Sistemin yapısal krizinin tetiklediği küresel çapta artan savaş tehlikesine paralel olarak silahlanma yarışı için devasa bütçeler ayrılıyor.
2022 yılında silahlanma yarışında en fazla dikkat çeken ülkelerden biri de Almanya oldu.
Almanya bu yarışa 27 Şubat’ta “dönüm noktası” (Zeitwende) ilanı ile dahil oldu.
Almanya “dönüm noktasına” askeri harcamalara 100 milyar Euro’luk bir bütçe ayırarak adım attı.
Askeri harcamalarını NATO’nun belirlediği GSYİH’nin yüzde 2 şartına bağlı olarak her yıl zaten artırmaktaydı. “Dönüm noktası” ile yılda 50 milyar Euro’ya çıkan harcamalara ek olarak 100 milyar Euro ek bir bütçe ayrıldı.
Almanya bu adımla II. Dünya Savaşı’nın ardından, savaş suçlusu olması nedeniyle kendisine “çizilen sınırları” aşarak, emperyalist yayılmacılığını askeri olarak da ilan etmiş oluyordu.
Almanya’nın ardından Japonya da 2022’nin son günlerinde bir “dönüm noktası” ilan etti ve 16 Aralık 2022’de “savunma” harcamalarını iki katına çıkaracağını açıkladı.
Aynı açıklamada Japonya II. Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk defa alenen saldırı silahları aldığını da duyurmuş oldu.
Japonya’nın bu adımı yalnızca “pasifist” anayasasının 9. maddesini değil, aynı zamanda II. Dünya Savaşı sırasında işlediği savaş suçları nedeniyle ordusuna konulan “sınırları” da ihlal ediyor.
II. Dünya Savaşı’nın ardından Japonya’ya dayatılan anayasada, “Japonya’nın egemenlik hakkı olarak savaştan ve uluslararası anlaşmazlıkları çözme aracı olarak güç kullanımından sonsuza dek vazgeçtiğini beyan eder” deniliyor. Devamında, “kara, deniz ve hava kuvvetleri ile diğer savaş potansiyeli asla sürdürülmeyecektir. Devlete savaşma hakkı tanınmayacaktır” denilmektedir.
ABD’nin Soğuk Savaş boyunca Çin ve Sovyet Bloku’na karşı Japonya’yı vazgeçilmez bir müttefik olarak görmesi, “pasifist” anayasanın 9. maddesinin hızla rafa kaldırılmasının önünü açtı.
1952 yılında ABD Japonya ile askeri bir ittifak imzaladı. Ardından Japonya, kara, hava ve deniz kuvvetlerinden oluşan “Öz Savunma Kuvvetleri” adı altında silahlı kuvvetler kurdu.
Buna rağmen Japonya günümüze kadar modern teknoloji ile donatılmış ordusunun ve askeri harcamalarının sadece “savunma amaçlı” olduğu yalanını sürdürdü. Anayasası askeri bütçenin GSYİH’nin yüzde 1’i ile sınırlı kılıyor ve saldırı amaçlı silahlar edinmesini “yasaklıyordu”.
Günümüze kadar anayasada çizilen sınırlara riayet etmekten ziyade uluslararası konjonktür Japonya’nın alenen saldırı amaçlı silahlanmasına ‘gölge’ düşürüyordu.
Gelinen aşamada, Almanya ve Japonya gibi savaş suçlusu ülkeler Ukrayna’da süren savaşın yarattığı “imkanları” kullanılarak kamuflajı atıyor ve dolu dizgin savaş ekonomilerine geçiyorlar.
Japonya’nın geçtiğimiz haftalarda açıkladığı belgeler “kamuflajın” artık bir kenara bırakıldığını göstermiş oldu.
2013 yılında açıklanan ilk savunma stratejisinden bu yana, revize edilerek duyurulan yeni “Ulusal Güvenlik ve Ulusal Savunma Stratejileri” ‘kamuflaja’ ihtiyaç duymuyor artık.
Japonya 2027’ye kadar askeri harcamalarını 316 milyar ABD dolarına çıkararak, önceki beş yıla göre yüzde 57 oranında bir artış yapacak. Yıllık “savunma” bütçesinin bu yıl 40 milyar dolardan 2027’de 80 milyar dolara yükseltilmesi öngörülüyor. Bu, askeri harcamaların GSYİH’nin yüzde 2’sine yükselmesi ve NATO ülkeleriyle aynı seviyeye gelmesi demek oluyor.
Plana göre Japonya, Lockheed Martin’in Tomahawk ve JASSM gibi seyir füzelerini de içeren bir dizi silah edinecek. Karadan, gemilerden ve uçaklardan ateşlenebilen Tip 12 güdümlü kendi füzelerini geliştirmeyi ve kendi hipersonik güdümlü füzelerini üretmeyi planlıyor.
Ek olarak ABD’den satın alınan F-35 savaş uçaklarının yanı sıra İngiltere ve İtalya ile ortaklaşa geliştirmekte oldukları kendi ileri teknolojik savaş uçaklarını da üretecek.
Japonya’nın askeri harcamaları öncelikli olarak silahlanmaya yönelik olacak. Bu çerçevede ilk etapta 62 milyar dolar uçak ve gemilerin onarılmasına, 41 milyar dolar ise yeni silah alımına ayrılacak.
Ayrıca 34 milyar dolara savunma roketleri ve ABD’den 500 adet Tomahawk-Cruise füzeleri satın alınacak.
Japonya böylece, İngiltere’den sonra Tomahawk-Cruise füzelerini edinen ikinci ülke oluyor.
ABD Japonya’yı “müttefik” olmanın yanı sıra Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile korkutarak silahlarını rahat sattığı bir pazara dönüştürmeyi de hesaplıyor.
ABD’nin desteği ve onayı ile oluşturulan bu devasa askeri bütçeyle öncelikle Pasifik’te Çin’in hedef alındığını taraflar gizlemiyor da.
Çin, Pasifik’teki bu ABD-Japonya yakınlaşmasına tepki göstererek karşı atağa geçmekte gecikmedi.
Çin’de silahlanma yarışında çıtayı yükseltiyor. Rusya ile askeri olarak daha yakın ilişkilerin adımları atılıyor. Pasifik’te kriz tırmandırılıyor.
Ukrayna’da olduğu gibi, Pasifik’te de krizin esas sorumlusu ABD emperyalizmidir.
ABD, Obama döneminde “Asya’ya Dönüş” stratejisiyle Çin ile gerilimi kasıtlı olarak tırmandırdı.
Obama sonrası ABD başkanları da bu gerilimi artırarak devam ettirdiler. Çin’i Tayvan üzerinden kıskaca almaya çalıştılar.
ABD şimdi de Japonya’yı silahlandırarak, onun II. Dünya Savaşı sırasındaki işgalci, talancı, yayılmacı duygularını okşayarak, Çin’in dizginlenmesini hedeflenmekle birlikte, kendi yayılmacılığına alan açmak istiyor.
Silahlanma yarışı bir küresel savaş tehlikesine doğru dolu dizgin gidiyor.
Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) nin verilerine göre, 2021 yılında ABD 800, Çin 293, Hindistan 77, İngiltere 68, Rusya 66, Fransa 56, Almanya 56, Suudi Arabistan 55, Japonya 54 ve Güney Kore 50 milyar doları askeri harcamalara ayırdı.
Almanya ve Japonya’nın 2022 yılı içinde silahlanma yarışına iddialı bir şekilde dahil olmaları bir III. paylaşım savaşı tehlikesine işaret ediyor ve onu daha olası kılıyor.
Çürümüş sistemin yapısal krizlerinin neden olduğu savaşların önlenebilmesi ve insanlığın büyük acılara sürüklenmesinin önüne geçilebilmesi için TKİP VI. Kongresi Bildirgesi’nde işaret edildiği gibi:
“Kapitalizm bunalımlarla birlikte savaşlar ve devrimler üretiyor, geride kalan tarihi dönemin açıklıkla kanıtladığı katı gerçek budur. Şimdi yine günden güne şiddetlenen bir bunalımlar ve kendini bugünden bölgesel çapta gösteren savaşlar dönemi içindeyiz. Biriken muazzam sorunlar ve keskinleşen sınıf çelişkileri, devrimler için de toprağı gitgide daha çok mayalıyor. Bu durumda, burjuva gericiliğinin devrimin olanaklarını boğmaya yönelik karşı-devrimci hamlelerini boşa çıkarmak ve insanlığı yeni bir büyük emperyalist savaşın telafisi zor yıkımından korumak, işçi sınıfı ve ezilen halkların, gelmekte olan yeni devrimler döneminin olanaklarını ne ölçüde değerlendirebileceğine sıkı sıkıya bağlı olacaktır.” (TKİP VI. Kongresi Bildirgesi, Aralık 2018)