Sermayenin gündeme getirdiği çok yönlü sömürü politikaları işçi ve emekçilerin yaşamını cehenneme çevirmeye devam ediyor. Yıllardır uygulanan esnek çalışma biçimleri, özelleştirmeler, arkası kesilmeyen vergi yükü, sosyal hakların gaspı, ücretlerin sistemli bir şekilde aşağıya çekilmesi emekçilerin boynundaki sömürü zincirlerini günbegün kalınlaştırıyor.
Tüm bunlara, işçi sınıfı ve emekçilerin karşısına söz, basın ve örgütlenme hakkının gaspı, grev-eylem yasakları ve direnişlere yönelik estirilen polis-hukuk terörü olarak çıkan faşist baskı politikalarını eklemek gerekiyor.
Kriz derinleştikçe saldırılar yoğunlaşıyor
Elbette yukarıda genel çerçevesi çizilen tablo işçi ve emekçiler açısından yeni değil. Sermaye, söz konusu saldırıları bu topraklarda on yıllardır uyguluyor. Fakat, günümüz Türkiye’sinde giderek derinleşen kriz olgusu emekçileri daha da soluksuz bırakıyor.
Zira, sermaye iktidarı içerisinde debelendiği çok yönlü krizi yönetebilmek adına “Ulusal İstihdam Projesi”, “Orta Vadeli Program” vb. stratejiler kapsamında emekçileri hedef alan sosyal-iktisadi saldırıları daha bir kararlılık ve pervasızlıkla gündemine almış durumda. “İstikrar” ve “reform” söylemleri ile kodlanan saldırı furyası, AKP iktidarının çıkardığı torba yasalarla ve KHK aracılığıyla bir bir hayata geçiriliyor.
Sermayenin koltuk değneği: Sendikal bürokrasi
Sermaye iktidarının bu çok yönlü saldırıların önünü açmak ve sorunsuz bir şekilde uygulamak için yıllardır faşist zorbalığı elden bırakmadığı biliniyor. En küçük örgütlenme arayışını ezerek, eylem ve direnişlere azgınca saldırarak ve hükümetler aracılığıyla devreye soktuğu baskıcı yasalarla işçi sınıfını kölelik koşullarına boyun eğdirmek isteyen sermaye iktidarı, tüm bunların yanı sıra sendikal bürokrasiyi de etkin bir şekilde kullanıyor.
İşçi sınıfının tepesine çöreklenmiş bulunan işçi kahyaları, sermayenin sömürü politikalarını hayata geçirmek ve işçi sınıfını denetim altında tutmak için kullandığı etkin bir aparat işlevi görüyor. Öyle ki, sınıf hareketi üzerinde bir kabuğa dönüşmüş bulunan mevcut sendikal düzen parçalanıp aşılamadığı oranda, sınıf cephesinde gündeme gelen direniş ve mücadeleler yine bürokrasi eliyle kırılıp, geriye çekiliyor.
Sınıf hareketinin dalga kıranı: Burjuva gericiliği
Başta siyasal İslam olmak üzere, her türden burjuva gericiliği ise sınıf hareketinin önündeki bir diğer engeli oluşturuyor. Zira, ister dinsel gericilik olsun, isterse milliyetçi-şovenizm, her türden gerici ideoloji burjuvazinin elinde işçi sınıfını bölmenin, hareketsiz kılarak denetim altında tutmanın önemli bir imkanı olarak değerlendiriliyor.
Son yıllarda yaşanan eylem ve direnişlerden yansıyanlar, burjuva gericiliğinin sınıf ve emekçi kitleler üzerinde ne denli etkili bir güce sahip olduğunu gösterdi. Harekete geçen ve hakları için mücadeleye girişen sınıf bölüklerinin dahi gericiliğin koyu kuşatmasını alt edemediği koşulda kazanım elde etmek bir yana gerisin geri sermayenin denetimi altına girdiğini biliyoruz.
İşçi sınıfı çıkış yolu arıyor
Tüm bu ağır koşullara ve çok yönlü kuşatılmaya rağmen işçi sınıfı, kimi mevziler üzerinden hayata geçirdiği eylem ve direnişlerle kendisine çıkış aradığını gösteriyor. Bunun son yıllardaki en güçlü örneği, sınıf mücadelesi tarihinde şimdiden yerini almış bulunan Metal Fırtına oldu. (Ki, bu büyük direnişi diğerlerinden ayıran en temel yönü olarak, öncü-devrimci müdahale ve inisiyatifin direnişteki rolünü akıllardan çıkarmamak gerekiyor. Zira, sendikal ihanete ve ağır sömürü koşullarına karşı büyük bir öfke patlaması olarak başlayan fırtına, bizzat devrimci müdahale ile soluklu ve kararlı bir harekete dönüştü.)
Yakın dönemde yaşanan Şişecam ve madenci direnişleri ise işçi sınıfı içerisinde biriken öfke ve mücadele potansiyelini bir kez daha gözler önüne sermiş oldu. Fakat, bu eylem ve direnişler aynı zamanda sınıf hareketinin ileriye doğru gelişiminin önündeki yapısal sorunları ve engelleri de döne döne ortaya koydu. Sermayenin ve sendikal bürokrasinin denetimini aşamayan, taban iradesine dayalı bir örgütsel zeminden ve öncü-devrimci müdahaleden yoksun olarak girişilen bu mücadeleler, kısmi kazanımlar yaratsa da toplam sınıf hareketini ileriye taşıyacak sonuçlar doğurmadan geri çekildi.
Tüm bu olgular başta öncü-devrimci işçiler olmak üzere, sınıf mücadelesi içerisinde yer alan devrimci ve ilerici güçlere büyük sorumluluklar yüklüyor. Şöyle ki, bugün sınıf içerisinde biriken öfkeyi ve mücadele eğilimini kendi gündelik ve dar sınırlarından çıkararak, başta sermayeye ve onun sınıf içerisinde ajanları olarak hareket eden sendikal bürokrasiye, yine sınıfı denetim altında tutmak için her türlü fiili, yasal ve ideolojik dayanakları oluşturan devlete karşı büyütmek bu sorumluluğun ilk sırasında yer alıyor.
Bunun başarılabildiği biri tarihsel, diğeri ise güncel olan iki örnek hem işçi sınıfına hem de onların öncülerine yürünmesi gereken yolu açıkça gösteriyor. İlki, bir çağı kapatıp yeni bir çağ başlatan büyük Sosyalist Ekim Devrimi. Rus işçi sınıfının henüz aşılamayan ve politizasyonunun doruk noktası olan bu tarihsel eylemi, bugünün sınıf mücadelelerine hâlâ daha ışık tutuyor. İşçi sınıfının sermayeden ve onun düzeninden bağımsız olarak, kendi dünya görüşü ekseninde örgütlendiğinde ve devrimci partinin bayrağı altında savaştığında önünde hiçbir engelin duramayacağına bu büyük devrim şahsında bütün bir insanlık tanıklık etti.
Diğer ve güncel olan örnek ise, geçtiğimiz yıllarda sınıf devrimcilerinin bizzat öncülüğünde gerçekleşen Greif fabrika işgalidir. Türkiye işçi sınıfının ve öncülerinin her şeyden önce bugün sınıf hareketinin önündeki engelleri aşmak için Greif İşgali’nden ve onun yarattığı ölçülerden öğreneceği çok şey var.