Ağırlaşan ekonomik ve siyasal krizin faturası işçi ve emekçilere hayat pahalılığı, ağırlaşan çalışma koşulları, işsizlik, derinleşen yoksulluk, temel hakların tırpanlanması olarak kesiliyor. Her biri kendi içinde başlı başına ağır olan bu sorunlar karşısında toplumda biriken haklı öfkenin farkında olan gerici-faşist rejim, toplumda sahte kutuplaştırmalar yaratarak, yalan ve demagojiye başvurarak, kaba baskı ve zor ile bu öfkeyi kontrol altında tutmaya çalışıyor. Çünkü AKP-MHP iktidarı çöküşe sürüklenen rejiminin geleceğinin, toplumda biriken öfkenin akacağı kanala bağlı olduğunun farkında. Verdiği vaatlerin, şişirdiği balonların, dünya lideri pozlarının toplumda eskisi kadar karşılığı olmadığını da bilerek her fırsatta baskı ve şiddet aygıtlarını güçlendiriyor ve tüm muhalif kesimlere pervasızca saldırıyor.
Zorbalığını burjuva hukuku bile hiçe sayarak estirdiği yargı terörünün yanı sıra bekçi ordusu kurarak ve polislere verilen yetkileri sınırsız biçimde genişleterek kurumlaştıran AKP-MHP iktidarının bir başka girişimi de toplumda yaratılmak istenen ihbarcılık-muhbirlik mekanizması ve kültürüdür.
***
Ekonomik krizin derinleştiği, faşist baskı ve zorun arttığı dönemlerde kapitalist devletlerin en çok başvurduğu kirli yöntemlerden biri olan muhbirliğe, eskisinden daha fazla ihtiyacı olan Saray rejimi bu konuda yeni adımlar attı. Geçtiğimiz yıllarda okullarda ve mahallelerde “terörle mücadele” adı altında ihbar hatları kuran, “Benim muhtarım hangi evde kim var? Gelecek kaymakamına, emniyet müdürüne bildirecek” diyerek muhtarlara talimat veren Saray rejiminin yeni adımı “Muhtar Akademisi” için İçişleri Bakanlığı ve YÖK arasında protokol imzalamak oldu. Yapılan açıklamaya göre “Muhtar Akademisi” ve özel güvenlik eğitimi protokolü imzalandı. Buna göre 81 ildeki tüm devlet üniversitelerinde muhtar ve özel güvenlik şirketlerine “eğitim” imkânı sunulacak. Süleyman Soylu muhtarların tüm meselelerde “etkin ve etkili olan kaideli devletin en önemli organlarından biri” olduğunu iddia ederek eğitimin sonunda sertifika vereceklerini de müjdeledi.
Muhtarları muhbirliğe hazırlayan Saray rejimi böylece toplumda bir korku atmosferi yaratarak krizin faturasını işçi ve emekçilerin sırtına yıkarken karşısına çıkabilecek tepki ve itirazları baskılamayı hedefliyor.
Kurumsal “muhbirlik”
Sermaye devletinin ajanlaştırma, fişleme, ihbarcılık, muhbirlik yöntemleri yeni değil elbette. Muhtarlara verilen bu özel ilgi özellikle darbe dönemlerinin ardından türetilen “muhbir vatandaş”ların bir benzeri niteliğindedir.
Gerici-faşist rejimin darbecilerden devraldığı muhbirlik yöntemlerini bir meslek olarak öne çıkardığı, Sayıştay raporlarına da yansımış bulunuyor. Sayıştay’ın yaptığı denetimlerde, Gelir İdaresi Başkanlığı’nın 2021 yılında muhbirlik için toplam 11 milyon 618 bin lira ödediği ortaya çıktı. Aynı raporda muhbirlik ikramiyelerinin asılsız ihbar sayısının artmasına da yol açtığı ve bazıları için gelir kapısı haline geldiği de belirtildi.
Sansür yasası, gizli tanık ifadeleri ile açılan soruşturmalar, davalar, tutuklamalar gibi pek çok dava dosyası yargının ilerici, devrimci ve muhaliflere karşı “muhbirlik” yöntemiyle işlediğinin somut kanıtlarıdır. Yine sosyal medya muhbirleri olarak iş gören “Aktroller” de bu mekanizmanın bir başka öznesidir. Artık sosyal medya paylaşımları başta olmak üzere her “ihbar” Saray’a bağlı savcılar tarafından soruşturma konusu yapılabilir durumdadır.
Öte yandan sermaye devletinin ilerici, devrimci ve muhaliflere dönük “ajanlaştırma” saldırıları, on yıllardır sistematik olarak kullandığı baskı, tehdit, sindirme politikalarından ayrı değildir. İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) verilerine göre, 2021 yılının ilk on bir ayında 144 kişi baskı ve tehdit yöntemleriyle ajanlık dayatmasına maruz bırakıldı.
On yıllardır gayri-meşru kullanılan bu kirli yöntem artık kurumlaştırılmaya çalışılıyor. Gerici-faşist rejim toplum içinde yaratmak istediği kişiliksiz, ihbarcı, ajan kültürüne kurumsal bir altyapı hazırlıyor. Böylelikle işçi ve emekçilerin yan yana gelmesinin en büyük engellerinden biri olan güvensizlik ve korku ortamı yaratılmak isteniyor. Bu baskılara karşı mücadele edilmezse eğer, zorbalığın önümüzdeki dönem daha da tırmanacağı açıktır. Bu saldırıları püskürtebilmenin yoluysa tüm bu kirli yöntemlerin parçası olmamaktan ve her alanda örgütlü mücadeleyi yükseltmekten geçmektedir.