Rejim krizi, gelişmeler, görevler...

Bu kadarı bile güncel gelişmeler karşısında yapılması gerekeni yeterli açıklıkla ortaya koyuyor; sınıfa karşı sınıf ekseninde sosyal mücadele dinamiklerini güçlendirmek. Her türden gericiliğe, baskı ve sömürüye karşı fabrika fabrika, havza havza ve giderek bütün bir ülke sathında işçi sınıfını siyasal bir güç olarak burjuvazinin karşısına dikmek.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 12 Ağustos 2016
  • 07:38

Darbe girişimi ve sonrasında yaşanan gelişmeler, düzen cephesinde yer alan kriz dinamiklerinin ne denli güçlü ve kırılgan olduğunu gözler önüne serdi. 15 Temmuz’un hemen ardından başlatılan ve devletin tüm kurumlarını kapsayan tasfiye operasyonları rejim krizinin derinliğine ayna tutarken, devlet bünyesindeki fay hatlarının ne denli kuvvetli olduğunu da ortaya koydu.

Darbe girişiminin sermaye devletinde yarattığı sarsıntının daha ne gibi sonuçlar doğuracağını bugünden kestirmek zor. Fakat açık olan şudur ki, gerici kapışmanın bugünkü galibi olan AKP iktidarı, emperyalist güçler ve sermayenin genel ihtiyaçları doğrultusunda devleti tahkim etmeye dönük çok yönlü bir süreç işletmektedir. Elbette bu aynı süreci kendisini güvenceye alacak, devlet üzerindeki denetimini arttıracak-güçlendirecek hamlelerle bir arada yürütmektedir. Zira, 15 Temmuz’da yaşanan kırılma fay hatlarında bugün için bir rahatlama, enerji boşalması sağlamış olsa da, rejim cephesinde yaşanan kriz ve siyasal belirsizlik olgusu aşılabilmiş değildir ve bunun en çok da AKP iktidarı farkındadır.

“Darbenin baş hedefi olan ve bunun sağladığı mağduriyeti en iyi biçimde kullanarak, krizi kendi dinci rejimini nihayet kurabilmenin bir fırsatına çevirmeye çalışan Tayyip Erdoğan ve şürekasının halihazırdaki hummalı faaliyeti yanıltıcı olmamalıdır. Dinci darbe girişiminin açığa çıkardığı devlet krizi tüm dengeleri bozmuştur ve bu beraberinde yeni saflaşmaları, yeni güç ilişkilerini ve elbette çatışmalarını getirecektir. Tayyip Erdoğan iktidarının halihazırdaki girişimleri kısa dönemli olarak ona belli bir güç kazandırıyor gibi görünse bile gerçekte bunlar normalleşmeyi sağlamak bir yana yıllardır sürmekte olan rejim krizini daha da derinleştirecek türdendir.” (15 Temmuz darbe girişimi ve sonrası - Ekim, Sayı: 303, Ağustos 2016)

“Demokrasi nöbetleri”, gerçekler ve yanılsamalar

AKP, 2002 yılında emperyalist burjuvazinin ve yerli işbirlikçilerinin tam desteği ile hükümet koltuğuna oturdu. O tarihten beri, kimi “tatsız kazalar” bir kenara bırakılırsa, bir savaş ve saldırganlık hükümeti olarak görevini kusursuz bir şekilde yerine getirdi. ABD emperyalizminin Ortadoğu’da yürüttüğü savaş politikasının en sadık uygulayıcısı oldu. Sermayenin ihtiyaç duyduğu sosyal-ekonomik yıkım programını pervasızca hayata geçirdi. Bu dönem içerisinde büyük sermaye güçleri devasa boyutlarda kârlar elde ettiler. Onun bu misyonu, tüm yıpranmışlığına ve aşırılıklarına rağmen bugüne kadar emperyalistlerin ve TÜSİAD gibi büyük sermaye çevrelerinin desteğini almasını sağladı/sağlıyor.

AKP’nin sermaye güçleri ve emperyalistler tarafından desteklenmesinin bir diğer nedeni ise, denetim altında tuttuğu azımsanamayacak bir kitle tabanına sahip olmasıdır. Bu elbette 15 ayda iş başına getirilen AKP’nin “mucizeler yaratarak” elde ettiği bir başarı değildir. Zira söz konusu olan her türden gericiliğin merkezi olarak kurulan, içerisinde çeşitli grup ve çevrelerin yer aldığı gerici bir koalisyon partisidir. AKP’yi güç haline getiren ve ona güçlü toplumsal dayanaklar sağlayan da gerçekte dinci, ırkçı, milliyetçi, liberal vb. burjuva gericiliğinin bu ittifakıdır. Milli Görüş’ünden FETÖ’süne, Menzil’inden daha başkaca tarikatlara kadar, ittifak bileşenlerinin toplum içerisinde yıllara dayalı olarak biriktirdiği güç ve olanaklardır.

Bu yönüyle, AKP’nin Türkiye toplumunun burjuva gericiliği ile sersemletilmiş önemli bir kesimini arkasına alması şaşırtıcı değildir. AKP’nin başındakiler, başta Tayip Erdoğan olmak üzere bu gerçeğin bilincindedir ve Haziran Direnişi, 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları vb. önemli kriz dönemlerinde sahip olduğu bu toplumsal desteği göstermek için her yolu denemektedir. Son darbe girişimi ile birlikte bunun daha pervasız biçimlerine “demokrasi nöbetleri” üzerinden tanıklık ettik.

AKP iktidarı, sahip olduğu toplumsal desteği bugüne kadar koruyabilme başarısını, temsil ettiği ve bünyesinde barındırdığı Cemaat vb. gerici odaklarla bir nebze uyumlu hareket etmesine borçlu idi. Fakat gelinen yerde gerici koalisyon ciddi anlamda çatırdamış bulunuyor. Çelişkiler derinleşiyor ve gerici boğazlaşma dün kol kola yürüyenlerin tüm pisliklerinin ortaya saçılmasına yol açıyor. Devleti saran ve ileride AKP’nin içerisine de yöneleceği belirtilen tasfiye operasyonlarının, AKP çatısı altında toplanan gerici güçler arasında yeni ve daha boyutlu yol ayrımlarına, ciddi krizlerin yaşanmasına yol açacağı ise kesin.

Bu gelişmelerin (AKP şahsında yaşanan yarılmaların) homojen olmayan AKP tabanında sonuçlar yaratması ise kaçınılmaz olacaktır. Darbe girişimi ile birlikte AKP şeflerinin MHP ve CHP’yi “milli mutabakat” safsatası ile yedeklemeye çalışması ve bu vesile ile diğer düzen güçlerinin etkisi altında bulunan toplumsal kesimleri denetim altına alma çabaları dahi, bu olguya işaret etmektedir. Anlaşılan o ki, Tayyip Erdoğan “evde zor tuttuğu” yüzde elliye yeterince güvenmemektedir.

AKP’nin denetim altında tuttuğu kitlelerin büyük oranda işçi ve emekçilerden oluşması ise, dinci parti açısından bir başka önemli kaygı sebebidir. Zira bugün örgütsüz ve dağınık olmaktan kaynaklı her türden gericiliğin etkisine açık olan kitleler, sayısız sorun yumağı ve azgın sömürü koşulları içerisinde bir yaşam sürmektedir. Sermayenin bugün AKP eliyle hayata geçirdiği çok yönlü saldırı programının sosyal çelişkileri derinleştireceği ise açık.

Tüm bu nedenlerden dolayı AKP iktidarının önümüzdeki dönem içerisinde kendi kitle tabanını ve toplumsal desteğini koruyabilmesi düne göre çok daha zor olacaktır. AKP iktidarının darbe girişimi karşısında bin bir yol ve yöntemle, dahası diğer burjuva partileri de yanına alarak kalabalık güruharı meydanlara indiriyor olması bu açıdan yanıltıcı olmamalıdır.

Sınıfa karşı sınıf

Dünyada ve Türkiye’de burjuvazinin, mevcut kriz dinamiklerini yönetebilme başarısını büyük oranda işçi sınıfı ve emekçilerin örgütsüzlüğüne borçlu olduğunu çeşitli vesilelerle dillendiriyoruz. Sınıf merkezli sosyal mücadele dinamiklerinin gelişememesi, işçi sınıfının siyasal bir güç olarak toplumsal yaşama ağırlığını koyamaması bugün hâlâ burjuvaziyi rahatlatan en önemli etken.

Bu kadarı bile güncel gelişmeler karşısında yapılması gerekeni yeterli açıklıkla ortaya koyuyor; sınıfa karşı sınıf ekseninde sosyal mücadele dinamiklerini güçlendirmek. Her türden gericiliğe, baskı ve sömürüye karşı fabrika fabrika, havza havza ve giderek bütün bir ülke sathında işçi sınıfını siyasal bir güç olarak burjuvazinin karşısına dikmek.