Bazı küçük istisnalar dışında, İsrail siyaset sahnesine ‘sol’ görünümlüsünden dinci-faşistine kadar uzanan Siyonist ideolojinin farklı tonları egemendir. Bu güçler ırkçı rejimin devamı, Filistin topraklarının işgali, Filistin kentlerinin bombalanması, Suriye’yi hedef alan saldırılar gibi konularda mutabıklar. Ancak iç politika alanında bir uyumdan söz etmek mümkün değil. Aralarındaki ayrımlar ise giderek derinleşiyor. Aylardan beri aşılamayan siyasal kriz, İsrail savaş aygıtını kapsayacak şekilde genişliyor.
‘Kriminal Netanyahu’ya mahkum bir sistem
İsrail siyaset sahnesi uzun süreden beri kriz içinde. Bundan dolayı son yıllarda defalarca seçim yapıldı. Buna rağmen sistem kriminal Binyamin Netanyahu’ya bir alternatif çıkaramadı. İşbaşındaki dinci-faşist hükümetten önce kurulan koalisyon uzun ömürlü olamadı. Koalisyonda 48 Filistinlilerini temsil eden parti yer almasına rağmen, İsrail’in ırkçı-saldırgan politikalarında bir değişiklik olmadı. Koalisyon dağıldı ve kriminal Netanyahu yine işbaşına geldi.
Görüldü ki, İsrail’deki sistem Netanyahu’ya bir alternatif üretmekte zorlanıyor. Zira Siyonist ideolojinin zehri on yıllar boyunca öyle koyulaştı ki, dinci-faşist partiler İsrail tarihinde ilk defa kritik bakanlıkları ele geçirdi. O partilerle ittifak yapan Netanyahu hem kendi paçasını kurtarmak hem ortaklarını memnun etmek için yargı sistemini değiştirmeye girişince, Siyonist rejimin krizi tam bir açmaza girdi. Zira bu dinci-faşist hükümet Filistinliler bir yana, laik/seküler Siyonistleri de korkutmaya başladı. Sistem Netanyahu’ya alternatif yaratamazken, Netanyahu hükümeti sistemin krizini derinleştiren politikalarda ısrar ediyor. Buna karşı gelişen tepkiler ise aylardır dinmediği gibi, farklı boyutlar kazanarak devam ediyor.
Gösterilerde 28. hafta geride kaldı
Netanyahu’nun “yargı reformu” adını verdiği plan laik, seküler, liberal Siyonistleri harekete geçirdi. Bu harekete toplumun belli bir kesimi kararlı bir şekilde destek veriyor. Hükümetin hedefleri açık olduğu için kitle gösterileri, -Netanyahu’nun çevirdiği kimi oyunlara rağmen- aylardan beri devam ediyor.
28. haftada gerçekleştirilen eylemler sırasında otoyollar bloke edilerek, temel geçiş noktalarında trafik engellendi. Netanyahu’nun daha önce yasayı erteleme yönünde yaptığı açıklamaların bir oyun olduğunu fark eden göstericiler, taleplerini net bir şekilde dile getiriyorlar: “Yargı reformu” tamamen geri çekilmelidir. Eylemlerin bu kadar uzun soluklu olmasında, Netanyahu’nun ortağı olan dinci-faşist partilerin egemenliğinin devam etme olasılığından duyulan korkunun da etkisi var.
Kitle gösterileri dinci-faşist hükümete geri adım attırmaya yetmedi. Zira Netanyahu ısrarla planını geri çekmeyi reddediyor. Bu ısrarda, kendisinin hapse girme ihtimalinin yüksek olmasının yanı sıra, ortaklarının pervasızlığının da etkisi var. ABD başta olmak üzere Batılı emperyalistlerin uyarılarına rağmen hükümet tutumunu değiştirmedi. Olay öyle bir noktaya geldi ki, emperyalistlerin “Orta Doğu’daki tek demokratik yönetim” diye pazarladıkları ırkçı-Siyonist rejimin tüm foyası ortaya çıkıyor. Filistinlilere karşı “Apartheid” Yahudilere karşı “demokratik” kabul edilen rejimin sonu gelmiş görünüyor. Netanyahu hükümeti, Filistinlilere karşı “koyu Apartheid”, Yahudilere karşı “diktatörlük” niteliğinde bir rejim inşa etme çalışmalarını sürdürüyor.
Göründüğü kadarıyla, İsrail’deki yarılma devlet aygıtına sıçramadığı sürece Netanyahu geri adım atmaya yanaşmayacak. Nitekim hükümet, “yargı reformu” kapsamında Yüksek Mahkeme'nin hükümet üzerindeki denetimini kaldıracak yasa tasarısının 2. ve 3. oylama için 24 Temmuz'da Meclise getirileceğini açıkladı. Buna tepki gösteren binlerce kişi 18 Temmuz'da Tel Aviv'den Batı Kudüs'e yaklaşık 60 kilometrelik yürüyüş başlattı. Buna rağmen Netanyahu aynı telden çalmaya devam ediyor.
İşgalci İsrail ordusunda çatlak…
İsrail’de tepeden tırnağa militarist bir rejim var. Bunun belkemiğini ise İsrail ordusu oluşturuyor. Kadın-erkek İsrailler belli bir yaşa kadar asker sayılırlar. Sadece köktendinci Yahudiler bundan muaf tutulur. Aktif askerlik süresi bittikten sonra “ihtiyat” askeri olarak kalır, çağrıldıkları zaman orduya katılırlar. Belli nitelikteki askerler, -örneğin havacılar- ihtiyatta olsalar da ordu için önemli misyonları yerine getirmeye devam ederler. Bundan dolayı İsrail’deki sistemi bir tür “ordu devleti” diye tanımlamak mümkündür.
Son dönemde İsrail ordusunda da göstericilere destek verenlerin sayısında belirgin bir artış görülmeye başladı. Bunda havacı ve tabip askerlerin başı çektiği belirtiliyor. Al Mayedeen kanalının İsrail medyasından aktardığı haberler, askerlerin Netanyahu karşıtı bir tutum alarak göreve gitmeyi reddetmelerinin Siyonist rejimde ciddi kaygılar yarattığına işaret ediyor.
İsrail medyasının temel gündemi haline gelen askerlerin protestosu üzerine Genelkurmaya Başkan, Hava Kuvvetleri Komutanı ve militarist aygıtın diğer şefleri, askerlere görevlerinin başına geçme çağrıları yapmaya başladı. Ancak protestoya katılan askerlerin sayısındaki artış, bu çağrıların pek etkili olmadığını gösteriyor.
“Yargı reformu” geri çekilmezse görev yapmayacağını açıklayan askerler arasında, -bazıları general rütbesinde- yüzlerce havacının olduğu belirtiliyor. Bu sayının giderek arttığı ve bini aşacağı yönünde tahminler yapılıyor. Bazı Hava Kuvvetleri pilotları ile diğer hava mürettebatı Netanyahu'yu "İsrail'i diktatörlüğe götürmekle" suçlayarak hizmet vermeyeceklerini açıklarken, ordunun operasyon merkezinde görev alan dört generalin de aynı tutumu benimsediği belirtildi.
İsrail medyasının haberlerine göre orduda yedek doktor görevi yapan bin 500 kişinin 300'ü de hizmet vermeyi reddediyor. Bu ise tüm doktor yedeklerin %20’sine tekabül ediyor.
İşgalci orduda başlayan yarılma, rejimin farklı kademelerinde yer alan kişiler tarafından kaygıyla izleniyor. Son gelişmelerle ilgili yorumlarda “ordunun savaşa hazır olma durumunun zayıfladığı, İsrail'in güvenliğinin zarar gördüğü ve caydırıcı etkisinin azaldığı, ordu için yıkıcı etkisi olabileceği” ifade ediliyor. “Yıkıma doğru tehlikeli bir yoldayız” sözleriyle kaygılarını dile getiren İsrail’in önde gelen muhalefet şeflerinden Benny Gantz ise, Netanyahu’ya ve hükümetini, “iç savaş riskini önlemek için” ortak bir plan üzerinde anlaşma yapmaya çağırdı. Geçmişte İsrail militarist aygıtında üst düzey görevlerde bulunun bazı isimler ise, Netanyahu’nun “yargı darbesi” yapmaktan vaz geçmesi gerektiğini ifade ediyor…
Çıkışı olmayan bir rejim…
Kaygı ve eleştirilerin dile getirilmesinde kimi ifadelerin abartılı olduğu düşünülebilir. Ancak İsrail gibi işgalci bir rejim için militarist aygıtın çok özel bir yeri olduğu dikkate alındığında, orduda boyutta bir yarılmanın ciddi tedirginlikler yaratması kaçınılmazdır.
ABD başta olmak üzere batılı emperyalistlerin mali, askeri, diplomatik, propaganda ve diğer alanlarda sağladıkları sınırsız desteğe rağmen, Siyonist rejim tarihinin en derin krizine saplanmış görünüyor. Netanyahu iç krizini daha çok saldırı daha çok katliam yaparak aşabileceğini sanıyor. Oysa bunun da pek işe yaramadığı görüldü. Tam da vahşi saldırganlık rejimi bu bataklığın içine itmişken, daha da azgınlaşarak rejimin krizinin aşılması artık mümkün görünmüyor. İşgale karşı gelişen direniş yeni mevziler kazanırken, İsrail hiç olmadığı kadar derinleşmiş bir iç krizin içinde adeta debeleniyor. Bu tablo Filistinlilere cehennemi yaşatan bu rejimin, artık Yahudiler için de çekilmez bir hale geldiğini gösteriyor. Sorun şu ki, ne Netanyahu ile dinci-faşist ortakları ne karşıtları bu gerçeği halen idrak etmiş görünmüyor.