Emperyalistlerle bölgedeki işbirlikçilerinin fitilini ateşlediği savaşların yarattığı yıkımlar, Filistin davasının son yıllarda gölgede bırakılmasına zemin hazırladı. Oysa ne siyonist İsrail rejiminin fütursuz saldırıları son buldu ne de Filistin halkı militan direnişten vazgeçti. İsrail’in toprak işgali ve cinayetleri aralıksız sürerken direniş de Gazze’de, Batı Şeria’da, Kudüs’te farklı yöntemlerle devam ediyor.
Uzlaşmacılığın utanç verici çöküşü
Filistin halkı ile işgalci İsrail arasındaki çatışmada net bir tutum almaktan imtina eden Batı Şeria’daki Mahmud Abbas yönetimi, teslimiyeti alçaltıcı bir noktaya vardırdı. Emperyalist/siyonist güçlerle pazarlık yaparak çözüme ulaşabileceği vehmine kapılan bu yönetim, Filistinli devrimcileri katleden siyonist rejimle suç ortaklığı yapabilecek noktaya kadar düştü.
İradesiz Abbas yönetiminin İsrail’le suç ortaklığı yeni değil. ABD’den barış bekleyen bu yönetim, yıllardan beri Filistinli devrimcileri tutukluyor. Bu alçaltıcı icraatla yetinmeyen Abbas yönetimi, direnişte öne çıkan liderlerin siyonist rejim tarafından katledilmesine de çanak tutuyor. Bu suç ortaklığının son örneği, İsrail işgal güçlerinin FHKC’nin gençlik liderlerinden Basil el-A’rac’ın Ramallah’ta katledilmesi oldu.
Bu suç ortaklığı, uzlaşmacı Abbas yönetiminin utanç verici bir çöküşün eşiğinde olduğunu gözler önüne serdi. Emperyalistlerden Filistin halkına yarar gelmeyeceği, siyonist İsrail’in uzlaşmaya değil yayılmacılığa dayalı bir politika izlediği yüzlerce kez kanıtlanmışken, teslimiyetçi çizgide ısrar eden Abbas yönetimi, gelinen yerde Filistin halkının cellatları elinde bir oyuncağa dönüşmüş bulunuyor.
Yönetim teslimiyetçi, halk direnişten yana
Ramallah’ın tanınmış devrimci şahsiyetlerinden biri olan El-A’rac cinayetiyle suç ortaklığı yapan Abbas yönetimi, kitlesel gösterilerle protesto edildi. Batı Şeria kentlerinde yapılan gösterilerde Abbas’ın istifası talep edildi. Hamas ile Abbas yönetiminin yarattığı bölünmeye son verilmesini de isteyen göstericiler, teslimiyete karşı çıkarak direniş şiarlarını yükselttiler.
Abbas yönetimi direnişe karşı çıkıp uzlaşmada ısrar ederken, Filistin halkının ezici çoğunluğu direnişten başka seçenek bulunmadığının farkındadır. Zira 70 yıldan beri ırkçı-siyonist rejimin yıkım ve katliamlarına maruz kalan bu halk, düşmanını çok iyi tanıyor. Bundan dolayı Abbas yönetiminin teslimiyetçi çizgisine itibar etmeyen Filistin halkı, silahlı veya silahsız her türlü direnişi, işgalden kurtulmanın olmazsa olmaz koşulu kabul ediyor. Devrimci gençlik liderlerinden El-A’rac’ın katledilmesine karşı yapılan protesto gösterilerinde kitlelerin dışa vuran militan öfkesi, işgal devam ettiği sürece bu halkın direnişten vazgeçmeyeceğini bir kez daha ispatlamıştır.
“Şer üçlüsü” direnişi kırmak için çabalıyor
Filistin direnişi sadece İsrail’i değil ABD emperyalizmi ile bölgedeki işbirlikçilerini de rahatsız ediyor. Başta “şer üçlüsü” (AKP iktidarı, Suudi Arabistan, Katar) olmak üzere ABD işbirlikçisi bütün rejimler, Filistin halkının direniş iradesini kırmak için kirli oyunlar çeviriyorlar.
Cihatçı barbarları halkların üstüne salan ABD ile “şer üçlüsü”, Suriye’ye savaş ilan ettikleri günden beri Filistin davasını unutturmak için çalışıyorlar. “Esas düşman İran, İsrail müttefikimiz” propagandası yapan bu koalisyon tehditten rüşvete, şantajdan yalan vaatlere, mezhep ayrımcılığından savaş kışkırtıcılığına kadar pek çok araç, yol ve yöntem kullanıyor. Emperyalist/siyonist güçlere verdikleri hizmeti mezhep savaşı kılıfına uydurmaya çalışan bu rejimler, direnişin en büyük düşmanlarıdır aynı zamanda.
AKP iktidarı İsrail nezdinde prestij kazanmak için Hamas’ı siyonistlerle işbirliği yapmaya zorlarken, körfez şeyhleri ise siyonist şeflerle birlikte poz vermekten çekinmiyorlar. “Sünni eksen” kurmaya çalışan Amerikancı rejimler, siyonist İsrail’i de bu eksene katıyorlar. Bu ise “Sünni eksen” değil, olsa olsa “Siyonist-Sünni eksen” olabilir. Esas düşmanın İran olduğu ilan edilse de, öncelikli hedefin Ortadoğu’daki ABD/İsrail karşıtı direniş damarını kurutmak olduğu biliniyor.
Direniş eğilimi güçleniyor
Suriye’ye savaş ilan etmelerinin temel nedenlerinden biri, Esad yönetiminin Filistin ve Lübnan direniş hareketlerine destek vermesidir. Nitekim geçen yıllarda Suriye savaşıyla ilgili konuşan İsrail Başbakanı da, “Esad, İsrail’le barış yapmamanın bedelini ödüyor” demişti.
Suriye’de dinci-mezhepçi bir rejim kurabilselerdi hem Lübnan hem Filistin direnişi için işler çok daha zor olacaktı. Zira o durumda hem direniş hareketlerine verilen destek kesilecek hem cihatçı çetelerin dolaysız saldırılarına maruz kalacaklardı. Oysa Suriye’yi yakıp yıksalar da direniş hareketlerini zayıflatmayı başaramadılar. Tersine direniş eğilimi altı yıl öncesine göre çok daha güçlü hale geldi.
Direniş hareketlerinin güçlendiği hem İsrail hem ABD tarafından da itiraf ediliyor. Siyonist rejimin artık direniş hareketlerini yenemeyeceği, dolayısıyla süreci savaş ilan etmeden idare etmek gerektiği emperyalist/siyonist şefler tarafından dile getiriliyor. Belirtelim ki, “Siyonist-Sünni eksen” oluşturma çabalarının bir nedeni de, direnişi kırma rolünü İsrail’den alıp “Sünni-Müslüman” rejimlere devretmektir.
Emperyalist/siyonist güçlerle “şer üçlüsü” halen Suriye, Irak, Yemen ve Libya’da devam eden savaşların esas sorumlularıdır. Bu savaşları uzatmak için ellerinden geleni yaparken, yeni cephelerin açılmasını da kışkırtabilirler. Halen Ortadoğu halklarının başındaki en büyük musibet bu rejimlerin icraatlarıdır. Ancak buna rağmen ne kadar çırpınırlarsa çırpınsınlar direniş hareketlerini tasfiye etme, halkların direnme kararlılığını kırma gücüden yoksunlar. Emperyalist/siyonist saldırganlıkla “şer üçlüsü” himayesindeki cihatçı barbarlar var olduğu sürece direniş de olacaktır. Bu gericilik odaklarını yenilgiye uğratıp, halkların kardeşçe yaşayabileceği bir Ortadoğu yaratmanın direniş ve mücadeleden başka bir yolu da yoktur.