Son günlerde iktidar medyası “yağma” ve “yağmacıların linç edildiği” görüntüler yayınlayıp dikkatleri buraya çekmeye çalışıyor. Oysa ki yağmacı olan saray rejimidir; günümüzü, geleceğimizi, anımızı, zamanımızı, düşümüzü, hayalimizi yağmalamıştır…
Lakin, umudumuza, direncimize, yarınlarımıza dokunamamıştır...
Depremde enkaza dönen devlettir… Depremde enkaza dönen kapitalizmdir… İkisi bir arada üzerimize çökmüştür.
Resmi rakamlara göre 10 ilde 7 bin 584 yıkık ya da acil yıkılması gereken yapı, 12 bin 617 ağır hasarlı bina tespit edildi. Çöken binalar değil devlettir, ölenler rakam değil insandır...
“Çök, kapan, tutun” şovu ile deprem tatbikatı yaptığını iddia eden iktidar “afeti” de yönetememiştir. Toprağın altında ve üstünde emekçileri ölüme onların değimi ile “kaderine” terk etmiştir.
Çünkü bu düzende işçi ve emekçiler ister enkaz altında isterse fabrikalarda olsun, sermaye için kar getirdiği kadar değerlidir. Enkaz altından kurtarılmaları ek olarak kaynak ve para demektir. AKP-MHP iktidarının deprem öncesi rant ve kar politikalarının, deprem sonrasında ise arama-kurtarma çalışmalarında ortalarda görülmeyişinin arkasında sınıfsal bir tercih var!
“Kader planı” emekçiler için devreye sokulmuş, hesap soran herkes “haysiyetsiz”, “namussuz”, “şerefsiz” ilan edilmiştir.
“Yol yaptık”, “köprü yaptık”, “konut yaptık”, taşı taş üstüne koyduk dediler, hepsi bir oldu üzerimize çöktü…
“Yağmacılık” iddiaları ile bölgede yaşayan halklar birbirine düşürülmek isteniyor. Asıl yağmacı haramilerdir. Haramilerin saltanatı sürsün diye binlerce insanın bir gece de hayatı yağmalanmıştır…
Depremde gün ışığına çıkan devletin “yokluğu” değil gerçekliğidir; devlet oradadır, hem de en iğrenç ve barbar yüzüyle!
Depremde gün ışığına çıkan, dayanışmanın çokluğudur… Dişini tırnağına takan, varını yoğunu paylaşan, tüm canlılara hayat veren dayanışma da oradadır. Kedisi, köpeği, fidanı, çiçeği, börtüsü, böceği, insanı ile yaşam da oradadır, yok oluş da.
Yaşam direnmeyi ve dayanışmayı, çürüme ve yok oluş kurulu düzeni temsil etmektedir.
İki ayrı dünya iki ayrı sınıf Maraş’ta, Antakya’da, Adıyaman’da, Urfa’da, Diyarbakır’da, Antep’te, Suriye’de, Halep’te karşı karşı karşıyadır. Sorun bizlerin hangi tarafta olduğudur.
Bilcümle herkes oradadır ve karşı karşıyadır. Dayanışma merkezlerinde, kan bağışında, para ve eşya toplamada, sesini taşımada ve büyütmede… Biz ve onlar…
Günü geldiğinde hesap sormada…
Depremde enkaz başında ailesini bekleyen kadın emekçinin “gönüllüler burada” feryadının yanı sıra söylediği şey çok nettir: “Biz üzerimize düşeni yapıyoruz!”
Karşımızdakiler, sermayedarlar, devletliler, para babaları, bankerler; onlar da üzerimize çöküyor!
Üzerine düşeni yapmayanın vereceği bir hesap var! Saray rejiminin şefi diyor ki; “deftere yazıyoruz…”.
Tarih ve mücadelenin hafızası da sizin kurduğunuz harami düzeninin suç çetelesini kayda geçiriyor, buna emin olabilirsiniz… Hem de “mahşerde” değil, yaşanan her gün emekçilerin acısına acı eklenen bu gerçek dünyada hesap sormak için…
T. Turna