Savaş, medya tekelleri ve propaganda

Yağma ve talanı amaçlayan gayrı meşru emperyalist-gerici savaşlar, toplumların %1’ni oluşturan egemen sınıfların ekonomik-siyasal çıkarları için yapılıyor…

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 01 Aralık 2023
  • 19:00

“Savaş, politikanın şiddet araçlarıyla yürütülmesidir” denmiştir. Savaş, arkasında yıkımlar, enkazlar ve insan cesetleri bırakırken bu vahşet tablosunu emekçi sınıflara kabul ettirmenin yolu, öncelikle gerçeklerin ters-yüz edilerek yalanların gerçek gibi algılatılmasından geçiyor. Bu konuda tarihsel deneyimleri olan sermaye sınıfı, artık “yıkım/ölüm savaşını” başlatmadan “medya savaşını” başlatıyor. İnsanlardan önce gerçekleri öldürmek için harekete geçiyorlar. Bu olgu yeni olmamakla birlikte iletişim imkanlarının ulaştığı düzey propaganda savaşlarının önemini hiç olmadığı kadar arttırmıştır.

Yağma ve talanı amaçlayan gayrı meşru emperyalist-gerici savaşlar, toplumların %1’ni oluşturan egemen sınıfların ekonomik-siyasal çıkarları için yapılıyor. Buna rağmen “anavatandan uzak diyarlarda sürdürülen yağma savaşları” propaganda aygıtları tarafından “ulusal çıkarlar/milli güvenlik” söylemleriyle pazarlanır. Bununla emekçilerin savaşa destek vermesi ya da sessiz kalması sağlanmak istenir. Çünkü yağma/talan savaşlarında kullanılan askerler emekçi yoksul sınıfların üyelerinden tedarik ediliyor. Sermaye ve onun hizmetindeki iktidar hem savaşı sürdürmenin hem cephe gerisindeki protesto ve olası toplumsal patlamaları önlemenin medya araçlarıyla sürdüreceği manipülatif propagandanın başarısına bağlı olduğunu biliyor. Bundan dolayı ilk açılan ve son kapanan “propaganda cephesi” oluyor.

*** 

Amerikalı siyaset bilimci Harold Lasswell, Dünya Savaşı’nda Propaganda Teknikleri adlı kitabında, “Her savaş tehditkâr, cani bir saldırgana karşı bir savunma harbi verildiği şeklinde algılanmalıdır. Halkın kimden nefret edeceği konusunda hiçbir belirsizliğe yer olmamalıdır” diyor.

2003’teki Irak işgali öncesinde ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, “Saddam biyolojik silahlara sahip. Gezici laboratuvarları var. 45 dakika içinde biyolojik silahları kullanma gücüne sahip. Bütün bölge ülkeleri tehlikede...” dediğinde bölgeyi cehenneme çevirmeyi amaçlayan savaş için büyük yalanlara dayalı meşru bir gerekçe arıyordu. Irak yakılıp yıkıldı, yağmalandı, bir milyondan fazla insan katledildi, Saddam Hüseyin idam edildi. Tüm bunlarda sonra Powell yalan söylediğini itiraf etti. Ama “atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmişti”.

1991 yılı başında dünya televizyonlarında yayınlanan 23 saniyelik bir görüntüde Deniz ve kıyısındaki kayalık zifiri petrolle kaplıydı. Bir karabatak her yanı petrole bulanmış, nefes alamıyor. Tek merkezden düğmeye basılarak Dünya televizyonlarında karabatak'ın az sonra öleceği ''haberi'' Dünya'ya duyuruluyordu. “Yufka yürekli” batı emperyalist bloku “Karabatak'ın dramı” üzerinden propagandaya başladı: “Kuveyt’i işgal ederek Basra Körfezi'ni petrole bulayan Saddam Hüseyin, bütün petrol kuyularını ateşe verip ham petrolü Basra'ya dökecek. Eğer Saddam durdurulmazsa çevre felaketleri daha da artacak.”

Batı emperyalist blokunun savaş makinesi NATO ayağa kalktı, BM'de toplantılar birbirini kovaladı “evrenin kurtarılması” için Saddam durdurulmalıydı. Yıllar sonra anlaşıldı ki o görüntüler Basra'da değil, 1984’te Fransa açıklarında çekilmişti. O petrol Panama bandıralı bir tankerden sızmıştı. “Karabatağın dramına gözyaşı dökenler”, yüzbinlerce Iraklı katledilirken işgal ordularına methiyeler diziyordu.

Irak işgalinin ardından Libya, Suriye, Yemen gibi ülkelere sıra gelmişti. Yalan makinesinin “propaganda taarruzu” savaş ve işgalle tamamlanıyordu. Libya’ya savaş aygıtı NATO, Suriye’ye dünyanın dört bir yanından devşirilen cihatçı katiller, Yemen’e ABD-İsrail destekli Körfez şeyhleri saldırtıldı. Yalan makinesine bakılırsa emperyalistler, bu ülkelerde “halkın gerçekleştirmek istediği devrime destek olmak” için harekete geçmişlerdi. Yaptıkları şey ise ülkeleri yakıp yıkmak halkları katletmek ya da sürgün etmek oldu.

Savaş çığırtkanı medya tekellerini bugünlerde siyonistlerin Gazze’de gerçekleştirdiği soykırıma kılıf uydururken görüyoruz. Binlerce çocuk katleden İsrail, terörist saldırılara karşı “kendini savunma hakkını” kullanıyordu.

***

Batı emperyalist bloku İsrail siyonizminin bölgede etki alanını genişleterek kök salması için gerekli koşulları hazırlıyordu. ABD imalatı Abraham anlaşmalarıyla siyonizmin kazanımları bölge devletlerine dikte edilerek İsrail’in etki alanı genişletilecek, Filistin sorunu artık bir kriminal, terör sorunu olarak damgalanıp bir kenara atılabilecekti…

7 Ekim’de Filistinli direnişçilerin başlattığı Aksa Tufanı hareketi ABD’nin Abraham senaryosunu paramparça etti. Histeriye kapılan batı emperyalist bloku “medya tekelleri ordusunu” seferber edip 7 Ekim eylemini ve Filistin halkının direnişini “terör” ile damgalamaya çalıştı. Savaş borazanı medya grupları tek merkezden, önceden belirlenmiş amaçlara uygun şekilde imal edilmiş “haberler” servis etmeye başladı. Hem İsrail ordusunun hezimetini örtmeye hem “Hamas” söylemi ile Filistin halkının direnişini IŞİD ile aynı kefeye koyan iğrenç bir seferberlik başlattılar. Bu kapsamda İsrail’in Gazze’de yaptığı soykırım “kendini savunma savaşı” diye halklara yutturulmaya çalışıldı.

Siyonist Netanyahu hükümetinin Hastaneleri, sağlık merkezlerini, ambulansları, okullara, fırınları, kuyuları, mülteci kamplarını, çocuk yuvalarını, sivil halkın yaşadığı evleri F16 savaş uçaklarıyla bombalaması, her gün savaş suçları işlemesi, medya tekelleri için “haber değeri” taşımıyordu. Yine de işgalci İsrail ordusunun bir taburu gibi görev yapan medyanın yalanları, soykırım karşıtı bir hareketin gelişmesine engel olamadı. Bu aynı medya Londra’da, Paris’te, Washington’da yüzbinlerin sokaklara çıkıp emperyalist/siyonist barbarlığı protesto ettiklerinde de “üç maymunu” oynadı. Olan biteni, soykırım suçlarıyla dolu sömürgeci savaşı utanmazca İsrail-Hamas savaşı olarak yansıtıp Filistin halkının direnişini yok saydılar. İsrail’de Binyamin Netanyahu'ya verilen desteğin Gazze’ye saldırmasından sonra keskin bir düşüş gösterdiği gerçeği ve savaş karşıtı çıkışlar yok sayıldı. Filistinli direnişçiler tarafından esir alınan yakınlarının akıbetinden endişe edenlerin Netanyahu'yu protesto yürüyüşünün Kudüs'e ulaşması da batı medyası için haber değeri taşımıyordu.

 İsrail’de yapılan son ankete göre Netanyahu'nun partisi Likud ve onun koalisyon ortağı olan dinci-faşist partilerin 120 sandalyeli Knesset'te sahip oldukları 64 sandalyenin 45'e düşeceğini gösteriyor. Bunlar da o medya için haber değeri taşımıyor. Batı emperyalist blokunun dışında bir başka yerde bu durum ortaya çıksaydı “majestelerinin medyası” şüphesiz bunu manşetten günde beş vakit duyururdu.

“Özgür Batı”da “özgür basın” ne kadar özgür?

Gazze saldırısının ilk günlerinde batı emperyalist bloku emrindeki medyayı bölgeden gelen haberlerin nasıl verileceğine dair “sözcükler manzumesi” oluşturarak muhabirlere/ yazarlara/ spikerlere ayar verdiler. Medya grupları üzerinden bölgeden haber ve görüntü geçen muhabirlerden görüntülü ve sözlü haberlerini buna göre şekillendirmeleri istendi. Bunun çarpıcı bir örneğini Alman devlet televizyonu ARD sergiledi. Ekim ayı sonunda Nachdenkseiten, 18.10.2023 tarihli “Orta Doğu'daki çatışmalarla ilgili dahili kullanım için raporlama sözlüğü” belgesini yayınladı. ARD, bünyesindeki editörlere “Orta Doğu'daki çatışmalar hakkında tam olarak ne söyleyip ne söylemeyeceklerine, bunu nasıl söyleyeceklerine” dair 44 sayfadan oluşan bir “sözcükler manzumesi” hazırladı.

Avrupa’da “özgür basın”ın “güzide temsilcisi” Alman medyası, ARD'nin talimatını mesleki etik açısından bile eleştirmedi. Oysa bu talimat, gerçek anlamda gazeteciliğin ölüm fermanıdır. Bu talimatın Almanya’da sadece bazı kişisel bloglarda tartışma konusu edilmesi, “merkez medya” denen aygıtın, diğer herşey bir yana mesleki etik bakımından bile tam bir çöküş ve iflas içinde olduğunu gözler önüne serdi.

Handelsblatt gazetesinin muhabiri Norbert Häring 28 Ekim'de kişisel blogunda şunları yazdı:

"Ulusal günlük gazetelerde 25 yıllık gazetecilik hayatımda böyle bir dil yönetmeliğine hiç rastlamadım..."

“Para ve daha fazlası” başlıklı makalesinde Häring, “Sadece kelimelerin ve deyimlerin yazımına ilişkin sözlükler vardır. Görünüşe göre ARD editörlerinin yüksek maaşları, gazetecilik onurlarını vestiyerde bırakmaları gerektiği gerçeğini telafi etmeyi de içeriyor” diyor.

25 yıllık gazeteci Häring'in “Para ve daha fazlası” başlıklı 28 Ekim tarihli makalesinde şu çarpıcı öneriyi yapıyor: “ARD’de çalışan (ve onlar gibi) gazetecilerin İsrail ordusunun halkla ilişkiler çizgisini temsil etmeleri gerekmektedir.”

Häring’in makalesi, “Özgürlükler, insan hakları, ifade özgürlüğü, demokrasi” gibi söylemleri tekrarlamaya pek meraklı olan batılı emperyalistlerin “hür medyası”nın nasıl bir sefalet içinde olduğunu ve suç sicilini daha yakından görmemize imkan sağlıyor.

Häring’in batı medyasını iyi bilen ve 25 yıldır Handelsblat gibi burjuva medyasında gazetecilik yapan biri olması, makalenin önemini ayrıca artıyor. Makalede kısaca şu tespitlere yer veriliyor:

''ARD, çalışanlarına gerçeklere dayalı bilgi sağlayan gazeteciler değil, bir propaganda kuruluşunun halkla ilişkiler elemanları olduklarını söylüyor.

Kim neye saldırıyor? Buna karşılık İsrail ordusu Gazze Şeridi'ne saldırılar düzenliyor. Geçmişte hedefler hep Hamas'ın askeri tesisleri olmuştur. Hamas'ın canlı kalkan olarak kullandığı çok sayıda sivil de bu süreçte hayatını kaybediyor. (Hamas’ın sivilleri canlı kalkan olarak kullandığı iddialarına dair hiçbir kanıt gösterilemedi) Yine de bunların genellikle askeri hedeflere yönelik saldırılar olduğunu her zaman açıkça belirtmeliyiz.

ARD gazetecilerinin İsrail ordusunun halkla ilişkiler çizgisini temsil etmeleri gerekmektedir. Hedefin askeri olduğunu ve kaçınılmaz sivil kayıplardan Hamas'ın sorumlu olduğunu, çünkü onları kalkan olarak kullandığını ilan etmeleri gerekiyor. Durum çoğu zaman böyle olabilir, ancak bunu gelecekteki olaylarla ilgili raporlar için genel bir kural olarak kullanmanın, kanıtlara veya ikinci dereceden kanıtlara bakılmamasının gazetecilikle hiçbir ilgisi yoktur.

Görüntülerin manipüle edilme ihtimaline ilişkin tüm dikkatimle, Gazze'nin molozlarla kaplı mahallelerinde gördüklerimizden her zaman ve her yerde askeri hedeflere yönelik saldırılar olduğu izlenimini edinmiyorum.

Bir ARD yayıncısı olarak Hamas hakkında da tarafsız haber yapamazsınız. Her zaman onların kötü adamlar olduğu gerçeğini eklemek zorundasınız. En iyisi onlara terörist demek ve pek çok ülkenin onları terör örgüt olarak sınıflandırdığına dikkat çekmek. Bunların neredeyse tamamının NATO ülkeleri ve NATO müttefikleri olduğu gerçeğinden ise bahsedilmiyor..."

"Tagesschau "Hamas savaşçıları" terimini kullanmaktan kaçınıyor ve teröristlerden bahsediyor. Eşanlamlıları arasında "militan İslamcılar", "militan Filistinliler", "terörist milisler" ya da benzerleri yer alıyor."

Küçük bir alıntı: İngilizce Wikipedia'da "Terörist örgüt olarak sınıflandırma" başlığı altında (hala) oldukça dengeli bir açıklama var, ancak arka planda bir tartışma yaşanıyor. Çin, Rusya ve çoğu İslam ülkesi de dahil olmak üzere Hamas'ı sadece askeri koluyla terör örgütü olarak sınıflandıran ya da hiç sınıflandırmayan çok sayıda ve önemli ülkeden bahsediliyor. Almanca Wikipedia'da bu durum Tagesschau/NATO çizgisine uygun olarak “düzeltilmiştir.”

Ulusal günlük gazetelerde 25 yıllık gazetecilik hayatımda böyle bir dil düzenlemesine hiç bir şekilde rastlamadım. Sadece sözcüklerin ve ifadelerin yazımına ilişkin sözlükler vardı. Eğer bir genel yayın yönetmeni böyle bir şeye kalkışsaydı, yazı işlerinde kıyamet kopardı. Görünüşe göre ARD editörlerinin yüksek maaşları, gazetecilik onurlarını vestiyerde teslim etmek zorunda kalmalarının tazminatını da içeriyor.

Orta Doğu için dil kurallarını geliştiren "AG Sprache"nin, diğer konularda da editörlerine kamu hizmeti yazım desteği sağlamadığı, ancak onlara, elbette devletten tamamen uzak, merkezi olarak belirlenmiş bir değerlendirmeyi aktarmaları gereken dil kuralları verdiği varsayılabilir.''*

Junge Welt gazetesinden Kristian Stemmler de konuya dair şunları yazdı:

''ARD, İsrail'i eleştirmekten ve son gerginliğin tarihiyle ilgili sorulardan kaçınmak için Orta Doğu çatışmasıyla ilgili dil kuralları belirliyor. Bu, gazeteciliğin iflasının ilanıdır.''

***

İsrail silahlı kuvvetleri hava bombardımanları ve diğer savaş eylemleriyle 5 binden fazlası çocuk, 3. 500’e yakını kadın olmak üzere 13 binden fazla insanı öldürdü. Bloomberg haber sitesi, savaşın günlük maliyetinin İsrail’e yaklaşık 260 milyon dolar olduğunu belirtti. Her gün 260 milyon doları mazlum Filistin halkının üzerine bomba olarak yağdırarak savaş suçları işleyen İsrail’i batı emperyalist bloku finanse ediyor. ABD, İngiltere, Almanya, Fransa başta olmak üzere bu devletler siyonistlere silah ve mühimmat da taşıyor.

Emperyalist devletlerin topyekûn desteği ve burjuva medyanın yalan yanlış, manipülatif haberlerine rağmen batıda kirli savaşa karşı halklar ayaktalar. Sokaklara çıkan yüzbinler soykırıma derhal son verilmesini talep ediyor. Liman ve havaalanı işçileri silah sevkiyatını reddederken emekçiler, gençler ve kadınlar barbarlığa karşı itirazlarını yükseltiyorlar.

*https://norberthaering.de/news/ard-glossar/