İstanbul’da Ağustos ayında başlayan geri dönüşüm işçilerine dönük saldırı, depolara düzenlenen baskınlar ve toplu gözaltılarla yeni bir boyut kazandı. Bahçelievler, Ümraniye, Ataşehir ve Sancaktepe’de gerçekleştirilen baskınlarda depolar iş makinaları ile yıkıldı, çekçek arabaları ile diğer malzemeler belediye ekipleri tarafından gasp edildi. Depolar mühürlendi. Plastik mermi ve biber gazıyla azgınca saldıran polis onlarca işçiyi gözaltına aldı. Göçmen işçilerin çoğunluğu “kayıtsız” oldukları gerekçesi ile sınır dışı edilmek üzere Geri Gönderme Merkezi’ne alındı. Bu süreçte 3 işçi de tutuklandı. Valilik açıklaması ve saray beslemesi yandaş medya “şehir eşkıyaları” diyerek işçilere karşı linç kampanyası başlattı.
Yüzlerce polis, zabıta ve belediye görevlileri tarafından estirilen devlet terörü, İstanbul Valiliği’nin aldığı bir karara dayandırıldı. Valilik kararında geri dönüşüm işçileri için “Haksız kazanç sağlamak, kaçak göçmen işçi çalıştırmak, çevre ve halk sağlığını tehlikeye sokmak” gibi zırva kabilinden ifadeler yer aldı.
Çöpten geri dönüşüme
Türkiye’de on binlerce geri dönüşüm işçisi var. Çoğunlukla görünmeyen geri dönüşüm işçileri sabahın ilk saatlerinde çöp toplama araçlarından önce yola çıkıyor. Kimsenin dokunmak istemediği çöp konteynerlerinden plastik, naylon, kâğıt, bakır topluyorlar. Kilometrelerce yol kat ediyorlar. Çekçek arabalarının dolmasına bağlı olarak gün içinde 4-5 sefer yapıyorlar. Günde 14-15 saat 200 kiloya kadar yük alan devasa çuvallarla sokak sokak atık topluyorlar. Toplanan atıkları, işçilerin yaşam alanları da olan barınaklara taşıyorlar. Atığın niteliğine göre kilo hesabı satıyorlar. Atıklar toplama alanlarında ayrıştırılıyor. Ardından geri dönüşüme hazır hale getirilerek presleme bölümüne götürülüyor. Oradan da büyük geri dönüşüm fabrikalarına gönderiliyor.
Atıkların ayrıştırıldığı, elektrik ve suyu olmayan barınaklarda yaşayan geri dönüşüm işçilerinin arasında mevsimlik tarım işçileri, göçmenler, evsizler, atanamayan öğretmenler, üniversite öğrencileri de var. Baskın yapılan alanlar da buralar. El konulan atıklar da kilometrelerce yürünerek toplanmış, ayrıştırılmış alın teridir.
Çöplerden atık toplayan 500 bin işçi var. Türkiye’de bir kişi ortalama günde 1,4 kilo çöp çıkarıyor. Beş yüz bine yakın geri dönüşüm işçisi yılda ortalama 3,2 milyon ton atık topluyor. Ekonomiye katkıları yıllık 10 milyar TL olarak tahmin ediliyor. Atık toplama işçilerinin geri dönüşüme sunduğu katkı çalışmalarının yasaklandığı pandemi döneminde de ortaya çıkmıştı.
Çevreye “varlık fonu”
Türkiye’de “Ambalaj Atıkları Kontrolü Yönetmeliği” AB ile uyum yasaları çerçevesinde ilk kez 2004 yılında gündeme getirildi. Bugüne dek 18 kez değiştirildi. O yıllarda da geri dönüşüm işçileri çeşitli baskı ve para cezalarına maruz bırakılmıştı. 2017’de yönetmelik değiştirilerek ismi “Sıfır Atık Projesi” yapıldı. Poşetlerin paralı hale getirilmesi, plastik şişelere depozito gibi uygulamalar da bu projede yer alıyor. Başında Emine Erdoğan’ın bulunduğu “ulvi çevre projesi” geçtiğimiz yıl Meclis kararıyla kurulan Çevre Ajansı’na bağlanmak isteniyor. 2022’den itibaren uygulanması planlanan projede, atık tesislerinin ihalelerle tek bir şirkete verilerek rant elde edilmesi planlanıyor. Böylelikle atık sektörü, Çevre Ajansı’nın taşeronu olarak işletilmek isteniyor.
Çevre Ajansı’nın da şehir hastaneleri, paralı köprüler gibi kamu-özel ortaklığı ile çalışacağı şirketlere bağlı bir kurum olacağı söyleniyor. Çevre Ajansı, uzmanlar tarafından denetimden muaflık, fazla yetki, kadro ve bütçe alması gibi nedenlerle “paralel bakanlık” olarak nitelendiriliyor. Ajansın yönetiminin, 7 yönetim kurulu üyesi, 11 danışma kurulu üyesi, 1 başkan ve 2 yardımcıdan oluşacağı, başkanına 15 bin lira maaş verileceği iddia ediliyor.
Ajans Kamu İhale Kanunu’na tabi değil. Bunun ise yolsuzluk, adam kayırmacılık, kamu kaynaklarının keyfi ve verimsiz kullanımı gibi bir dizi gayrı meşru işe zemin hazırlayacağı belirtiliyor. Yasa, ulusal ölçekte depozito yönetimi ve işletilmesi, elektrikli scooter kullanımıyla ilgili kurallar, yerel yönetimlere bisiklet yolları, elektrikli şarj istasyonları yapma görevi ve atık su altyapı yönetimlerinin kurulabilmesi gibi düzenlemeler de içeriyor. Bu uygulama ile, belediyelerin otoparklardan elde ettikleri gelirlerin büyükşehir belediyesine aktarılması kuralı da ortadan kaldırılıyor.
Çevre Ajansı kapsamında koca bir çöplük olan İstanbul’da biri Anadolu diğeri Avrupa Yakası’nda olmak üzere 2 tesis kurulacağı belirtiliyor. Son süreçte yaşanan saldırıların gerisinde yapılması planlan bu tesislerin olduğu açık. Atık kâğıt işçilerinin bu sürece engel olması, yan yana durması ve direnmesi engellenmek isteniyor. İktidarın rant projelerine ayak bağı olacağı düşünülen geri dönüşüm işçileri, dinci-faşist rejimin saldırılarıyla sindirilmek isteniyor.
İşçilerden çalınanlar vergi cennetlerine
“Haksız kazanç” üzerine kurulu bu sistem, insana, doğaya ve bütün hayata düşmandır. Sözcüleri ise çevre kirliliğinin bizzat sorumlusudur. Herhangi bir geri dönüşüm politikası olmayan sermaye düzeni; lağım ve kanalizasyon sularının yeterli arıtma sağlanmadan denizlere bırakılmasıyla, çarpık kentleşmeyle, endüstriyel atıklarla, filtresiz fabrika bacalarıyla, orman yangınlarıyla, termik santrallerle, maden ocaklarıyla vb. çevreyi katlediyor.
“Haksız kazanç” sağlanıyor diyerek barınakları işçilerin başına yıkan bu “yerli/milli” AKP-MHP rejiminin arsız efendileri, vergi ödememek için adı-sanı bilinmeyen adalarda şirket kuruyorlar. Etraflarındaki yiyici takımına üç-beş maaş ödüyorlar. Ülkenin zenginliğini talan edip parayı ülke dışına kaçırıyorlar. Bu kadar iğrençlik, ancak dinci-faşist zihniyetin şanından olabilirdi. Atık işçilerinin bu zorbalığa karşı mücadelesi haklı, meşru ve dayanışma içinde olunması gereken bir mücadeledir.
K. Düşgör