Geçtiğimiz günlerde dinci-faşist ittifak, düzen muhalefeti ve HDP eksenli reformist blok seçim manifestolarını kamuoyuna duyurdular. Ortaya konan manifestoların ana teması ise, Türkiye’de hüküm süren rejimin akıbetine yönelik planlar oldu. Tabi bir de sosyal-ekonomik vaatler.
***
Dinci-faşist ittifak 24 Haziran seçimlerine halihazırda fiilen işlettikleri faşist tek adam diktasını kalıcılaştırmak ve anayasal zemine kavuşturmak hedefiyle hazırlanırken; Erdoğan’ın duyurduğu seçim manifestosunda kurmak istedikleri rejim “şahlanış”, “yeniden yükseliş”, “tam bağımsızlık” vb. demagojik argümanlarla tanımlandı. Erdoğan ikiyüzlü bir şekilde demokrasiden, özgürlüklerden, refahtan dem vurdu.
Grevleri yasaklayan, temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldıran, krizin ağır yükünü döne döne emekçilerin sırtına yükleyen AKP iktidarı, seçim manifestosunda sosyal demagoji yapmaktan da geri durmadı. “Faizler, enflasyon ve cari açık düşecek”, “El birliğiyle Türkiye ekonomisini büyütecek ve dünyaya markalar sunacak küresel bir güç haline getireceğiz”, “Dün olduğu gibi bugün de demokrasiden, özgürlükten, hakların serbestçe kullanılmasından yanayız. Yarın da öyle olacağız” gibi iğrenç yalanlar yine ilk ağızdan, Erdoğan tarafından topluma servis edildi. Türkiye ekonomisinin uçurumun kenarında durduğu, baskı ve zorbalığın tavan yaptığı şu günlerde bu söylemlerin hiçbir dayanağının olmadığını ise hatırlatmaya bile gerek yok.
Her dönem toplumu karşıtlaştırmayı, dinsel, etnik ve mezhepsel ayrımları kaşımayı esas alan dinci-faşist iktidarın seçim sürecinde bu kirli politikaya bir kez daha dört elle sarılacağı ise açık. 7 Haziran sonrası Kürt halkını hedef alan kirli savaş süreci, Suriye’ye dönük tırmandırdıkları savaş çığırtkanlığı, cihatçı çeteler eliyle tertipledikleri vahşi katliamlar bu konuda ne denli gözlerinin dönmüş olduğunu görmek için yeterli. Dinci-faşist ittifakın iktidar gücünü kaybetmemek için 24 Haziran öncesi ve sonrasında bu türden kirli ve kontra yöntemleri kullanabileceği konusunda ise kuşku duymamak gerekiyor.
***
Kendisini “Millet İttifakı” olarak tanımlayan düzen muhalefeti de, vaat ve demagoji konusunda dinci-faşist iktidardan geri kalmıyor. Açıkladıkları seçim manifestosu ve bildirgelerinde yok yok.
Burjuva muhalefetin seçim politikasının ana eksenini de bilindiği üzere rejim tartışması oluşturuyor. Erdoğan’ın yönettiği faşist tek adam diktasını kendi akıbetleri açısından tehlike gören burjuva muhalefet, seçim propagandasını parlamenter sistemin onarılması ve tahkim edilmesi üzerine kurmuş durumda. Konuyla ilgili kamuoyuna sundukları manifestoda “Millet İttifakı”nın ana ekseni şu sözlerle tarif ediliyor; “Cumhuriyetimizin örselenen değerlerini yeniden tesis etmeyi amaçlayan onarım politikalarımızın çatısını, kuvvetler ayrılığına dayalı parlamenter rejim oluşturacaktır.”
Burjuva muhalefetin ekonomik ve sosyal sorunlar üzerinden ortaya koyduğu vaatler ise yalan ve demagoji konusunda da dinci-faşist ittifaktan geri kalmadıklarını gösteriyor. Ekonomik krizin sarstığı işçi ve emekçilerin karşısına “asgari ücret 2200 TL olacak”, “her yıl yüzde 7 büyüyeceğiz”, “çiftçiye mazot 3 TL olacak”, “herkese ücretsiz sağlık hizmeti vereceğiz” türünden yalanlarla çıkan burjuva muhalefetin, 24 Haziran’la birlikte iktidar gücünü eline geçirirse ya da bu güce ortak olursa sermayenin kusursuz bir hizmetkarı olacağı ise biliniyor. Zira, düzen muhalefeti sermayenin ihtiyaç duyduğu ve AKP iktidarının 16 yıldır uyguladığı neo-liberal saldırı programına tek kelime etmiyor. Dahası, krizin faturasını emekçilere ödetmeyi amaçlayan ve sermayenin ajandasında yer alan “reform paketlerini” hayata geçirmek için burjuva devleti yönetmeye talip oluyor.
***
Tüm bu açılardan, iktidarıyla muhalefetiyle düzen siyasetinin sergilediği davranış çizgisi elbette anlaşılır bir yerde duruyor. Zira, onlar varlıklarını kapitalist sömürü düzenine borçlular, geleceklerini de bu düzenin sürekliliğinde görüyorlar. Emekçileri kandırmak ve düzene bağlamak için ortaya attıkları sahte vaatler de, yalan ve demagojiye dayalı propagandaları da kapitalist düzenin sürekliliğini amaçlıyor.
Burada tartışmalı olan nokta kendisine devrimci, sosyalist, marksist diyen sol çevrelerin işçi sınıfı ve emekçilerin karşısına çıkıp, bir dizi toplumsal ve tarihsel soruna çözüm adresi olarak burjuva parlamentoyu göstermesidir. Düzen muhalefetine üstü örtülü destek sunanlar bir kenara bırakılırsa (ki onlar açısından da durum böyledir), özellikle HDP ekseninde bloklaşan sol çevrelerin tutumu tam da buraya oturmaktadır. Zira, HDP tarafından açıklanan seçim manifestosu Kürt sorunu, kadın sorunu gibi temel toplumsal sorunlara çözüm adresi olarak parlamentoyu göstermekte, dahası kapitalizmin kriz gibi yapısal sorunlarına ve temel çelişkilerine düzen içi çözümler önermektedir.
Bu yazı sınırlarında HDP’nin oldukça uzun ve hacimli seçim manifestosuna yer vermek mümkün değil. Fakat, birkaç çarpıcı örnek ile HDP’nin seçim manifestosunda emperyalist-kapitalist sistem gerçeğinin nasıl perdelendiğini göstermek yerinde olacaktır. Şöyle ki, kapitalist-emperyalist sistemi karşınıza almadan, onun bu topraklardaki halkasını bir devrimle kırıp atamadan elde edemeyeceğiniz şu talepler HDP manifestosunda işçi ve emekçilere seçim vaadi olarak sunuluyor: “Ekonomik krizin yükünün halkın üzerine yıkılmasını engelleyeceğiz.” “Birlikte ürettiğimiz zenginliği adaletli bir şekilde paylaşacağız.” “Yoksullara; su, elektrik ve doğalgazı ihtiyaç sınırına kadar ücretsiz hale getireceğiz.” “Sosyal Haklar Programımız ile yoksulluğa son vererek halkı yardıma bağımlılıktan kurtaracağız.”... Yukarıda da belirttiğimiz gibi, bunlar HDP’nin seçim vaatlerinin dikkat çeken bir kaçını oluşturuyor ve taleplerde ele alınan her bir sorunun kaynağında kapitalist sömürü düzeni yer alıyor. HDP eksenli blok yayınladığı manifestoda kapitalist dünyanın parçası olan ve emperyalist güçlerle bin bir türlü ilişkisi bulunan Türkiye kapitalizmine ve burjuva sınıf egemenliğine dokunmadan, parlamento yoluyla bu vaatleri nasıl yerine getireceğini belirtmemiş. Fakat bizler, kapitalizm koşullarında bunun mümkün olamayacağını, dolayısıyla seçim bildirgelerinde yer alan temelsiz vaatlerin işçi ve emekçileri düzene bağlamaktan başka bir işe yaramayacağını Yunanistan’daki Syriza deneyimi üzerinden biliyoruz.
Bu bilinçle altını bir kez daha çiziyoruz ki, devrimci seçim çalışması işçi ve emekçilerin bilincini bulandıran ve son tahlilde düzene bağlayan temelsiz vaatleri, yalanı ve demagojiyi de hedef almak durumundadır. O halde, işçi sınıfı ve emekçileri sahte vaatler karşısında uyarmak, temel hak ve hürriyetlerin dişe diş mücadelelerle kazanılacağını onlara anlatmak; özgürlüğün, eşitliğin ve toplumsal kurtuluşun devrim ve sosyalizmle mümkün olabileceğini göstermek için devrimci seçim çalışmasının temposunu arttıralım.