6 Şubat depreminin öncesi ve sonrasında yaşananlar, 20 yıldır ülkenin üzerine çökenlerin nasıl bir enkaz yarattıklarını gözler önüne serdi. Sermaye devleti bir enkaz gibi halkın üzerine çöktü. Her taraftan “devlet nerede?” çığlıkları yükseldi. İnsanlar haklı olarak “devlet/iktidar” denen kurumlardan medet umdular. Oysa devlet, daha somut olarak Saray rejimi, sorumluluğunu en asgari düzeyde bile yerine getirebilmek için ancak üçüncü günde kıpırdanmaya başladı. Ancak afet sırasında ve sonrasında kurtarma/yaşatma işini yüklenmesi gereken AFAD/Kızılay gibi kurumların, Saray rejiminin elinde birere rant devşirme alanına çevrildiği ortaya çıktı. Bunun bedelini ise on binlerce insan hayatıyla ödedi.
Bu kadar aleni bu kadar ağır suç işleyen rejimin şefleri bir yana, alt kademe bir memuru bile istifa etmedi. Halkı aptal yerine koyan, tiksinti verici yalanlarla suçlarını örtmeye çalıştılar. Oysa toplumun büyük bir çoğunluğu AKP-MHP rejiminin işlediği suçları gördü. Buna karşı gelişen kitlesel bir tepki olmadı ancak rejimin suçları Saraya biat etmeyen basın tarafından teşhir edildi. Suçüstü yakalanan rejimin şefleri, bu eleştirilere histerik şekilde yanıtlar verdiler. Söylenen her şeyi not ettiklerini ilan edip tehditler savurdular.
Dinci-faşist rejimin şeflerinin şimşeklerini daha çok çeken ise Fenerbahçe ve Beşiktaş taraftarlarının “Hükümet istifa!” sloganlarıyla tribünleri çınlatmaları oldu. Sermaye sınıfını temsil eden hükümetlere karşı kitleler bu sloganı birçok ülkede yükseltirler. Sadece hükümeti hedef aldığı için, düzenin efendilerini çok da rahatsız etmez. Ancak Saray rejimi öyle bir vebalin altında bulunuyor ki, bu slogan şeflerinin sinirlerini alt üst etmiş görünüyor. Bu defa sadece rejimin şefleri değil, katil mafya babaları da sahneye sürüldü.
Rejimin “Gayri Meşru İşler Bakanı” Çakıcı sahnede!
Tehditler silsilesini başlatan AKP şefi Tayyip Erdoğan olmuştu. Halkı ölüme terk eden Saray rejimini ya da yozlaşmış kurumlarını eleştirenleri hedef almış, yüzbinlerce insan enkaz altındayken, fütursuzca tehditler savurmuştu. Onu bir hafta ininden çıkmayan faşist partinin başı Devlet Bahçeli takip etti. Tehdit furyası burada durmadı. Sahneye AKP sözcüsü Ömer Çelik çıktı, reisine benzer bir üslupla, “söylediğiniz her şeyi kayıt altın alıyoruz, ilk fırsatta devletin kolluk kuvvetleri ile yargıyı üstünüze salacağız” demeye gelen laflar etti.
AKP şefi, “hükümet istifa” sloganları konusunda çok renk vermemeye çalıştı. Ancak Devlet Bahçeli, Süleyman Soylu, AKP şeflerinden konuşan herkes benzer şekilde tehditler savurdu. Yine de bu kadarı histerilerini gidermemiş olmalı ki, mafya babası ülkücü katil Alaattin Çakıcı’yı sahneye çıkarttılar. Devlet Bahçeli’nin özel talebi ve Tayyip Erdoğan’ın onayı ile hapisten salının bu azılı katil, ihtiyaç duyulduğunda Saray rejimi adına tehditler savuruyor. Hatırlanacağı üzere geçmişte bu işi Sedat Peker’e yaptırmışlardı. Ancak ortaklık bozulunca, ihaleyi Alaattin Çakıcı’ya verdiler. AKP-MHP koalisyonunun böyle birini “özel bir afla” serbest bırakması, bu faşist mafya babasının ise Saray rejimi adına konuşması, depremin neden büyük bir yıkım ve insan kıyımına yol açtığını da anlatıyor. Zira “fıtratı” bu olan bir rejimden başka bir şey beklenemez.
AKP-MHP gibi sermayenin “demir yumruğu” olan bir iktidar için bile, bu kadar histeri aşırı bulundu. Çünkü, -diğer her şey bir yana- üç hafta sonra bile depremzedelerin çadır ihtiyaçlarını karşılamayan bir rejim gerçeği var. Bu rejimin “afet yardım kurumu” olduğu söylenen Kızılay’ın halka çadır dağıtmak bir yana, depremin üçüncü gününde AHBAP’a çadır ve gıda maddeleri sattığının ortaya çıkması, doğal olarak “kim bilir daha ne tür suçlarını saklıyorlar” sorusunu akla getiriyor. Göründüğü kadarıyla histerinin şiddeti suçlarının ağırlığından kaynaklanıyor.
İktidarın mafya babalarını da kullanarak böylesine pervasız bir tehdit kampanyasına girişmesi dinci-faşist zihniyete uygun olsa da sorunun bundan ibaret olmadığı da görülüyor. En az ilki kadar önemli olan bir diğer etken, suçüstü yakalanmış olmanın yarattığı telaştır. Son günlerde yapılmak istenen her eyleme azgın bir şekilde saldırmaları da bununla bağlantılıdır. Enkaz altında kalanlara yardım için günlerce ortalıkta görünmeyen kolluk kuvvetleri, en basit demokratik hakkını kullanmak isteyenlere saldırmak için her zaman hazır bekliyor. Hem de bölük bölük... Aslında bu görüntüler “devlet nerede” sorusunun yanıtını da veriyor. Sermayenin devleti işbaşında, ama halka yardım etmek için değil zorbalık uygulamak için...
“Sessizlik olacak, indirin bunları!”
İktidar cephesinin emekçi halka dönük, hem de depremin derin etkisini yaşayan bölge halkına karşı son tehdidi faşist partinin şefi Devlet Bahçeli’den geldi. Haftalar sonra ininden çıkıp Elbistan’a giden Bahçeli yöre halkının tepkisiyle karşılaştı. Halkın tepkisi karşısında öfke nöbetine ve histeri krizine tutulan Bahçeli, ağzından salyalar saçarak “Sessizlik olacak, indirin bunları” diyecek kadar zıvanadan çıktı. Bu sözler gücün değil, emekçilerin öfkesi karşısında düşülen aczin yeni bir örneği oldu. Bahçeli’nin bu tavrı, aynı zamanda gerici-faşist rejimin emekçilere karşı duyduğu kinin ve düşmanlığın da en açık ve iğrenç örneği oldu. İktidarın suç çetelesine bu olay da not edildi.
Deprem bölgesindeki emekçileri günlerce kaderine terk eden, göz göre göre ölmelerine yol açan gerici-faşist iktidar, tüm bu tehdit ve histerik saldırılarla halka karşı işledikleri ağır suçların üstünü örtemezler. İşçi ve emekçiler er ya da bu suçların hesabını soracaktır.