1980 darbesinin ardından hayata geçirilen neoliberal politikalar eğitim alanında ticarileşmenin önünü açan hamlelerden biriydi. 1980’li yıllardan itibaren eğitim alanı bir yandan ticarileştirilirken yıllar içerisinde hükümetlerin eğitime uyguladığı farklı politikalarla eğitimin niteliği de düşmeye başladı. Hükümet koltuğuna 2002 yılında oturan AKP de eğitimi ticarileştirme hamlelerine hız kazandırdı, eğitimin niteliğinin yıllar içerisinde düşmesinin koşullarını oluşturdu. Her yıl değişen eğitim ve sınav sistemleri eğitimi kaosa sürükledi. Kaosa sürüklenen eğitim sisteminde milyonlarca öğrenci niteliksiz ve ticari bir eğitime mecbur bırakıldı. Eğitim alanında uygulanan bu politikaların en büyük yansımaları ise öğrencileri birer yarış atına çeviren ve gelecek olarak gösterilen sınavlarda ortaya çıktı. Bu sene gerçekleştirilen Yükseköğretim Kurumlar Sınavı’ndan (YKS) yansıyan istatistikler ise eğitim sisteminin çöküşünü bir kez daha gözler önüne serdi.
ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Bayram Ali Ersoy’un ÖSYM’nin sitesinde paylaştığı verilere göre YKS’de ortaya çıkan sonuçlar şu şekilde:
“TYT’ye başvuran 3.527.443 adaydan 2.995.638'i sınava katıldı, 531.805 aday ise sınava girmedi. AYT’ye başvuran 2.573.169 adaydan 1.980.534’i sınava katıldı, 592 bin 635 aday sınava girmedi. Yabancı Dil Testi'ne başvuran 338.009 adaydan 173.003 aday sınava katıldı, 165.006 aday ise sınava girmedi. Adayların TYT sınavındaki doğru cevap sayısı ortalamaları 40 soruluk Türkçe testinde 20,021, 40 soruluk temel matematik testinde 8,218, 20 soruluk sosyal bilimler testinde 8,688 ve 20 soruluk fen bilimleri testinde 3,546 oldu. AYT sınavındaki 40 soruluk matematik testinin ortalaması 7,576, en bilimleri testinin ortalamaları, 14 soruluk fizik alt testinde 2,519; 13 soruluk kimya alt testinde 1,768 ve 13 soruluk biyoloji alt testinde 2,080 oldu. TYT sınavına girenlerden 100.510'u, AYT sınavına girenlerden 120.920'si sıfır veya eksi puan aldı.”
Sunulan istatistikler bir kez daha eğitim sisteminin geldiği duruma ayna tutmaktadır. Yıllardır tek bir kişinin ağzından çıkan sözlerle değiştirilen eğitim sistemleri çökmüştür. Pandemi ve son yaşanan deprem sürecinde ilk vazgeçilenin eğitim olması, eğitime zerre kadar önem verilmediğinin de göstergesidir. Ayrıca, bilimsellikten uzak, dinci-gerici ideoloji yaymak adına oluşturulan müfredatlar ve politikalar da eğitimdeki niteliğin düşmesinin ve eğitim sisteminin çöküşe sürüklenmesinin en büyük nedenidir. Pandemide gerekli önlemleri alıp milyonlarca öğrencinin eğitime ulaşabilmesi için para harcamayanlar; deprem, sel, salgın gibi olaylarda ilk eğitimden vazgeçenler eğitim sisteminin çöküşe sürüklenmesinin de baş sorumlusudur.
Elemeci, ezberci, ticari ve niteliksiz eğitimi milyonlarca öğrenciye reva olarak görüyorlar. Eşitsiz koşullarda hazırlanılan sınavlarda öğrencileri yarış atına çeviriyorlar. Eşitsiz koşullarda girilen sınavların en güncel örneğini ise deprem bölgesi oluşturuyor. Zira, depremden etkilenen öğrenciler için devletin hiçbir çaba harcamaması da sınav sürecinin eşitsiz koşullarda geçmesine neden oldu.
Eğitimde “çığır açtıklarını”, her yere üniversite açtıkları için öğrencilerin üniversiteye girebildiğini iddia eden iktidar yetkilileri büyük bir aymazlık örneği sergilemektedir. Hem sınavların sonrasında ortaya çıkan istatistikler, hem de milyonlarca öğrencinin nitelikli bir eğitim alamaması eğitim sisteminin ne kadar kötü bir duruma geldiğini göstermektedir.
Eğitim sistemindeki bu çöküşe son verilebilmesi, parasız ve nitelikli eğitim hakkının kazanılabilmesi için toplumun emekçi kesimlerine önemli sorumluluklar düşüyor. Bu sorumlulukların başında öğrencilerin, velilerin, işçi ve emekçilerin omuz omuza vererek örgütlü mücadeleyi yükseltmesi yer alıyor.
K. Sönmez