Burjuva düzen bir seçim seremonisini daha geride bırakırken, Türkiye’nin gerçekleri aralıksız yaşanmaya devam ediyor. Bu gerçeklerden biri, çoktandır sürdürülemez hale gelen kapitalist sistemin, işçi ve emekçileri sürekli yıkıma uğratan ekonomik tablosudur. Yükselen döviz kurlarının baskısıyla etkisini daha çok hissettiren ekonomik kriz kendini çeşitli şekillerde dışa vurmaya devam edecektir.
Ekonomik kriz ve bunun emekçileri yıkıma sürükleyen etkileri kapitalist ekonominin sonuçları olarak yaşanmaktadır. Bunun tarım alanına yansımaları ise hem üretici hem de tüketici tarafından fazlasıyla hissedilmektedir. Bu yıkımı yaşamlarında her geçen gün daha fazla hisseden emekçiler, son olarak seçimlerden bir iki gün önce soğan ve patates gibi ürünlere yapılan devasa zamları görmüştü. Patates ve soğanın kilosu 50 kuruştan 5-6 TL’ye yükselirken, pek çok temel tüketim malzemesinin fiyatları da epeyce artmış durumdadır.
Son 30-40 yıldır Türkiye’de tarım politikaları serbest piyasa ekonomisinin insafına göre şekillenmekte, insani ihtiyaçlara göre değil, piyasanın arz talep dengesine göre işlemektedir. Gelinen sürecin gerisinde, 12 Eylül 1980’den bu yana artan neo-liberal politikaların uygulanması ve bunun tarıma etkileri vardır. Ancak Türkiye’de tarım, özellikle AKP iktidarıyla birlikte daha hızlı bir yıkıma sürüklenmiş, kendine yeterlilikten uzak, dışa bağımlı hale gelmiştir. Bu sürecin sonu, Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu (Çiftçi-Sen) Tarım 2016 Raporu’na, “2015 tarımda iflasın ilan edildiği yıl” biçiminde yansımıştı. Ayrıca 2002-2013 yılları arasındaki 12 yıllık dönemde 9 yıl tarım ürünleri dış ticareti net açık verdiği de kayıtlara geçmişti.
Tarım üreticileri bu süreçte çok yönlü mağdur olmuş, olmaya devam etmektedirler. Yem ve gübre şirketleri KDV indiriminden ve çeşitli desteklerden yararlanırken, tarım üreticisi yararlanamamaktadır. Ayrıca tarımsal ürünlerde uygulanan kotalarla üretim tarım tekellerinin planlarına göre yapılmakta, daha çok ithalata ağırlık verilmekte, Türkiye “ithalat cenneti” olmaktadır. İşçi ve emekçiler ise toprak verimliliği ve iklim açısından tarımda kendine yeterli olabilecek bir ülkede hem pahalı hem de ithal ürünleri tüketmek zorunda kalmaktadırlar. TÜİK verilerine göre Türkiye son 12 yılda, Amerika’dan pamuk ve bezelye, İtalya, Vietnam, Tayland ve Mısır’dan pirinç, Ukrayna’dan mısır, İtalya’dan bakla, Çin’den sarımsak ve kuru fasulye, Meksika’dan nohut, Kanada’dan mercimek, Lüksemburg’dan buğday, İspanya’dan marul, Fransa’dan arpa, Rusya’dan buğday, Etiyopya ve Bangladeş’ten kuru fasulye, Japonya’dan ayçiçeği, Yunanistan’dan pamuk satın almış, saman bile ithal etmiştir.
Tarımda neo-liberal politikaların bir diğer sonucu da 2018’den itibaren sertifikalı tohumun dışında tohumlara teşvik verilmeyecek olmasıdır. Bu, çiftçileri tohum şirketlerine tümden mahkum edecek bir karardır. Öte yandan verimli tarım topraklarının enerji santralleri ve maden aramaları ile kullanılamaz hale gelmesi, artan betonlaşmanın getirdiği sorunlar, yapılan yasal değişikliklerle tarım arazilerinin, meralar, yaylaklar ve kışlakların imara açılması gibi etkenlerle de tarım çökertilmektedir.
Dışa bağımlılık arttıkça, yükselen döviz kurları da tarımsal girdi fiyatlarını (mazot, gübre, tohum, yem vb.) arttırmaktadır. Sonuç, çiftçiye kredi borçlarından haciz geldiği, bugün ülkede çiftçinin toplam borcunun 90 milyarı bulduğu bir Türkiye gerçekliğidir.
Tüm bunlara rağmen üretilebilen ürünse, aradaki pek çok aracı eliyle fiyatı katlanmış olarak tüketiciye ulaşmaktadır. Buna stokçular eliyle piyasaya sürülmeyip talep artışı oluşturulmasıyla fiyatların yükseltilmesi de eklenmektedir. Görüldüğü üzere, serbest piyasa ekonomisi gereği işçi ve emekçiler hayat pahalılığı kıskacından kurtulamamaktadır.
Gelinen yerde uluslararası tekeller çıkarına IMF ve Dünya Bankası programları çerçevesinde tarım politikaları belirlenince, patates-soğan gibi görece en ucuz gıdalar dahi dolar kurunu geçmektedir. AKP iktidarının bu soruna tek çözümü ise ithalat yapmaya devam etmektir. Özetle, neo-liberal tarım politikaları iflas etmekte, tarımda yıkım derinleşmekte, yaşanan sorunların faturası ise her yönüyle emekçiye kesilmektedir. Türkiye kapitalizminin artık bu gidişatı tersine çevirecek ne bir niyeti ne de takati kalmıştır. Bu, ancak işçi ve emekçilerin düzeni yıkıp iktidara yerleştikleri bir Türkiye’de gerçekleşebilir.