Rejim krizinde yeni safha: Alternatif sosyalizm!

Bütün olgular, sistemin tepeden tırnağa kokuştuğunu ve emekçilerin yaşamsal sorunlarına çözüm üretmek bir yana, var olanları daha da ağırlaştığını kanıtlamaktadır. Bu durumda işçi sınıfı başta olmak üzere emekçiler ve toplumun ezilen diğer kesimleri için tek çıkışı yolu, çivisi çıkmış bu sistemden kurtulmak ve sosyalist işçi-emekçi cumhuriyeti için mücadeleyi yükseltmektir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 12 Mart 2014
  • 14:54

İktidarı ele geçirir geçirmez parsa paylaşımı kavgasına tutuşan dinci-gerici koalisyonun bünyesinde oluşan çatlak, Haziran Direnişi ile daha da derinleşti. Kontrollü bir şekilde devam eden çatışma, 17 Aralık operasyonuyla doruğa çıktı. İktidar ve rant kavgası, siyasal İslamcı koalisyonun tabutuna çakılan esaslı bir çivi oldu; din-ahlak bezirganlığı bir kenara bırakıldı, keskin “dünyevi dişler” iyice bilendi.

Ortalığa saçılanlar, sermaye iktidarının tepeden tırnağa kokuştuğunu gözler önüne serdi. Bir yanda cumhuriyet tarihinin en rezil yolsuzluk ve rüşvet skandalları, öte yanda çeteleşmiş devlet gerçeği. 17 Aralık’tan bu yana yanaşanlara bakıldığında ise, rezaletin bini bir para. Cemaat, yıllardan beri arşivlediği belgeleri, parça parça açıklayarak, iktidar dümenindeki AKP’yi rezil ederken, hükümet ve hırsızlığı tescilli şefi Tayyip Erdoğan ise, burjuva hukukunu ayaklar altına alarak, hamleleri savuşturmaya çalıştı. 12 yıldır koalisyon ortağı olan Cemaati “paralel devlet” ilan eden hükümet, battıkça battı. Hükümet o kadar sıkıştı ki, iktidara tırmanmanın temel basamağı olarak kullandığı “Ergenekon Davası”nı hükümsüz kıldı.

“Darbeciler” serbest

Hükümet, jet hızıyla çıkardığı ve uygulamaya başladığı bir yasayla, Ergenekon davasında çoğu ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmış onlarca kişiyi salıverdi. Tutukluluk süresini 10 yıldan 5 yıla düşüren söz konusu yasa, planlanmış bir adımın hayata geçilmesi için çıkarıldı.

Bu arada dinci-gerici iktidarın demokratikleşme zırvasının bir diğer dayanağı sayılan “Balyoz Davası”nın seyri de değişmeye başladı.   

Bu davada halen askeri cezaevlerinde 128 muvazzaf subay bulunuyor. Aralarında 13 general ve amiralin bulunduğu subayların 95’i albay, 15’i yarbay, 4’ü binbaşı, 1’i ise yüzbaşı rütbesinde. Hükümet, Yargıtay aşaması tamamlanan Balyoz davasıyla ilgili formül arıyor. Nitekim konuyla ilgili açıklama yapan AKP şefinin sarf ettiği, “Balyoz gibi kesinleşmiş davalar meselesine gelince… Yargıtay Genel Kurulu'nda yeniden yargılama olabilir ama biliyorsunuz o da sorunlu. Bilmiyorum Anayasa Mahkemesi'ni bireysel başvuru mümkün mü? Hukukçuların bakması lazım...” şeklindeki sözleri, Balyoz davasının seyrini değiştirilmesi için düğmeye basıldığını gösteriyor.

Yargı, bir kez daha çatladı

Yargı, emniyet, istihbarat gibi burjuva devletin temel militarist kurumları, yasa veya yönetmeliklere değil, iktidar ve rant kavgasında tuttukları tarafa göre hareket ediyorlar. Zira bu kurumlar da, “çeteler savaşı”nın aktif kıtalarıdır. Son iki ayda pek çok skandala vesile olan bu durum, Ergenekon sanıklarının tahliyesiyle ilgili kararların uygulanması noktasında da yaşanıyor.

Yansıyan bilgilere göre, Ergenekon davasına bakan Silivri’deki İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, Çağlayan’daki mahkemelere yapılan tahliye talepleriyle ilgili bir açıklama yaparak, tüm tahliye taleplerini reddettiğini ilan etti. Özel yetkili mahkemelerin (ÖYM) kapatılmasına karar verilen yasal düzenlemeyi tanımadığını da ilan eden Silivri’deki mahkeme, Ergenekon sanıklarına ilişkin verilecek kararlarda kendisinin yetkili olduğunu ve İlker Başbuğ için tahliye kararı veren 20. Ağır Ceza Mahkemesi hakkında şikayetçi olacağını açıkladı.

Gelişmeler üzerine sahneye çıkan HSYK (Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu) tarafından yapılan açıklamada, Ergenekon sanıkları ile ilgili tahliye taleplerini reddeden Silivri’deki 13 Ağır Ceza Mahkemesi'nin “yetki gaspı” yaptığı savunularak, “Mahkemeleri kurma, kaldırma yetkisi TBMM'dedir” denildi.

Bu arada, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin tahliye taleplerini reddetmesi üzerine inceleme başlatan HSYK 3. Dairesi’nin, (daha önce AKP şefleri tarafından ‘kahraman’ ilan edilen) Silivri’deki Ergenekon savcılarına “hadlerini bildirmeye” hazırlandığı belirtiliyor. 

AKP şefleri kıvranıyor

Başa geçtiği günden beri “mağdur” edebiyatı yapan dinci-gerici şefler ve onların medyadaki borazanları, Ergenekon sanıklarının serbest bırakılmasını izah etme noktasında sıkıntısı yaşıyorlar. Zira “ordu bize karşı darbe hazırlıyor; biz mazlumuz; darbecilere karşı direniyoruz; askeri vesayeti kaldırdık; ‘ileri demokrasi’yi kurmak için çaba harcıyoruz; bizi engelliyorlar vb.” söylemini bıktırırcasına kullanan iktidar ve onun organik gazetecileri, AKP güdümündeki kitlede oluşturdukları algının yaratabileceği tepkilerden çekiniyorlar.

Nitekim tahliyelerle ilgili açıklama yapan AKP şefinin, “Ben başımı kuma gömemem. Darbe girişimlerini, onca ses kaydını ve delili nasıl görmezden geliriz. Darbe, darbe girişimi yoktur diyemem. Dolasıyla bu girişimlere karşı farklı bir tutum içinde değiliz. Darbe yoktur, darbe girişimi yoktur diyemem. Ayrıca mahkemenin verdiği kararın beraat değil tahliye olduğu gözden kaçırılmamalı. Bundan kurtuldum diyenler var ama olmaz” türünden anlamsız laflar etmesi, AKP güdümündeki kitleyi ikna edebilmek için nasıl da kıvrandığını gösteriyor. Düne kadar koalisyon ortağı olan Cemaate ateş püsküren AKP şefi, düne kadar “hasım” ilan ettiği “darbeci” generalleri ise, hapisten çıkartıyor.

‘İleri demokrasi’ safsatasının sonu

Dinci-gerici koalisyon burjuvaziden ve emperyalistlerden aldığı desteye de dayanarak, orduda ciddi tasfiyeler başlattığında, bunu, “ileri demokrasi” hamlesi diye yutturmaya çalıştı. Bugünlerde seyri değişen Ergenekon ve Balyoz davaları, yıllarca bu hamlenin medar-ı iftiharı olarak pazarlandı.

Söz konusu olan egemen sınıflar arasında cereyan eden bir hesaplaşmaydı ve elbette demokratikleşmeyle uzaktan yakından bir alakası yoktu. Buna rağmen akıl tutulması yaşayan umutsuz solcular ile bir takım liberaller, sırtını ABD emperyalizmine dayayan dinci-gerici iktidarın arkasında saf tuttular.

“Yetmez, ama evet!” diyen akıl tutulmasına uğramış solcular, tarihlerinin en sefil dönemini yaşamışlar, fakat buna rağmen aynaya bakma cesareti gösterememişlerdi. Dinci-gerici koalisyonun ülkeyi demokratikleştirdiğini iddia eden “yetmez ama evet” çığırtkanları, dinci-gerici koalisyonun generalleri hapse atmasını, iddialarının kanıtı olarak gösteriyorlardı. Generallerin hapse atılmasının demokratikleşmeyle zaten bir ilgisi yoktu, buna rağmen bu sahte kanıt da, “darbeci”lerin AKP tarafından salıverilmesiyle tamamen çökmüş bulunuyor. Bu olay, dinci-gericilikten medet uman akıl tutulmasına uğramış solcular için de sarsıcı olmalı.

AKP’nin, aralarında kirli savaş şeflerinin de bulunduğu Ergenekon davasının sanıklarını bırakması, darbe karşıtlığı ve “ileri demokrasi” zırvalarını söylemde bile hükümsüz kıldı. Bundan dolayı, düne kadar dinci-gerici koalisyonun arkasında saf tutan liberallerin bir kısmı, şimdi AKP’den yaka silkiyor. Oysa ortaçağ zihniyetini temsil edenlerden demokrasi bekleyen bu avanak takımı, AKP icraatlarının suç ortaklarıdır. 

Rejimin bekası için her koalisyon mübahtır

Egemenler arası çatışmanın yarattığı rejim krizi, tam aşılmış gibi göründüğü anda, yani AKP iktidarını en güçlü göründüğü dönemde patlak veren Haziran Direnişi ve sonrasında yaşanan gelişmeler, durumun böyle olmadığını açığa çıkardı. Dinci-gerici koalisyon çatlayıp AKP hükümetinin rezaletleri ortalığa dökülünce, “Ergenekon’un savcısı” Tayyip Erdoğan, “milli orduya kumpas kuruldu” diye vaaz vermeye başladı. Öyle ki, sıkışınca orduya kur yapmaya başlayan AKP şefi, savcısı olduğu davanın gönüllü avukatlığını üstlendi.

Görünen o ki, rejim krizi yeni bir safhaya girmiş durumda. Dinci-gerici koalisyon çatlamış, hükümet gırtlağına kadar çirkefe batmış, başbakanın hırsızlığını dünya görmüş, burjuva siyaset arenası alternatif yaratmaktan aciz, devlet kurumları kendi yasalarını ayaklar altında çiğniyor…

Generaller, bu kaotik ortamı hapisten çıkmak ve kaybettikleri mevzileri yeniden tahkim etmek için bir fırsat sayarken, paçaları tutuşan AKP şefleri ise, “darbeciler”i salıvererek, hesap vermekten kurtulmanın hesabı içindeler. Kısmen öznel bir yön taşıyan bu tür hesaplar olsa da, egemenler için daha da önemli olanı, “çivisi çıkmış” Amerikancı rejimi kurtarmaktır.

Emekçiler, kendi alternatifleri için mücadele etmelidir

Egemenler arası iktidar ve rant savaşı hangi safhada olursa olsun, kapitalist sistem işçi ve emekçiler için sömürü, baskı, eşitsizlik, işsizlik, sefillik ve zorbalık üretmeye devam ediyor. Dolayısıyla egemen sınıfların ittifaklarının bozulması veya yeni ittifakların kurulması, işçi ve emekçilerin sorunlarını zerre kadar hafifletmiyor.

Bütün olgular, sistemin tepeden tırnağa kokuştuğunu ve emekçilerin yaşamsal sorunlarına çözüm üretmek bir yana, var olanları daha da ağırlaştığını kanıtlamaktadır. Bu durumda işçi sınıfı başta olmak üzere emekçiler ve toplumun ezilen diğer kesimleri için tek çıkışı yolu, çivisi çıkmış bu sistemden kurtulmak ve sosyalist işçi-emekçi cumhuriyeti için mücadeleyi yükseltmektir.