Emperyalistlerin “yeşil ışık” yakmaları, Saray rejimine savaş histerisini azgınca sergileme fırsatı verdi. Onlarca savaş uçağı ve diğer savaş araçlarıyla saldırı başlatanlar, tam bir utanmazlıkla Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde gerçekleştirilen katliama karşılık verdiklerini iddia ettiler. Oysa bombalı saldırıyla ilgili gözaltına alınanların çoğunun ÖSO (Özgür Suriye Ordusu) bağlantılı olduğu görüldü. ÖSO ise kuruluşundan bu ana Türk sermaye devletiyle işbirliği yapan cihatçı terör örgütlerinden biri. Hal böyleyken Saray rejimin ordusu hem Rojava’da hem Güney Kürdistan’da Kürt hareketini hedef aldı. Yer yer ise Suriye ordusunun mevzilerini de bombaladı.
Saldırının sahte bir gerekçeye dayandırıldığını en iyi bilenler, yeşil ışık yakan emperyalistlerdir. Halen tam bir riyakarlıkla Türkiye’nin “güvenlik kaygılarında haklı olduğunu” söylüyorlar. Bu söylemle saldırgana “saldırıya uğramış” pozları takınma fırsatı sağlanıyor. Her yönüyle kanlı ve iğrenç bir mizansen sergiliyorlar.
Nitekim bundan feyz alan AKP şefi saldırının hava bombardımanlarıyla sınırlı kalmayacağını, TSK’nin tankları ve askerleriyle kara saldırısı başlatacağını ilan etti. Adeta “kan dökme şehvetine” kapılan dinci-faşist rejim daha çok yıkım daha çok ölüm için sabırsızlanıyor. Emekçileri sefalete mahkum eden Saray rejimi, savaşla çöküşünü ertelemeye çalışıyor. Bu ise, saldırıya yeşil ışık yakanların bazı uyarılar yapmasına neden oldu.
Tayyip Erdoğan’la etrafındakiler, “fırsat bu fırsat” zihniyetiyle hareket ederek kara hareketinin başlayacağını ilan edince, hava bombardımanını sessizce izlemekle yetinen ABD, Rusya, Almanya gibi devletler bir şeyler söyleme gereği duydu. Bu arada İran, Suriye, Irak yönetimleri başta olmak üzere birçok bölge devletinin Saray rejiminin saldırganlığından rahatsız olduğunu belirtmek gerekiyor.
ABD-Rusya-Almanya üçlüsünün hava bombardımanına sessiz kalmaları, Saray rejiminin politikasına destek verdikleri anlamına gelmiyor. Ancak Saray rejimiyle kurdukları sefil çıkar ilişkilerinin bekası için böyle bir tutum almayı uygun gördüler. Kara saldırısının gündeme gelmesinden hemen sonra “nazik” uyarılar yapmaları, “bu kadar yeter, daha ileri gitmeniz uygun olmaz” mesajı vermeleri, en azından bu koşullarda karadan yapılacak bir saldırıya “yeşil ışık” yakmak istemediklerine işaret ediyor. Her üç devletin temsilcilerinin yaptığı açıklamalar, saldırganlığın bir yerde durmasının beklendiği izlenimi yaratıyor.
Moskova: “Türkiye'nin kendi güvenliğini sağlama konusundaki endişelerini anlıyor ve saygı duyuyoruz ve Türkiye'nin bu meşru hakka sahip olduğuna inanıyoruz. Ancak yine de ilgili tüm tarafları, genel olarak durumun istikrarsızlaşmasına yol açabilecek adımlar atmaktan kaçınmaya çağırıyoruz. Bu bumerang gibi geri dönebilir ve güvenlik alanında işleri daha da karmaşık hale getirebilir...”
Washington: “Türkiye, özellikle güneyinde meşru terör tehdidi nedeniyle muzdarip olmayı sürdürüyor. Tabii ki her türlü kendilerini ve vatandaşlarını savunma hakları var… Bölgedeki bir operasyon, ortağımız SDG'nin IŞİD ile mücadele kabiliyetlerini kısıtlayabilir. SDG ile bunun için ortaklık yapıyoruz ve IŞİD üzerinde baskıyı devam ettirmek istiyoruz...”
Berlin: “Terörle mücadele konusunda Türkiye'nin yanındayız. İçinde bulunduğu durumdan dolayı anlayış gösteriyoruz. Ancak bu sert mücadelede ‘orantılı’ olunması ve sivillerin korunması gerekiyor. Mücadelenin devletler hukukuna uygun, sivil halkın korunarak yapılması gerekir, bunu da tabii ki belirtiyoruz. Şiddetin tırmandırılmasının engellenmesi gerekiyor…”
Bu açıklamalarda ‘Türkiye’nin terörle mücadelesinin desteklendiği” ifadelerinin ardından “ama/ancak” diye başlayan uyarılar yapılması dikkat çekiyor. Türkiye’nin terörle mücadele ettiği safsatasının tekrarlanması ve hava bombardımanın bununla bağlantılıymış gibi sunulması ise, kaba bir riyakarlıktan başka anlam taşımıyor. Zira bu lafları edenler, Suriye’deki cihatçı terörün esas dayanağının Türk sermaye devleti/saray rejimi olduğunu çok iyi biliyorlar. AKP-MHP rejimi hem saldırgan hem işgalci hem gerçek terörü besliyor. Hal böyleyken bu rejime ‘terörle mücadele’ payesinin biçilmesi, adı geçen devletler adına tam bir kepazeliktir. Buna rağmen yapılan açıklamaların esas amacının kara harekatının hoş karşılanmayacağını hatırlatmak olduğunu da belirtmek gerek.
Görünen o ki, AKP şefi ile mürit takımının bu uyarıları göz ardı etmesi kolay değil. Buna karşın savaş histerisine kapılan bu zevatın frene basmak için acele etmedikleri de görülüyor. Bu saldırgan savaşa karşı gerçek itirazı yükseltmesi gerekenler öncelikle işçi sınıfı ve emekçilerdir.