Tekelci kapitalizmin/emperyalizmin yapısal sorunlarından biri, iflah olmaz yıkıcı şiddet eğilimidir. Emperyalist çağın egemen olduğu 1900 yılından bu yana yıkıcı savaşların eksik olmaması bu eğilimin dolaysız ürünüdür. 20. yüzyıla iki dünya savaşı sığdıran emperyalist kapitalizm, 21. yüzyıla da savaşlarla giriş yaptı.
ABD ile NATO üyesi suç ortakları, Afganistan’ı işgal ederek yeni bin yılın açılışını yaptılar. 2003’te Irak işgaliyle uzayan savaş zincirine Lübnan, Gürcistan, Libya, Suriye, Yemen, Ukrayna halkaları eklendi. Asya ve Afrika kıtalarında cereyan eden yerel çatışmalar da, bu uğursuz zincirin uzantıları oldu. Tüm bunlar emperyalist sistemin çarklarının savaş olmadan dönemediğini ispatlıyor. Bu olgu, insan soyunun varlığını sağlıklı bir şekilde sürdürebilmesi için kapitalizm belasından kurtulmak dışında bir seçeneğinin olmadığını gösteriyor.
***
Bu sistemin yıkıcılığı savaşlardan ibaret değil. Zira kapitalizmin başka yapısal hastalıkları da var: Kronik ekonomik krizler, servetin bir tarafta sefaletin öte tarafta birikmesi, işsizlik, gelir dağılımı bozukluğu vb... Sistemin bu yapısal hastalıklarını tedavi etmek adına yüz milyonlarca insanı açlığa mahkum eden dünyanın efendileri, kâr ve hegemonya hırsı uğruna, savaşların yanı sıra küresel ısınmayı da arttırarak, yeni felaketlere davetiye çıkarıyorlar.
Dünyada kronik açlığın vardığı korkunç boyut, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından yayınlanan son raporda somut verilerle ortaya kondu. Global açlığın 815 milyon insanı pençesine aldığını ortaya koyan rapor, bu vahim sorunun çatışma bölgeleri ile iklimden kaynaklı sorunların yaşandığı bölgelerde belirgin olduğunu vurguluyor.
***
Kronik açlığa mahkum olan insan sayısının artışına, dolar milyarderleri sayısındaki artış eşlik ediyor. Gelir dağılımındaki bozukluk, yani servet-sefalet kutuplaşmasının vardığı nokta bu kadar vahimken, düzenin efendileri yeni savaşların fitilini ateşleme histerisiyle hareket edebiliyor. Arsızca nükleer savaş tehditleri savuranlar, utanmadan demokrasiden, özgürlükten vb.nden söz ediyorlar. Bunların dillendirdiği demokrasinin anlamı emekçilerin hiçbir engelle karşılaşmadan sömürülmesi iken, özgürlükten kastettikleri ise dünyada istedikleri ülkeyi işgal edip yağmalamaktır.
Hem düzenin efendileri hem medyadaki tetikçileri utanmazlığı öyle bir noktaya vardırdılar ki emperyalist işgale “ülkelere demokrasi götürme”, cihatçı katil sürülerinin vahşetine ise “devrim” demeye başladılar. İnsan soyunun aklı ve bilinciyle alay eden bu küstah söylem, sistemdeki ahlaki çürümeyi ya da ahlaksızlığın nasıl “olağan” bir hal aldığını göstermektedir.
***
Kapitalizmin yarattığı tablo bu kadar vahimken toplanan Birleşmiş Milletler 72. Genel Kurulu’nda konuşulanlar, sorunlara tuz biber eken cinsten oldu. Ne kronik açlığa çözüm bulunması ne küresel ısınmanın durdurulması ne yıkıcı savaşlarının sonlandırılması konuşuldu. Gündeme damgasını vuran ABD’nin faşist başkanı Donald Trump’un konuşması, var olan felaketleri çok daha vahim boyutlara taşıyacak nükleer savaş tehlikesinin düşünülenden de yakın olabileceğini gösterdi.
ABD haydutluğuna boyun eğmeyen devletleri sıralayarak tehdit savuran Trump Kuzey Kore, İran, Venezuela, Küba, Suriye ile Hizbullah’ı hedef aldı. ABD başkanlarının bu küstahlığı yeni değil elbet. Ancak Trump’ın tehditlerindeki gözü dönmüşlük, emsallerini fersah fersah geride bıraktı.
“ABD’nin büyük bir gücü ve sabrı var ama kendisini ve müttefiklerini savunmaya zorlanırsa Kuzey Kore’yi yok etmekten başka çaremiz kalmaz. ABD buna hazır, istekli ve bu kabiliyeti var, ancak umarım buna gerek kalmayacak” ifadelerini kullanan Trump, bu suça ortak olması için BM’nin reforme edilmesi gerektiğini de vaaz etti. Artık emperyalist şeflerin BM kürsüsünden “bir ülkeyi yok etmeye hazır ve buna istekli” olduklarını ilan ettiği zamanlardayız.
***
Dünya işçi sınıfıyla komünistler birinci ve ikinci emperyalist paylaşım savaşlarını önlemeye muvaffak olamadılar. Ama Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı, Bolşevik Parti önderliğinde mücadele eden Rusya proletaryasının gerçekleştirdiği Ekim Devrimi’yle son buldu. İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı ise, Ekim Devrimi’ni ayakta tutma ve sosyalizmi inşa etme sürecinde şekillenen Sovyet Kızıl Ordu’sunun faşizmi ezmesiyle son buldu.
Ekim Devrimi’nin 100. yıl dönümünde, dünya jandarmalığı sarsılan ABD’nin başkanı, BM kürsüsünden insanlığı nükleer bir savaşla tehdit ederek, Kuzey Kore’yi ortadan kaldırmaya hazır olduğunu ilan ediyor. Böyle bir savaşın dünya işçi sınıfı ve emekçilerine ödeteceği faturanın önceki savaşlarınkinden kat kat ağır olacağından kimse kuşku duymuyor.
İnsan soyunun geleceğini tehdit eden nükleer silahların kullanılacağı bir emperyalist paylaşım savaşını ancak dünya işçi sınıfının kararlı mücadelesi durdurabilir. Bolşevikler önderliğinde Ekim Devrimi’ni gerçekleştiren Rusya işçi sınıfı, emperyalist saldırganlık ve savaşa karşı izlenmesi gereken mücadele hattını 100 yıl önce çizmişti. Bu mücadele hattını çağın koşullarına uyarlamak dünya işçileriyle emekçilerinin açabileceği tek çıkış yoludur. Türkiye işçi sınıfının da bu tarihsel sorumluluğun hakkını vermek için devrimci sınıf partisiyle buluşup mücadele etmesi gerekiyor.
Sistem devasa sorunlar yaratırken, kapitalistlere ve din bezirganlığı yapan iktidarlarına karşı mücadelenin kapsamı da genişlemelidir. Artık ekonomik-sosyal haklar için mücadele “liraya kuruş ekleme” sınırlarını yıkmalı savaşa, saldırganlığa ve sınıfı parçalamak isteyen gerici cereyanlara karşı net duruş sergileyen bir niteliğe kavuşturulmalıdır.