Düzen cephesinin başlıca gündemini oluşturan yerel seçimler, şimdiden seçim hileleriyle manşetleri kaplıyor. İlkin düzen partilerinin sancılı ittifak hamleleri ön plandaydı. Ardından ittifak oluşturanların kendi aralarındaki rant pazarlıklarına sıra geldi. Paralel olarak adaylar/adaylıklar üzerinden yaşanan çekişmeler sahne aldı. Elbette arada kitleler nazarında artık hiçbir inandırıcılığı kalmamış vaatler de sıralandı. Fakat gelinen son aşamada seçim hileleri bütün bunları gölgede bırakmış bulunuyor. Var olmayan katlarda, harabelerde, hatta ahırlarda yığma seçmen mi dersiniz, aynı dairede ikamet eden 30’lu-40’lı kalabalıklar mı, güya kayıtlardan düşülmemiş 160’lı yaşlarda hayalet seçmenler mi, ne ararsanız var. Rezalet, aklın sınırlarını zorlayacak boyutta.
Toplumu çürütme ve rıza siyaseti
İlk bakışta bu tablonun ortaya çıkarılması ve gündemi kaplaması düzen muhalefetinin mahareti sayılabilir. Gerçekten böyle olup olmadığını anlamak için AKP-Tayyip Erdoğan iktidarının son dönemde iyice belirginleşen yönetim ya da siyaset tarzına bakmak gerekiyor.
AKP şefi Erdoğan ve bilcümle avenelerinin yalanlar savururken artık hiç sınır tanımamaları sebepsiz değil. Keza kendi icraatlarının ve günahlarının vebalini dahi nefret diliyle ötekileştirdikleri düzen muhalefetine, üstelik inanılmaz bir pişkinlik ve arsızlıkla havale etmelerinin bir siyasi mantığı var. Bu kadarla bitmiyor, düzenin tüm kurum ve işleyişini göstere göstere, hem de hiç kaygı taşımaksızın paçavraya çevirmeleri de aynı sebebe dayanıyor. Özetle bu, toplumu dikey olarak kutuplaştırmayı başaran ve bunun üzerinden alabildiğine alıklaştırdığı belirli bir seçmen kitlesinin desteğini güvenceye aldığını düşünen AKP-Erdoğan iktidarının, tüm değerlerin içini boşaltarak, toplumsal çürümeyi bir kademe daha ileriye sıçratarak ayakta kalma politikasıdır.
Şüphesiz hiç utanmadan, pişkince yalanlar yağdırmak Tayyip Erdoğan’ın bugüne kadarki seçim süreçlerinde başvurduğu yöntemlerin başında geliyordu ve hep de işine yaradı. Fakat 15 Temmuz darbe girişimi sonrasındaki süreç, bunun sınırsız olarak kullanılabilecek bir yöntem olabileceğini gösterdi. Fethullahçı çeteyle uzun yıllara dayalı suç ortaklığının hesabı orta yerde duruyorken, kendinden olmayan düzen güçlerini Fethullahçılık cenderesine hapsetmeyi başarması ona bu özgüveni sağladı. “İstediğim kadar okkalı yalanlar savurayım, benim milletim bana yeter!” Aynı anlayışın bir devamı olarak düzen kurumlarının ve işleyişinin paspasa çevrilmesi de adım adım pervasızca yapılmaya başlandı ve OHAL süreciyle pekişti.
Şimdi belediye başkanlığına aday gösterilen Meclis Başkanı Binali Yıldırım’ın anayasanın açık hükmüne rağmen istifa etmemesi, Tayyip Erdoğan’ın sözünü anayasa hükmünden yeğ tutması, AKP-Erdoğan diktatörlüğünün bu yeni dönemine damga vuran siyaset anlayışının en çarpıcı örneklerinden birini oluşturuyor. Binali Yıldırım “bizim Binali” olduğu için değil, Erdoğan-AKP iktidarının son dönemde temel çizgiye dönüştürdüğü çürütme ve kokuşturma; her tür hukuksuzluğa, ahlaksızlığa, yalana, hileye razı etme anlayışının bir gereği olarak milyonların karşısına çıkıp, “Seçim çalışması siyasal bir faaliyet değildir” diyebiliyor.
Seçim hilelerinde artık hiçbir ölçü ve sınır kalmaması, düzenin seçim gibi temel bir işleyişinin bile hiç olmadığı kadar paçavraya çevrilmesi, Hitler’e rahmet okutan türden bir dikta düzenini kanıksatma politikasının ürünüdür. Sözde muhalefet cephesinde tüm bağırış çağırışa rağmen son kertede hep de bir onay çıkmaktadır nasılsa. Ki başta ana muhalefet partisi olmak üzere tüm düzen partileri Tayyip Erdoğan tarafından belirlenen gündemler ve çizilen sınırlarda kalarak onu geniş toplum kesimleri nezdinde meşrulaştırmak dışında bir muhalefet de yapıyor değiller zaten.
Çürümüş düzene karşı sınıf mücadelesi
Artık kesif kokular yayan bu çürüme-yozlaşma atmosferinde Erdoğan-AKP iktidarının işi yine de kolay değil. Düne kadar sağa sola “Eyyy…” diye parmak sallayıp yandaş coşturan AKP şefinin, belki tarihin en büyük aşağılamalarından biri (Trump’ın mahvederiz twiti) karşısında kuyruğu kısması, şimdilik “yerli ve milli” hamasetiyle sersemletilmiş yığınlarca sorgulanmıyor olabilir. Fakat bu son gelişme, AKP şefinin, Trump’ın Suriye’den çekilme açıklamasını kendi hanesine kaydetme ve savaş çığırtkanlığı eşliğinde seçim propagandası olarak kullanma koşullarını büyük oranda ortadan kaldırdı. Son olarak Putin’in huzuruna çıkıp buradan da umduğunu bulamayışı, savaş çığırtkanlığından oy devşirme hesaplarını tümden boşa çıkarmış oldu. Bunlardan daha önemlisi, AKP-Erdoğan iktidarının Trump’ın söz konusu aşağılamasını “Ben ve arkadaşlarım üzüntüyle karşıladık” zavallılığıyla savuşturmasının, yaşadığı sıkışmanın bir itirafı olduğu da gözlerden kaçmamıştır.
Bu sıkışmanın ana eksenini AKP’nin 16 yılı aşkın süre boyunca sürdürdüğü yağma, talan, hırsızlık ekonomisinin iflası oluşturuyor. Nitekim bugün düzen cephesinin yalan ve hilelerle öne çıkarılan seçim gündemine rağmen, başta işçi ve emekçiler olmak üzere toplumun büyük bir kesiminin başlıca sorunu ekonominin perişan halidir. (Piar tarafından yapılan son araştırmada, Türkiye’nin en önemli sorunları sıralamasında ilk iki sırayı ekonomi ve işsizliğin alması tesadüf olmasa gerek.) Bu açıdan gerici iktidar için deniz gerçekten tükenmiştir. Paraların “sıcak sıcak” aktığı zamanlar geride kalmış bulunuyor. Dünya kapitalizminin küresel ekonomik krizin yeni bir yıkıcı dalgasına hazırlandığı bir dönemde, Erdoğan-AKP iktidarının çökmüş olan ekonomiye bir nebze nefes aldıracak olanaklar bulması kolay olmayacaktır.
Şüphesiz 2019 yılına girilirken seçim yatırımı çerçevesinde işçi ve emekçilerin ağzına bir parmak bal çalınabildi. Örneğin elektrik ve doğalgazda göstermelik indirim (%10), asgari ücretin 2 bin lira seviyesine çıkarılması, doğalgaza seçim dönemi boyunca zam yapılmaması gibi göz boyayıcı hamleler yapıldı. Ne var ki krizin ağır faturası gerçek yaşama damga vurmaya devam ediyor. Örneğin sanayi üretiminde yaşanan küçülmeye (Ekim 2018 itibariyle %5,7), kayıtlı işsiz sayısında sürekli artış (yaklaşık 3 milyon 300 bin) eşlik ediyor. Keza sermaye iktidarının söz konusu yalandan “iyileştirmeler”inin emekçilerin sofrasını yakan enflasyon ve temel tüketim ürünlerinin fahiş fiyatları karşısında bir hükmü kalmıyor.
İşçi sınıfı ve emekçiler, bunları henüz kritik bir önem atfedilen bir seçim öncesinde yaşadıklarını unutmamalıdırlar. Seçimlerin ardı daha beter saldırılar, daha ağır faturalar, daha koyu bir karanlıktan başka bir şey değildir. Dolayısıyla AKP-Erdoğan düzeninin karanlığında çürüme ve yozlaşmanın batağına saplanmamış onurlu her işçi ve emekçinin önünde, kendisinin değilse bile çocuklarının geleceği için sınıfın fiili-meşru mücadelesini ve direnişini yükseltmekten başka bir seçenek yoktur.
Bu açık gerçeğe rağmen, AKP-Tayyip Erdoğan diktası altında artık tümden yalanlarla sürdürülen seçim hayallerine kapılanlar bir kez daha yıkılmış hayalleriyle baş başa kalacaklardır. Bunun da ötesine geçip din istismarcısı gerici iktidarı destekleyenler ise hem gericiliğin toplumu çürütme politikasına güç vermiş hem de kendilerine reva görülen en aşağılık köleliği onaylamış olacaklardır.