Türkiye’nin AKP iktidarıyla birlikte her geçen gün daha da koyu bir karanlığa sürüklendiği malum. Kalıcı OHAL koşullarıyla yönetilmeye çalışılan bir ülke gerçekliğiyle karşı karşıyayız. Her türden muhalif sesin baskı ve zorbalıkla susturulduğu ülkede son olarak İdlib savaşıyla birlikte toplumsal muhalefete yönelik baskıların yeniden tırmandırıldığını gördük.
İdlib’de savaşın körüklendiği günlerde İstanbul Valiliği “Toplumda infial uyandıracak; milli, vicdani ve insani değerlere dokunacak, toplumsal iç barışı tehdit edebilecek şekilde ‘Savaşa Hayır’” denmesini ve bu çerçevede eylem ve etkinlik yapılmasını yasakladı. Hemen ardından bir dizi şehirde benzeri yasaklar geldi. Polis gazetecilere, sosyal medya kullanıcılarına ve internet sitelerine yönelik operasyonlar başlattı. Daha önce de işgal harekatları gündeme geldiğinde savaş karşıtı her türlü muhalif düşünce ve haber suç kapsamına alınmıştı.
Özellikle böylesi dönemlerde, doğru haber akışını sağlamak adına mesleğini yapan gazeteciler hedef haline getirilmektedir. Son 15 günde 28 gazeteci gözaltına alınmış, 8’i de tutuklanmıştır. Son tutuklamalar ile birlikte hapishanelerdeki gazeteci sayısı 91’e yükselmiştir. Sadece İdlib ile ilgili değil Libya’da bir MİT mensubunun yaşamını yitirmesiyle ilgili yapılan haber de ‘tehlikeli haber’ muamelesi görmüş, bu nedenle 6 gazeteci tutuklanmıştır. Aynı şekilde Edirne’de mültecilerin yaşadıklarını haberleştiren gazeteciler de gözaltına alınarak tutuklanmıştır. Bu tablo içeride ve dışarıda sıkıştıkça saldırganlaşan bir devlet gerçeğini gözler önüne sermektedir.
Gazeteciliğin kuşatma altına alındığı, medyanın tek ses haline getirildiği günümüz Türkiye’sinde emekçiler dünyada ve Türkiye’de yaşanan gelişmelerden bihaber bırakılmaya çalışılmaktadır. Şimdi buna koronavirüs üzerinden yaşanan gelişmeler eklenmiş bulunuyor. Dünyanın ve ülkenin dört bir tarafını sarmış olan bu virüs tehdidinin yaşam alanlarımızdaki etkisinin ne kadar olduğunu sadece yapılan resmi açıklamalar sınırında bilmekteyiz. Emekçiler yaşamını yitiren asker sayısının gizlendiği bir yerde bu virüsün sonuçlarının ne kadar gerçekçi açıklandığından haliyle endişe etmektedirler. Bir salgın hastalık üzerinden sosyal medya kanalıyla haber paylaşanlara tehditler savuran bir iktidar gerçeği ile yüz yüzeyiz. Ortaya çıkan gelişmelerin, kendisine yönelik bir tepkiye dönüşmesinden korkan AKP tüm topluma susmayı dayatmakta. Bunu başarmak için sistematik olarak baskı, yasak, gözaltı ve tutuklama saldırılarını devreye sokuyor.
En temel hak ve özgürlüklerin nasıl baskıyla karşılandığını birçok örnekten biliyoruz. “Çocuklar ölmesin” demenin suç olduğu bir ülkede “savaşa hayır” demenin yasak olması elbette şaşırtıcı değildir. “Savaşa hayır” diyen liseli çocukların tutuklandığı, işkence gördüğü ‘90’lı yıllarda düzen nasılsa bugün de öyle.
Barış bildirisine imza atan akademisyeninden muhalif gazetecisine, KHK’lısından grevci-direnişçi işçisine kadar tüm toplumsal muhalefet güçleri faşist baskı ve terörün hedefleri arasındadır. Hatta çevreci olmak, hayvan sevgisi taşımak “terörle” ilişkilendirilmek için yeterli görülmektedir.
Dümenini elinde tuttuğu düzenin ayakta kalması için tüm şiddetiyle gaza basan Erdoğan AKP’si yıka yıka, önüne çıkana çarpa çarpa yol almaya çalışmaktadır. Fakat baskı, sömürü ve savaşa dayalı politikaları ne denli şiddetli olursa yaşayacakları yıkım da o denli sarsıcı olacaktır.