyal demokrat” bir düzen partisi olduklarını hatırlatmaktadır. Akşener ve ekibi tarafından kurulan İYİ Parti’nin olası oy deposunun AKP değil de CHP olması, CHP’nin geldiği durumu göstermektedir.  

Baykal döneminde de, Kılıçdaroğlu döneminde de CHP’nin izlediği hattın Erdoğan ve AKP’sinin önünü açtığı çokça örnekten biliniyor. Düzen siyasetini Erdoğan’ın açtığı kulvardan yürüten Kılıçdaroğlu şimdi kendini ve CHP’yi yenilemek zorunda hissetmektedir. En azından böyle bir görüntü vermeye çalışacaktır.

 CHP’nin son genel kurulunda düzen siyaseti açısından tartışılabilecek çok konu olmakla birlikte,  genel kurula yansıyan sözde savaş karşıtı tutumuna değinmek gerekir. Kürt halkının kazanımlarına düşmanlıkta AKP’den geri kalınmazken, başladığından beri Efrîn’e yönelik savaşa destek verirken, şimdi “barıştan” bahsediliyor olması bir zorunluluk olmuştur. “Afrin milli bir duruşu öngörüyor” diyen Kılıçdaroğlu, aynı zamanda “barışı Anadolu’nun her karış toprağına götüreceğiz” sözü vermektedir.

 Barış getireceklerini iddia ettikleri Anadolu’nun her karış toprağının Cumhuriyetin kuruluşundan önce ve sonra Ermeni ve Kürt halkının kanı ile sulandığını, kurucusu olmakla övündükleri ve sahiplendikleri rejimin bu katliamlardaki rolünü elbette bilmektedirler. 1938 Dersim Katliamı, İstiklal Mahkemeleri, Kürt isyanlarının kanla bastırılması CHP’nin vakti zamanında Anadolu topraklarına getirdikleri barıştan ne anladıklarını göstermektedir.

Düzen siyasetinde kendini “sosyal demokrat” olarak ifade eden CHP’nin bugüne kadar izlediği çizgi yeterince açıktır. Toplumsal muhalefetin belirleyeninin devrimci mücadele olduğu yetmişli yıllar dışta tutulursa, CHP’nin düzen kulvarındaki koşu bandı hep sağ şerit olmuştur. Denizlerin idamına el kaldıran CHP’lilerin görüntüsü gerçek resimdir. Ecevit şahsında “Karaoğlan” efsanesinin yaratıldığı, toplumsal adalet isteminin arttığı, özgür, bağımsız bir ülkede yaşama talebinin devrimci bir cereyana neden olduğu yetmişli yıllarda, rejimin sömürü düzenini yakacak olan bu yangına karşı CHP gibi itfaiye erlerine ihtiyacı vardı. Zira bu yangını başka türlü söndüremezlerdi.

*

Başkanlık referandumunun ardından sokağa akacak tepkiyi frenleyen, devamında “Adalet Yürüyüşü” ile de tabanında yitirdiği itibarı yeniden tazelemek ve biriken öfkeyi boşaltmak isteyen Kılıçdaroğlu CHP’si, yarım yamalak söylediği “barış” talebinde de inandırıcı değildir. Kıbrıs işgali ile övünenlerin Efrîn gibi bir başka işgal girişimi karşısında aksi yönde bir tutum almasını beklemek abesle iştigaldir. Hele hele Kürt halkıyla yapılacak bir “barış” ise CHP için inkarcı ve imhacı devlet geleneğinin devamından başka bir şey değildir.

Dönem dönem Kürt sorununa yaklaşımda bir takım değişimlerin görülmesi, SHP döneminde yapılan HEP ittifakı gibi, sadece koşulların zorlamasından kaynaklıdır. SHP dönemindeki kadroların en bilinenlerinden birinin Karayalçın, diğerinin de Baykal olması yeterince fikir vermektedir. İçinden geçtiğimiz süreç düzen aktörlerinin kendilerini yeniden güncellediği günlerdir. AKP-MHP için bu, gerici-faşist “milli ve yerli” koalisyon iken, CHP’ye de yeniden “sosyal demokrat” olduğunu iddia etmek ve kitleleri de buna inandırmak kalmıştır.

“Sosyal demokrasinin” savaş karşısındaki tutumuna gelince, kapitalist-emperyalist düzenin içinde kendine yer bulmuş ve kendisini CHP gibi biçimsel sosyal demokrat partilerden daha net ve ilkesel bir çizgide sosyal demokrat bir programa sahip olan, bunu ideolojik olarak da gerekçelendiren Avrupa’nın sosyal demokratlarına bakmak yeterlidir. Olağan zamanlarda “barış” yanlısı olan bu partiler emperyalist savaş kapıya dayandığında ellerine savaş baltalarını almışlardır. Bu CHP için de geçerlidir. Kapitalist sistemin sınırları içinde dahi tutarlı bir sosyal demokrat olmanın yolu somut durumlar ortaya çıktığında belli olmaktadır. 1 Eylül’de barış nutukları çekenlerin, barış güvercinleri uçuranların, sıra Kürt halkına ve onun kazanımlarına gelince şahin kesilmelerinin bir mantığı ve nedeni vardır. 

Sonuç olarak; muhtemeldir ki CHP karşımıza, bu düzende özlem duyulan “barış”, “demokrasi”, “özgürlük” vb. kavramları daha çok kullanarak çıkacaktır. Ancak toplumsal eşitsizliklerin yegâne nedeni olan bu kapitalist-emperyalist sistemle esaslı bir dertleri olmayanların bu söylediklerinde samimi olması mümkün değildir. Bir diğer turnusol kağıdı ise kuşkusuz ki Kürt halkının eşitlik ve özgürlük talepleri karşısında takındıkları tavır olacaktır.