Kriz derinleşiyor, toplumsal öfke büyüyor

Kapitalist sistemin açmazları ve savaş koşulları nedeniyle krizlerin daha da derinleşmesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla yeni toplumsal patlamaların mayalanmasının hızlanması da...

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 23 Mart 2022
  • 08:00

İşçi ve emekçiler ekonomik krizin etkilerini yıllardır hayatın her alanında hissediyorlardı. Krizi ağırlaştıran pandemi sürecinde yaşam ve çalışma koşulları tümden çekilmez hale geldi. Ekonomik çöküntünün etkileri yakıcı bir düzeye sıçradı.

Ekonomi şimdi de Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle gelişen emperyalist savaşın etkilerine maruz kalıyor. Amerikan ve Rus emperyalistlerinin hegemonya çatışmasının bir sonucu olarak patlak veren savaş dördüncü haftayı geride bırakmak üzere.  Bu süreçte en ağır fatura Ukraynalı işçi ve emekçilere kesiliyor, yaşamları topyekûn bir yıkıma sürükleniyor. Ancak bu savaş yalnızca Rus ve Ukrayna halklarını da etkilemiyor. Kapitalist ekonomi ilişkilerinin iç içe girdiği, dünyanın “global köy” olarak adlandırıldığı bir çağda yaşıyoruz. Dolayısıyla hem Rusya ve Ukrayna arasındaki savaş gerçekliği hem de ABD ve AB ülkeleri başta olmak üzere çeşitli ülkelerin Rusya'ya uyguladıkları yaptırımların faturası doğrudan tüm dünya halklarına kesilmiş oluyor. Örneğin doğalgaz ve petrol ihtiyacının önemli bir kısmı Rusya'dan karşılandığı için bunlara ve haliyle her şeye art arda zam yağmaya başladı. Avrupa ve Türkiye’de yüksek zamlar gündeme geldi.

Türkiye'de sebze, meye ve et fiyatlarının pahalılığı her gün ayrı gündem haline gelirken, yakın zamanda benzin ve motorin fiyatları da neredeyse 1 litrede 20 TL'yi gördü. Ki bugün benzine yapılan zam demek aslında gıdadan sağlığa akla gelebilecek her temel ihtiyacın zamlanması demektir.

Geçtiğimiz günlerde ayçiçek yağı da toplumun gündemine çok ciddi bir giriş yaptı. Öyle ki 5 Mart günü piyasada yeterli ayçiçek yağı bulunmadığı ve buna bağlı olarak fiyatlarda artış görüleceği endişesiyle pek çok markette izdiham yaşandı. İnsanlar yağ alabilmek için uzun süre boyunca sıra beklediler. İşçi ve emekçiler stokçulukla, vandallıkla ve daha birçok sıfatla suçlandılar. Ayçiçek yağı krizinin temelinde ise Türkiye'nin dünyada en büyük ayçiçek yağı ithalatçılarından biri olması gerçeği yatıyor. Döviz yükselip TL değer kaybettikçe, bunun sonuçları gıda -ve ayçiçek yağı- fiyatlarına da doğrudan yansıyor. Ayçiçek yağının bir anda bu denli krize dönmesine neden olan etkenlerden birisi de Türkiye'nin ayçiçek yağı ithalatını en çok Rusya ve Ukrayna’dan yapıyor olmasıdır.

Bitkisel Yağ Sanayicileri Derneği bir açıklama yayınlayarak, “Nisan sonuna kadar stoğumuz var” dedi. AKP-MHP iktidarı ise ısrarla ayçiçek yağı kıtlığı diye bir sorunun söz konusu olmadığına ilişkin altı boş söylemlerde bulunuyor. “15-16 gemi dolusu ham işlenmemiş ayçiçeğimiz geliyor, yolda. Sadece gemilerin Karadeniz’e geçmeleri ile ilgili bir sıkıntı var” minvalinde açıklamalar yapılıyor. “Sıkıntı” olarak adlandırılan şey savaşın ta kendisi.

İktidarın içi boş tüm açıklamaları hayatın gerçekleri karşısında tuz buz oluyor. İşçi ve emekçiler marketlere her gittiklerinde fiyatların günlük, hatta gün içerisinde birkaç kez arttığını görüyorlar. Örneğin ayçiçek yağı fiyatları çok kısa bir süre içerisinde alabildiğine yükseldi. Öyle ki internette 18 litrelik teneke ayçiçek yağı aylık 44 lira ödeme seçeneği ile 36 ay vadeli taksitle satılmaya başlandı. Hal böyle olunca yarın ya da birkaç saat sonra daha pahalıya almaktansa, hatta alamama ihtimalindense “stok” yapmak tercih ediliyor. Bu açıdan marketlerden yansıyan görüntüler, insanların ayıbı değil, doğrudan iktidarın ayıbıdır. Yaşananlar emekçilerin iktidar tarafından içine itildiği vahim durumun bir göstergesidir.

AKP-MHP iktidarının borazanlığını yapanlar, yaptıkları arsız açıklamalar yetmezmiş gibi bir de krize yeni yeni sorumlular yaratıyorlar. AKP'li milletvekili Metin Külünk “Ayçiçek fabrikalarının gizli sahibi gıda baronu kirli elini ülkemizin üstünden çek. Milletimize yağ üzerinden operasyon çeken hangi zincir sahibi baron ise üzerine gidilmeli ve adalete hesabını vermelidir. Bu baronlara acımak milletimize haksızlık olacaktır.” diyerek hayali düşmanlar yaratma peşine düştü. Oysa ülkeden elini çekmeleri gerekenlerin başında bu düzenin temsilcileri ve sözcüleri gelmektedir. Kaldı ki yağ ticaretinde tekel olan şirketlerin tümünün iktidar ile şu veya bu şekilde ilişkisi mevcuttur. Erdoğan’ın “sermayenin demir yumruğu” sıfatı ile anılması boşuna değil sonuçta.

Ayrıca ayçiçek yağının krize dönüştüğü bu süreçte piyasaya hızla pamuk, kanola gibi yağlar sürülmeye başlandı. Ayçiçek yağına alternatif olarak piyasaya sürülen bu yağların çoğu insan sağlığına zararlıdır ve yemeklerde tüketilmemesi önerilmektedir. Aslında rafine, yani işlem görmüş her yağ sağlığa zararlıdır. Ancak kanola gibi yağlar trans yağ kategorisine girmektedir. Kanolanın yapısında ise erusik asit bulunmaktadır, toksiktir. Yani bu yağlar doğrudan zehirle eş değerdir. Ancak kendi sefil düzenlerinin devamı ve çıkarları uğruna her yolu mubah sayan sermaye temsilcilerinden toplum sağlığına önem vermelerini bekleyemeyiz elbette.

Sermaye iktidarının icraatları ve mevcut tablo bu düzenin artık ne denli çürüdüğünü, ne denli pislik içerisine battığını anbean gözler önüne seriyor. Açlık, yoksulluk ve sefalet koşulları derinleşirken, temel gıda maddeleri bile artık işçi ve emekçiler için lüks haline gelmiş durumda. Kapitalist sistemin açmazları ve savaş koşulları nedeniyle krizlerin daha da derinleşmesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla yeni toplumsal patlamaların mayalanmasının hızlanması da...

M. Nevra