31 Mart Yerel Seçimleri’nde hezimete uğrayan saray rejiminin başı T. Erdoğan’ın histerik vaazları yine gündemi meşgul ediyor. Histeri nöbetlerinin şiddetlenmesi şaşırtıcı değil. Zira hezimet sarayların, sefahatin, şatafatın, yağmadan elde edilmiş baş döndürücü zenginliğin baki olmadığını hatırlattı. Bu ise sarayın yağmacı rejiminden beslenen yandaşlarda panik, histeri, şizofreni gibi arızaların yayılmasına neden oluyor.
Kimi vaazlarda kontrolden çıkan AKP şefi, maskesini atıp zihin dünyasındaki kini-kibri fütursuzca sergiliyor. İdeolojik vaazlar vermek için iftar sofraları kuruyor, “kirli işlerin örtüsü” olarak dini kullanıyor. Histerinin derinleştiği bu vaazlarda kimi zaman halkı aşağılayan T. Erdoğan, bu pervasızlığı geçen hafta İstanbul Sultanbeyli’de tekrarladı.
Kim kimi besliyor?
Din istismarına, ırkçı-şoven propagandaya yaslanan rejimlerin ayırt edici özelliklerinden biri yağmaya, haraca, rüşvete, adam kayırmaya dayanmalarıdır. Nitekim AKP-saray rejiminin yaptığı yağmanın, el koyduğu rantın haddi hesabı yok. Çünkü bu rejimlerin farklı alanlarda kullanılan bir “tetikçiler ordusu” beslemeleri şart. Her seçimde oy avcılığı için “sadaka-yardım” adı altında rüşvet dağıtmak ise, olmazsa olmazlarındandır.
İşsizliğe, yoksulluğa, sefalete mahkum ettikleri kitlelere rüşvet dağıtıp oylarını satın alan bu kokuşmuş rejim, oy oranları düştüğü anda halka hakaret etmeye başlıyor. Sultanbeyli’de muhalefetin aldığı oyları örnek gösteren T. Erdoğan, “Karınlarını doyuruyorsunuz ama oy vermiyorlar” dedi.
İşçi sınıfının, kent-kır emekçilerinin ürettiği toplumsal serveti arsızca yağmalayanlar, “halkın karnını biz doyuruyoruz” diye vaaz verecek kadar da pişkinler. Yıllardır kendilerine oy verenleri bile aşağılıyorlar. Elbette bu kibir, bu patavatsızlık tesadüf değil. Bunun kaynağında yağmadan başı dönmüşlerin kibri ile emekçilere düşmanlığın ürünü bir histeri var.
“Delikten aşağı süpürmeyin kullanın” zihniyeti
Başa getirildiği ilk yıllarda Washington’daki efendilerini kızdıran AKP şefi, yine “beka” sorunu yaşamıştı. Bundan dolayı danışmanlarını Beyaz Saray’a göndererek şu mesajı iletmişti: “(Beni) delikten aşağı süpüreceğinize, kullanın…”
Cüneyt Zapsu-Şaban Dişli ikilisinin Beyaz Saray’daki muhataplarına ilettiği bu mesaj hem ABD hem dünya medyasında yayınlanmış, AKP şefleri ise bu alçaltıcı vaziyeti sineye çekmişlerdi. Kayıtlara geçen mesaj, din bezirganlarının zihin dünyalarını, ahlak(sızlık)larını ibret verici bir şekilde gözler önüne sermişti.
Herhangi bir ilke, değer, kural/kaide tanımayan saray rejimi, halktan da aynı tutumu bekliyor. Bu olmayınca da kinle-kibirle saldırıyor. Siyasi çıkarlarına aykırı olmasına rağmen bu kadar kaba olmaları, iktidarı-rant kaynaklarını kaybetme korkusunun saraydaki zihinleri nasıl da esir aldığını gözler önüne seriyor.
Korkulu rüyaları hak arayan emekçidir
Ortaçağ artığı bir ideoloji olan dinci gericilik, temsil ettiği sömürücü sınıflar ile sarayın beslemeleri dışındakileri “kullar yığını” kabul eder. Yani toplumun çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfı ile kent/kır emekçilerini insan kategorisinde görmez. Onlara, saraydaki sultana biat etmekle mükellef kullar/yığınlar muamelesi yapar.
Başa geldiği günden beri sermayenin palazlanması için vahşi neo liberal politikalar izleyen AKP, emekçileri sefalete mahkum etti. Milyonları önce “sadakaya muhtaç” duruma düşürdü, sonra onlara “erzak, kömür vs.” dağıtarak biat ettirmeye çalıştı. Bir tür “onur kırıcı teslimiyet” dayatmasıyla karşı karşıya kalan milyonlar, uzun süre saray rejimini destekledi.
Destekçi kitlede yaşanan çözülme, farklı çevrelerin de saray karşıtı bir tutum geliştirmelerini kolaylaştırdı. Bu ise saltanatın ölüm çanlarının çalmaya başlaması anlamına geliyor. Halkı aşağılamada patavatsızlığının bu boyuta varması tiksinti verici olsa da şaşırtıcı değil. Zira bu yaklaşım, dinci gerici zihniyetin maskesiz halinin dışa vurumundan ibarettir.
Grev yasaklarıyla işçi sınıfını etkisizleştirmeye çalışan iktidar, sendika ağalarının çoğunu saraya biat ettirerek, sıradan hak arama mücadelelerini bile ortadan kaldırmaya çalıştı. Bu alanda önemli bir mesafe alsa da gücü işçi sınıfının mücadele dinamiklerini ortadan kaldırmaya yetmedi, yetemez de... Biat etmiş ağaların denetimindeki sendikalara üye işçilerin 1 Mayıs alanlarında sarayın damadını hedef almaları, mücadele dinamiklerinin nasıl da diri olduğunu ispatladı.
Saray rejimi, işçi ve emekçileri “ayak”, kendini “baş” sayan, “ayaklar baş olursa kıyamet kopar” diyen bir zihniyete dayanıyor. Sermaye kodamanları huzurunda grevleri yasaklamakla övünen AKP şefi, “onursuzlaştırarak teslim alma” taktiğinin zaferini ilan eder gibiydi.
AKP şefi ilan ettiği zafere inanıyor mu, bilinmez. Ama bunun kof bir zafer olduğu kesin. Zira tüm baskılara, polis zorbalığına, işten atma tehditlerine rağmen grevlerle, direnişlerle tepkisini ortaya koyan işçi sınıfı, Ortaçağ artığı zihniyetin dayattığı kulluğu reddettiğini kanıtlıyor.
İşçi sınıfını ve emekçileri hor gören, “güdülecek sürü” muamelesi yapan din bezirganlarının Sultanbeyli’de sergilediği kibir, net bir sınıfsal temele dayanıyor. Zira hak talep eden, hele de haklarını kazanabilmek için grev, gösteri, işgal, direniş gibi eylemler gerçekleştirenler, sermayenin “demir yumruğu” olan bu rejimin gerçek mezar kazıcıları da olacaklardır.