Kobanê’de IŞİD çetesinin vahşi saldırısı birinci ayını, şehir savaşı birinci haftasını geride bıraktı. Geride kalan günlerde Kobanê’de YPG ölümüne bir direniş sergileyerek IŞİD çetesi ile birlikte emperyalist-kapitalist efendilerin hesaplarının bozulmasına neden olurken, Türkiye Kürdistanı başta olmak üzere ülkenin dört bir yanında sokakları dolduran on binlerce emekçi de egemenlerin savaş politikalarına karşı militan bir direniş sergiledi. Ortaya konulan bu kararlı ve militan direniş Kürt halkının devrimci dinamizminin “çözüm” aldatmacası içerisinde eritilemeyeceğini bir kez daha gösterdiği gibi çeşitli cephelerden kitle hareketinin önünde temel bir engel olarak duran reformizmin gerçek kimliğini de bir kez daha teyit etti.
Burjuvazinin provokasyonu ve İmralı mektubu
Sözde “çözüm” süreci ile birlikte Kürt hareketini pazarlık masasına çeken ve Kürt halkının biriktirdiği devrimci dinamizmi böylece törpüleyebileceğini sanan AKP hükümetinin ve Türkiye egemenlerinin Kürt düşmanı kimliği Kobanê saldırısının ardından ortaya çıkan militan kitle eylemleri ile bir kez daha ortaya serildi. Yıllardır sahte hayaller peşinde sürüklenmeye çalışılan Kürt halkı, hareketin önderliğinin beklentisinden de öte bir direnme kapasitesi ile devlete meydan okurken, egemenlerin bildik provokasyon politikası da devreye sokuldu. Bir yandan gerçekleştirilen eylemler karşısında dizginsiz bir polis terörü devreye sokulurken öte yandan ise Kürt halkına ve Kobanê direnişi ile dayanışmak için sokağa çıkan her milliyetten emekçi kitlelerin karşısına Kürdistan'da Hizbullah çetesi, diğer bölgelerde ise sivil faşist çeteler sürüldü. Doğrudan devlet eliyle ortaya çıkan bu provokasyon ortamında silahlı çatışma boyutuna varan olaylar yaşandı.
Her ne kadar ortaya çıkan devrimci enerjiyi püskürtebilmek için sivil faşist çeteler temel bir aktör olarak ön plana sürülse de, açık ki gelişmelerin bu seyri Türkiye egemenlerinin dizlerinin bağını çözmek için fazlası ile yeterli oldu. Kontrol edemeyeceği bir çatışma ortamının korkusuna kapılan egemenlerin sığınağı ise bir kez daha İmralı oldu. Bir yandan bildik terör demagojisini piyasaya sürerek katledilen onlarca kişi görmezden gelerek “bankamatik seviciliği” yapan egemenler, diğer yandan soluğu İmralı'da alarak hareketi dizginlemenin yolunu tuttular. Öcalan tarafından HDP'li milletvekillerine ulaştırılan mesaj ile Kürt halkına militan eylemleri durdurma çağrısı yapılırken, HDP başta olmak üzere reformist cenahın tamamı da militan kitle eylemlerinin sorumluluğunu üzerlerinden atarak “bankamatik sevicileri” korosuna katıldılar. Her ne kadar HDP başta olmak üzere reformistler Kürt halkının sergilediği direnişin meşruluğunu dile getirseler de hem militan kitle eylemlerinde ortaya çıkan tablo üzerinden söylemleri, hem de devam eden süreçte hareketi “meşru-demokratik tepki” sınırlarına çeken pratikleri ile Kobanê’de sergilenen onurlu direniş karşısında egemenlerin değirmenine su taşımış oldular. Böylece Kürt halkının devrimci dinamizmini emperyalistler ile yürütülen pazarlığa dolgu malzemesi yapan politikanın da birinci elden taşıyıcısı olduklarını bir kez daha gösterdiler.
Ancak bu süreçte Kürt halkının taşıdığı devrimci dinamizmi taşıyamayacağını gösterenler sadece HDP ve reformist siyaset değildi. Reformizmin bu siyasal temsiliyetinin yanı sıra sözde kitle hareketinin öncüleri konumunda olduklarını iddia eden sendikalar ve demokratik kitle örgütlerinin yönetim anlayışları da sergiledikleri pratiklerle bir kez daha aşılmak zorunda olan engeller olduklarını göstermiş oldular.
Kürt siyasal hareketinin gölgesinde kamu emekçi hareketi
Bu tablonun ilk resmi KESK şahsında ortaya çıktı. Kobanê’de yaşanan şehir savaşının sarsıcılığı ile ülkenin dört bir yanında militan kitle eylemleri ortaya çıkarken KESK yönetimi ise hızla bir “grev” kararı aldı. 8 Ekim'de Eğitim Sen, 9 Ekim'de ise KESK’in tamamı tarafından alınan “grev” kararı hem uygulanması sırasında, hem de sonrasında ortaya çıkan tablo üzerinden görüldüğü gibi koca bir fiyaskoya döndü. Adına layık bir sendikal mücadele verildiği koşullarda fazlası ile anlamlı olan bu “siyasal genel grev” kararı Kürt siyasal hareketinin etkisindeki KESK için sona giden yolda önemli bir kavşak oldu.
Bu yazının gündemini aşmakla birlikte bu tablonun temel nedenlerinden biri KESK yönetiminin içi boş grev kararlarıdır. “Grev” adı altında gerçek anlamda bir iş bırakma eylemi bile örgütleyemeyen, bırakalım kamu emekçi hareketine siyasal tutumlar aldırmayı kamu emekçilerinin özlük hakları konusunda bile dişe dokunur bir pratik sergileyemeyen mevcut KESK yönetiminin Kobanê konusunda gündeme getirdiği “grev” kararının sonucu aslında daha kararın alındığı ilk anda belliydi.
İçinde barındırdığı devrimci dinamizmi adım adım törpülenen ve gelinen yerde Kürt siyasal hareketinin eklentisi haline getirilen KESK’te, mevcut yönetim için ne kamu emekçi hareketini ileriye taşımanın, ne de çeşitli gündemler vesilesi ile kamu hareketinin toplumsal muhalefet ile bağını kurmanın zerre kadar bir önemi bulunmamaktadır. Mevcut yönetimin tek sorunu, elinde tuttuğu imkanları nasıl Kürt hareketinin devletle pazarlık politikasının dolgu malzemesi haline getirebileceğidir. Tam da bu nedenle en ufak bir çalışma yapmadan böylesi bir grev kararı alınırken, İmralı mektubunun ardından ortaya çıkan tabloda sokaklara çıkan emekçiler de bilinçli bir tutumla yalnız bırakılmıştır. Bırakalım kamu emekçi hareketine bir bütün olarak politik bir tutum aldırmayı, “grev” kararı ile birlikte hayata geçirilen eylemlerde, KESK tabanında yer alan yurtsever kamu emekçileri bile yer almamış, birçok yerde eylemci kitle sayısı mevcut şube yönetimlerinin sayısının bile gerisinde kalmıştır. Bununla birlikte İmralı mektubu ile militan sokak eylemlerine son verme çağrısı yapılırken, KESK yönetimi de bu karara doğrudan biat etmiş, devletin engellemelerine karşı bir dizi ilde “provokasyona gelmemek” söylemi üzerinden planlanan eylemler de boşa düşürülmüştür.
Bu tablonun KESK için doğal sonucu bir kez daha tabanda ortaya çıkan derin güvensizliktir. Birçok yerde kamu emekçileri ortaya çıkan bu tabloyu sorgularken, bu duruma çeşitli verileri parça parça yansımaya başlayan kitlesel istifalar eşlik etmektedir. Kamu emekçi hareketini Kürt reformist hareketine yedekleme çabasının faturası bir kez daha toplumsal muhalefetin tamamına yüklenmektedir.
12 Ekim mitingi ve PSAKD'nin savrulması
Ortaya çıkan bu tabloda bir diğer ibretlik tutum ise 12 Ekim ile birlikte PSAKD yönetimi tarafından sergilendi. PSAKD yönetimi kitle hareketinin geleceğini kendi korkularına kurban ederek telafisi mümkün olmayan bir savrulma yaşadı.
PSAKD, diğer Alevi örgütleri ile birlikte eğitimdeki hak ihlallerine ve dinci eğitim politikalarına karşı eylem kararı almış, 15 merkezden başlattığı yürüyüşü 12 Ekim'de Ankara'da gerçekleştirilecek bir miting ile sona erdirme kararı almıştı. 15 Eylül'de başlayan yürüyüş haftalar boyunca devam ederken, yürüyüşün kimi duraklarında sivil faşistlerin saldırıları da yaşanmıştı.
Kobanê’de başlayan şehir savaşı ise gündemi bütünü ile değiştirirken 12 Ekim mitinginin de eğitimde hak ihlalleri sınırında kalmayacağını gösteriyordu. Sınıf devrimcileri başta olmak üzere toplumsal muhalefetin birçok bileşeni ise miting hazırlığını bu eksende ele almış, mitingi emperyalizmin Ortadoğu politikalarına ve dinci gericiliğe karşı kitlesel bir karşı duruşa çevirmek için çalışmalarını hızlandırmıştı. Doğalında mitingi örgütleyen kurumların da yapması gereken esas olarak bu tutumu benimsemek, bir bütün olarak gericiliğe karşı güçlü bir karşı koyuşu ortaya çıkarabilmekti.
Ancak sivil faşistlerin Kobanê eylemlerine dönük saldırıları ile birlikte PSAKD yönetimi, gericiliğe karşı mücadeleyi büyütmek yerine, Alevi toplumunun yerleşik korkularının bayraktarlığını yapmayı, dahası bayraktarlığın da ötesine geçerek provakatörlüğünü yapmayı tercih etmiş oldu. Sözde gündemin değişmesini gerekçe gösteren PSAKD, önce mitingin diğer örgütleyici kurumlarına mitingi erteleme çağrısı yaptı. Bu çağrısı kabul edilmediğinde ise mitingin örgütlenmesinden çekilerek, mitingin iptal edildiği söylemini ve mitingde IŞİD’in provokasyon yapacağı dedikodusunu yaymaya başladı.
Haftalardır Kobane gündemi ortada yokken bile dişe dokunur bir miting çalışması yürütmeyen PSAKD yöneticileri, mitingden çekilmesinin ardından canhıraş bir şekilde Alevi toplumunun ve emekçi kitlelerin korkularını depreştirmek için kendilerini aşan bir çabanın içerisine girmiş oldular. Her şeye rağmen mitinge bireysel olarak katılma eğilimde olan insanların önünü kesmek için ise kimi yerlerde alternatif eylemler koyarak doğrudan eylem kırıcılığı rolüne soyunmuş oldular.
PSAKD’nin bu tutumunun kitle hareketine iki cepheden önemli bir saldırı olduğunu söyleyebiliriz. Bunlardan birincisi ortaya çıkan provokasyon ortamında kitlelerin gerici korkularının depreştirilmesi ve gerici saldırganlık karşısında korku imparatorluğunun yaygınlaştırılmasıdır. Açık ki 12 Ekim mitinginin faşist provokasyonlar nedeni ile hiç gerçekleştirilememesi kitlelerin yeniden sokağa çıkma eğilimine önemli bir darbe vuracak, gerici çetelere “bizi istediğiniz gibi doğrayabilirsiniz” demekten başka bir anlam taşımayacaktı. Neyse ki Alevi örgütlülüklerinin sözde “ilerici” kanadının aldığı bu ihanet tutumu mezhepçi ve geri AKD ve HBVKD’nin kararlı tutumu ile kısmen boşa düşürüldü. Oldukça sınırlı katılımla ve cılız bir atmosferde gerçekleşse de gericiliğin dizginlerinden boşaldığı bir dönemde dahi sokakların boşaltılmayacağı ilericilerin devrimcilerin ve onurlu Alevi emekçilerin tutumu ile ortaya konuldu
Bundan da önemli olarak PSAKD’nin bu ihanetçi tutumu ile kitle hareketinin ve Türkiye’nin devrimci geleceği için önemli bir olanak ise heba edildi. Kobanê’de YPG şahsında Kürt halkının sergilediği destansı direniş sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada Kürt halkının onurlu mücadelesine karşı derin bir saygı ve ilgi yarattı. Egemenler eliyle magazinleştirilmeye çalışılsa da tüm dünya emekçilerinin yaka silktiği IŞİD çetesi karşısında sergilenen direngen tutum, açık ki Türkiye'de de Kürt ve Türk halkları arasında ekilen düşmanlık tohumlarının ortadan kaldırılması için önemli bir olanak idi. Her ne kadar son günlerde faşist provokasyonlar ile üzeri örtülmeye çalışılsa da toplumsal mücadelenin iki temel dinamiği olan Kürt ve Alevi emekçilerinin bu tarihsel buluşması Türkiye emekçilerinin devrimci geleceğinin temel bir yapıtaşı olabilirdi. Alevi emekçilerinin önemli bir bölümünü etkisi altında tutan şoven politikalar dinci gericiliğe karşı sergilenen direniş kanallarının buluşması yolu ile geri plana atılabilirdi. PSAKD yönetimi, mitingi engelleyen tutumu ile her şeyden önce işte bu tarihsel olanağa önemli bir darbe vurmuş, Alevi emekçilerini korku imparatorluğunun yanı sıra bir kez daha düzenin şovenist “bankamatik sevici” zihniyetinin ellerine teslim etmiştir.
Pir Sultan'dan Mazlumlar’a devrimci direniş geleneği kazanacak!
Her şeye rağmen bilinmeli ki ne İmralı mektupları, ne reformistlerin denetimindeki kitle örgütlerinin engelleyici pratikleri kitle hareketinin devrimci gelişimine engel olabilir. Onların tek yapabileceği ancak bu devrimci gelişimi geçici olarak ertelemek olabilir. Pir Sultan'dan Mazlumlar’a tüm engellemelere rağmen kazanan emekçi halkların devrimci direniş geleneği ve özgürlük yürüyüşü olacaktır.