Ülke yeni bir madenci katliamıyla sarsıldı. Resmi rakamlara göre 41 maden işçisi yaşamını yitirdi, hastanede tedavi gören ve durumu ağır olan işçiler var. Madende yaşanan patlamanın ardından ülkenin temel gündemi haline gelen madenci katliamı, yine her kesimin kendine göre yürüttüğü tartışmaların konusu oldu.
Daha önce birçok kez yaşandığı üzere artık noktası, virgülüne kadar aynı olan açıklamalar, televizyon ekranlarını kaplayan uzmanlar, sorular, başlıklar... Ve bir-iki “muhalif” kanalı bir kenara bırakırsanız, diğerlerinin tamamında yaşanan patlama ve içerde kalan işçilerin durumunun ne olduğundan çok devletin ve kurumlarının ne kadar hızlı olaya müdahale ettiği, bakanların olay yerinde olduğu, tüm olanakların seferber edildiği propagandası...
Beyaz gömlekli, takım elbiseli heyetlerin, çalışmaları koordine edenlerin bir tiyatro sahnesindeymişçesine gerçekleştirdikleri drama performansları... Hüzünlü, omuzlar düşük, ağlamaklı... Başarabilenlerin ise bir-iki damla göz yaşıyla güçlendirdikleri kurgu. Sonrası? Sonrası bir dahaki katliama kadar perde kapanabilir.
Beyaz gömlekli ve takım elbiseli resmi heyetlere muhalif olan beyaz gömlekli ve takım elbiseliler için AKP ile başladığını ifade ettikleri sorunlar yumağını yine AKP'nin seçim yenilgisiyle ortan kalkacağına dair boş umutlar yaymanın vesilesi. Yaklaşan seçim süreci için paha biçilmez bir gündem. Para, kâr ve sömürü üzerine kurulmuş bir düzen olan, işçinin canını kanını piyasanın ihtiyaçlarına tabi kılan, madenlerde yaşanan katliamların yanı sıra hali hazırda her hafta bir Bartın kadar işçinin ölümüne sebep olan kapitalist düzenin tekrar onarılması çabalarına nefes olacak kuru gürültü.
Bir de sendika ağaları var tabii ki. İşçilerin ekonomik, sosyal ve demokratik haklarını geliştirmek için mücadele etmesi, emeği kapitalist sömürünün çok yönlü tahribatı karşısında bir parça koruması gereken örgütlerin başını tutanlar. Sarı olanlarından taziye mesajları, üzüntü açıklamaları dışında bir şey yok. Turuncuların ise daha sert ve hedef gösteren açıklamalarının ötesi yok. Katledilen madenciler Türk İş'e bağlı Genel Maden İş üyeleri. Türk İş başkanı birkaç hafta önce ilgili bakanla ziyarete gidip, fotoğraf çektirdiği maden ocağının önünde tekrar hizaya girmiş diyor ki; “madenlerde yaşanılan sorunları bakana iletmiştik.” “Farkındaydık, biliyorduk ama hiçbir şey yapmadık, bugünde mecburen buruda sıraya girip açıklama yapıyoruz”, başka nasıl söylenir ki? Bırakalım işçilerin ekonomik, sosyal haklarını, üyelerinin canını bile koruyamayan, bildiği halde kılını dahi kıpırdatmayan işçi düşmanları bunlar. Yakın zamanda gerçekleşen sendika seçimlerinden “zaferle” çıkıp, sendika koltuğunda oturmanın nimetlerini tepe tepe kullanacak olan ve görüldüğü kadarıyla kendisi ve etrafındaki asalaklarla birlikte bunu “makam” odasında köçekli bir kutlamaya çeviren Genel Maden İş Başkanı gerçeği karşısında başka ne beklenebilir ki?
Bir de toplumun geniş kesimleri var. Kahredici acıyı hisseden, her gün yaşanılan, birkaç yılda bir toplu katliam olarak gerçekleşen işçi cinayetlerinin ardından kızan, hayıflanan, öfke duyan ama çoğu durumda sosyal medyada taziye mesajları, rahmet dilekleri yayınlamak dışında bir şey yapmayan işçi ve emekçiler... Geride kalanlara üzülen, sermaye medyasının dramatik jeneriklerinin esiri olmuş, desteklediği burjuva partisinin söylemlerine göre içerik belirleyen ve belki de yarın kendisi olacağını bile bile bekleyenler...
Her şey ortada! Ülkede bir kez daha malumun ilanı gerçekleşti. Bir gecede onlarca madenci ocakların içine gömüldü. Daha fazla kâr ve sömürü üzerine kurulmuş, açlığın, yoksulluk ve sefaletin kaynağı bu sistemin doğal sonucu bu. Bartın için hazırlanan raporlar, uyarılar ortada. İşçilerin günler öncesinden tehlikeyi ifade eden sözleri ortada. Alınmayan, alınmak istenmeyen önlemler ve işçilerin canını, maliyet hesabının bir parçası olarak gören yaklaşımlar, “kader planı” açıklamalarıyla duruma kılıf yaratmaya çalışanlar katliamın birinci dereceden sorumlusu. Buna katliamlar olduğunda kıyameti kopartıp oy devşirmeye çalışan burjuva muhalefetini de ekleyiniz. Sarısından turuncusuna sendika bürokratlarına pay biçiniz. Onlar bir avuç ve zaten o taraftalar. Emeğin değil sermayenin yanında duruyorlar. Peki geri kalanlar? Bu tarafta olan çoğunluk. Bu vurdum duymazlığa, bu gözü dönmüş kâr hırsına, emeğin, alınterinin canı kanı pahasına dönen sömürü çarklarına ses çıkartmayanlar. Belki yarın kendisi olacağını bildiği halde susanlar. Sorunun tek çözüm yolu kendilerinde olan ve birleşerek mücadele etmesi gereken işçiler. Sorumluluktan kaçamayız. Yokmuş gibi davranamayız. “Artık yeter!” diyerek ayağa kalkmadıkça, bu düzen yeni örneklerle hep kitlesel işçi katliamlarını hatırlatmaya devam edecek. Evet, işçi ve emekçiler sorumluluğu kendinde aramalı ve artık “artık yeter!” demeli.