Saray rejiminin 14 Mayıs’tan beri zindanda rehin tuttuğu TİP Hatay Milletvekili Can Atalay’ın serbest bırakılması için gerekli tüm hukuki adımlar atıldı. Sokakta ise Atalay’ın serbest bırakılması talebiyle protesto eylemleri ve basın açıklamaları yapıldı. Farklı bir sokak eylemi olarak, yaklaşık 1 ay süren bir yürüyüş yapıldı. Antakya’dan başlayan TİP Genel Başkanı Erkan Baş’ın yürüyüşü de protesto sınırları içinde kaldı.
Anayasa Mahkemesi (AYM) deyim yerindeyse ayak sürüyerek de olsa Atalay’ın serbest bırakılmamasını hak ihlali olarak karara bağladı. Normal hukuk kuralları çerçevesinde karar veren yerel mahkeme durumundaki İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Atalay’ı derhal tahliye etmesi gerekirdi. Ama öyle olmadı. 13. Ağır Ceza Mahkemesi günlerce ne yapacağını bilmeden bekledi. Sonunda Atalay’ın dosyasını Yargıtay’a gönderdi. Atalay’ı tahliye etmemesi tam bir rezaletken, dosyayı Yargıtay’a göndermesi de kağıt üstündeki hukuka aykırıdır. Bu hukuka aykırılık kokteyli, sokakta yine sadece protesto edildi.
AKP iktidarı ise artık protestolara alışık. Protesto eylemleri eğer polis saldırmazsa zifiri karanlıkta yakılan bir kibrit alevi kadar etrafını aydınlatabiliyor. Bu durum, protesto eyleminin önemini azaltmıyor elbet ancak yetersiz kaldığını de net olarak gösteriyor. TİP bu konuda tek değil, sadece çarpıcı bir son örnektir. Yazılı faşizan yasaları bile aratacak “hukuki” keyfiyet yeni değil. Hak talep eden basın metinleri, hakkı kazanana dek sürecek bir mücadelenin konusu haline getirilmedi. Protesto sınırlarında yapılan basın açıklamalarıyla sınırlı kaldı. Bir sonraki protesto eylemine dek, hak dillendirilmedi bile. Saldırıları püskürten bir eylem süreci geliştirilemediği için, tepkiler yine protesto sınırlarında kalan basın açıklamalarının ötesine geçmedi.
AKP-MHP iktidarı düzen partilerinin çapsızlığı nedeniyle düzen sınırları içinde “alternatifsiz” oluşunu hoyratça kullandı ve kullanmaya devam ediyor. Erdoğan’ın 3. kez Cumhurbaşkanı olma hakkı olmadığını herkes söyledi. Ama sadece YSK’ya birkaç başvuru oldu. Onlar da reddedildi. Hukuki garabetin çözümü de aynı hukuki garabetten beklendi! Düzen partilerinin bu beklentisi normal. Çözüm olmayacağını bilseler de kendilerine oy verenler sokağa çıkmasın diye bu komedi oyununu ihtiyaç duydukça tekrarlıyorlar.
Ancak tüm muhalefet de bu komedi oyunu sınırlarını aşıp hak almak için sokağa yönelmiyor. Can Atalay için İstanbul Adliyesi’nde protesto açıklamaları yapıldı, AYM’ye yeni bir başvuru dillendirildi, ama sokak eylemi çağrısı henüz yapılmadı.
AYM hak ihlali kararını ayak sürüyerek aldı. Buna rağmen “hukukun üstünlüğü” korundu diye övgüler dizildi AYM’ye. Bu da bir komedi. Ama bu sokaklardan kopuk bir kafanın ‘normali’ haline gelen bir komedi.
Fiili meşru mücadeleden, sokaktan koparak yeni bir hak kazanmak bir yana, var olan sınırlı hakların gasp edilmesi bile engellenemez.
Elbette hak kazanmanın tek yolu sokaklar değil, ama öncelikli yolu kesinlikle fiili-meşru mücadeledir. Hak kazanmak söz konusu olduğunda sokaklardan uzak kalınamaz. Fiili-meşru mücadeleden, sokaktan uzak durarak “hak kazanmak” söylemi kulağa hoş gelebilir ama boş bir laftır.
H. Ortakçı