“Ortadoğu’nun ağası” olma hayalleri kuran T. Erdoğan ve AKP’sinin bölgede Katar dışında bir dostu kalmamıştı. Bu ülkenin de Trump’tan onay alan Suudi Arabistan liderliğindeki koalisyon tarafından ablukaya alınması, dinci sermaye devletini diken üstünde bıraktı.
Ankara’da yaşanan telaş ve tedirginliğin birden fazla nedeni var. Kaygılarının gerisinde ekonomik çıkarların yanı sıra; siyasi, ideolojik ve T. Erdoğan ve yakın çevresinin Katar’la olan kirli ilişkilerinin yer aldığı gözleniyor.
Kaygılar çok yönlü olmasaydı Libya’yı sattıkları gibi Katar’ı da bir haftada gözden çıkarabilirlerdi. Ancak bu defa olayın boyutları farklı; bundan dolayı Katar’da olası bir saray darbesini veya Suudi işgalini önleyebilmek için jet hızıyla alınan kararla Türk ordusu Katar’a intikal ettirildi.
AKP’de suç ortaklığı tedirginliği
Suudiler önderliğindeki koalisyonun ablukası, Katar’ın Libya ve Suriye’deki cihatçı terör örgütlerine verdiği desteğe dayandırılıyor. AKP iktidarı da aynı çeteleri destekliyor. Bu kimse için bir sır değil. Eğer kriz derinleşip Katar mahkum edilirse, bu mahkumiyetin Ankara’daki suç ortakları için de “emsal” teşkil etmesi olasılık dahilindedir. Krizin bu noktaya varıp varmayacağı henüz netleşmiş değil. Buna rağmen T. Erdoğan ve müritlerinin suçlu ruh haline girip tedirgin olmaları anlaşılır bir durumdur. Nitekim bu krize dair aldıkları tutumda da yaptıkları açıklamalarda da bu ruh halinin izlerini görmek mümkün.
Ya “kutsal” petro-dolar kaynakları kurursa?
AKP iktidarı döneminde her ekonomik krizin eşiğine gelindiğinde, “kaynağı belirsiz” diye tarif edilen milyarlarca doların girişi oluyordu. On milyarlarla ifade edilen bu dolar girişinin bir kısmının “kara para”, diğer kısmının ise Körfez şeyhleri, ama özellikle Katar’dan geldiğine dair güçlü bir kanı var.
Bu “kutsal” petro-doların tek kaynağı Katar değil. Yakın zamana kadar diğer Körfez şeyhleri de AKP iktidarının imdadına koşuyorlardı. Yine de Katar’ın bu “belirsiz” kaynak aktarımında başı çekmesi, bu ülkeyi sermaye devleti için “özel” kılıyor. Son dönemde iki ülke arasındaki akçeli işlerde kayda değer bir büyüme olduğuna dair veriler de var. Bir diğer önemli ayrıntı ise, 2022 Dünya Kupası’na ev sahipliği yapmaya hazırlanan Katar’ın bu organizasyon için ayırdığı 170 milyar dolarlık yatırım bütçesinden “aslan payı”nı kapma hesabı yapılmasıdır. Bunun kendisi, petro-dolar kaynağı rüşvetçiliği, haracı, yağmacılığı esas alan bir iktidar için kritik önemdedir.
İhvan hareketinin son “iki kalesi”
Aynı cihatçı çetelere destek veren Katar-Türkiye ikilisi, Müslüman Kardeşler’in (İhvan) son iki kalesidir aynı zamanda. Hal böyleyken Katar’ın düşüşü T. Erdoğan AKP’sinin bu alanda yalnızlaşmasına yol açacaktır. ABD ile Suudi Arabistan’ın başını çektiği koalisyonun İhvanı “terör örgütü” ilan etmesi ise, sorunu daha da netameli hale getiriyor. İhvancı şeflerin sığındığı liman olan Katar düşerse, bunların Türkiye’ye taşınmak zorunda kalacak olmaları sorunu büsbütün karmaşıklaştıracaktır.
İhvancı hareketin “tek kalesi” durumuna düşmek, AKP iktidarının istediği son şey olsa gerek. Zira Katar düşürülürse, Suudiler önderliğindeki koalisyonun T. Erdoğan ve AKP’sini sıkıştırmasının koşulları da oluşur. Elbette bunun için Trump’ın Suudilere yeşil ışık yakması gerekiyor. T. Erdoğan’ın son Washington gezisinde maruz kaldığı muamele, böyle bir icraatın olasılık dışı olmadığının işaretlerini vermişti. Yani Katar krizinin derinleşmesi, Ankara’daki İhvancı iktidar için bir kabusa dönüşebilir.
En önemlisi özel çıkarlar
Katar’ın “kutsal” petro-dolarlarından yararlanmanın daha özel bir boyutu da var. T. Erdoğan’ın yakınlarının da müritlerinin de bu ülkeyle akçeli ilişkileri mevcut. Dolayısıyla bu özel çıkarlar da “Katar kalesi”nin savunulmasını ivedi kılıyor. Türk ordusunun jet hızıyla Katar’a intikalinde bu olgunun da önemli bir rol oynadığını tahmin etmek güç değil.
Ankara’daki İhvancıların açmazları...
Başlıcalarına değindiğimiz sebepler, sermaye devletini Katar’a kalkan olmaya zorluyor. Oysa bu tercihin hem ABD, hem Körfez şeyhlerini rahatsız ettiği de kesin. Nitekim hem ABD, hem Körfez şeyhleri güdümündeki medya organları bunu açıkça yazıp-çiziyorlar. Krizin derinleşmeden çözülmesini isteyen T. Erdoğan, “kabadayı dili”nden uzak durmaya çalışıyor. Hatta sorunun çözümü için bizzat Suudi kralına çağrı da yaptı. Zira krizin daha da derinleşmesi durumunda Katar’ı savunmanın diyeti de ağırlaşacak.
Ankara’da durum bu iken, Körfez şeyhleri başka havalarda. T. Erdoğan’ın çağrısının muhatabı olan Suudi kralı ise, krizi çözmeye değil, Katar’ı teslim almaya odaklanmış durumda. Yapılan çağrıyı ciddiye bile almayan El Suud, medyası ile Türkiye’ye hücum etmeyi de ihmal etmiyor.
Oysa önceki Suudi Kralı öldüğünde “ulusal yas” ilan eden T. Erdoğan AKP’si, vahhabi rejimle askeri alan dahil işbirliğini geliştirmeye çalışıyordu. Görünen o ki, Trump’ın icazetiyle Katar’ı yutma hevesine kapılan yeni Suudi kralı, bugünlerde AKP şefinin mesajlarını duymak bile istemiyor.
Katar’ın etkisini kırmaya kararlı görünen El Suud rejimi, esnemek bir yana, adeta emirlerini dayatıyor. Katar’ın medyasını (El Cezire) susturmaya, İsrail’le işbirliğini geri plana düşürmeye, ABD için taşıdığı önemi ortadan kaldırmaya çalışan El Suud rejiminin, Trump’tan aksi yönde bir talep gelmediği sürece politikasını değiştirmesi beklenmiyor. Bunun için siyonist İsrail’le de işbirliğini yoğunlaştırdığı belirtilen vahhabi rejiminin, Katar’ı savunan AKP iktidarına da şüpheyle bakmaya başladığı kesin.
Trump’ın Suudi Arabistan ziyaretiyle tetiklenen Katar krizinin derinleşip derinleşmeyeceği ABD emperyalizminin tutumuyla belirlenecektir. Ancak boyutu krizin çözüm yöntemine göre değişse de, Katar’ı savunan AKP iktidarı, her halükarda bu tercihinin bedelini ödemek zorunda kalacaktır.