İsrail savaş aygıtı Temmuz 2006’da Lübnan’a saldırdığında dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice kameraların karşısına çıkıp şu sözleri söylemişti: “Şu anda yeni bir Ortadoğu’nun doğuşunu izlemektesiniz.”
Bu sözler, Siyonist rejimin Washington’un isteği ve onayı ile savaşı başlattığının ilanıydı aynı zamanda. İşgalci İsrail ordusu büyük oranda sivil hedefleri vuran yoğun hava bombardımanıyla saldırıyı başlatmış, Güney Lübnan kıyılarına yaklaşan savaş gemileri de bombardımana katılmıştı. Günler süren bombardımanın ardından tanklarla karadan saldırıya geçen Siyonist ordu, beklemediği bir direnişle karşılaşmış, ezici çoğunluğu asker olan 160 İsrailli hayatını kaybetmiş, 33 gün süren çatışmaların ardından hezimete uğrayarak geri çekilmek zorunda kalmıştı.
İsrail, Lübnan’ın bir bölümünü yakıp-yıktı, ezici çoğunluğu sivillerden oluşan bin 200’ü aşkın Lübnanlıyı öldürdü. Ancak bu ölçüsüz vahşet, hezimete uğramasını engelleyemedi. İsrail ordusunun “yenilmez güç” olduğu efsanesi yerle-yeksan oldu. Sonuçta Rice’nin umduğundan farklı bir Ortadoğu şekillenmeye başladı. Çünkü İsrail’in hezimeti ABD’nin de hezimetiydi aynı zamanda.
ABD’nin hedeflediği şey gerçekleşseydi “yeni” Ortadoğu’da ABD/İsrail karşıtı direnişin beli kırılmış, İsrail’in “bölge liderliği” kabul görmüş, Arap devletleri ise emperyalist/Siyonist güçlerin kukla işbirlikçileri misyonunu kabullenmiş olacaktı. Oysa umulanın tersi oldu. Direniş zafer kazandı, emperyalist/Siyonist cephe hezimete uğradı. Rice’nin ve temsil ettiği rejimin hevesleri, 33 günlük savaşın ardından tarihin çöplüğüne atıldı.
“Lübnan’ı taş devrine geri göndeririz”
Geçen hafta Temmuz Savaşı’nın 17. yıldönümüydü. O günlerde işgal altındaki Şeba Çiftliklerine giden İsrail Savaş Bakanı Yoav Gallant, Siyonistlerin bilinen dozu yüksek tehditlerini tekrarladı. Hata yapmaması konusunda hem Hizbullah’ı hem lideri Nasrullah’ı uyardığını söyleyen dinci-faşist Netanyahu hükümetinin Savaş Bakan’ı şu mealde sözler söyledi: “Geçmişte hata yaptınız ve ağır bir bedel ödediniz. Eğer olaylar tekrar çatışma boyutuna varırsa Lübnan’ı taş devrine geri göndeririz.”
İsrail’in sahip olduğu tüm askeri gücünü Lübnan’a karşı kullanmaktan çekinmeyeceğini ifade eden Gallant, Hizbullah’a ve Lübnan’a ait her metrekarenin hedef alınacağını söyledi. “Lübnan’ın her metre karesini bombalarız” tehdidi, Siyonist rejimin zihniyeti hakkında net bir fikir veriyor. Onların için gerillalar ile siviller arasında, gençlerle yaşılar, kadınlarla çocuklar arasında ayrım yoktur. İsrail savaş aygıtı için tümü birer hedeftir.
Siyonistler “taş devrine geri göndeririz” tehdidini sık sık yinelerler. Kastettikleri Lübnan’ı baştan sona yakıp yıkmaktır. Bu tehdidi sadece asker ya da siyasetçilerden değil gazeteci, siyasi analizci vb. kişilerden duymak da mümkündür. Bu tehdit, ırkçı-Siyonist zihniyetin neyi temsil ettiğini net bir şekilde anlatıyor. Zira “taş devrine geri göndeririz” tehdidi, Siyonistlerin hiçbir yasa, kural veya anlaşmayı tanımadıklarının, herhangi bir ahlaki ilke ya da insani değer taşımadıklarının, bizzat kendileri tarafından itirafıdır aynı zamanda.
Bu tehdit abartılı mı? Siyonist hareketin de İsrail devletinin de tarihi böyle olmadığını gösteriyor. İsrail’i kurmak için toplu katliamlar yapan, Filistin köylerini haritadan silen bu zihniyet, halen kent ve kasabaları F-16 savaş uçaklarıyla bombalamaktadır. Saldırırken hiçbir zaman gerilla/sivil ya da direnişçi/sivil ayrımı yapmamıştır. Savaş aygıtı da son teknoloji ürünü silahlarla donatılmıştır. Buna karşın verili koşullarda savurduğu tehdidi gerçekleştirmeyi göze alabilir mi? Orası şüpheli. Çünkü artık “direnişçi güçlerin” de İsrail’e ağır bedeller ödetebilecek donanım ve hazırlıkları var.
İsrail’in bu kadar gözü dönmüş olabilmesinin ise iki temel nedeni var: İlki, herhangi bir değer, hukuk ya da kural tanımayan Siyonist ideolojidir. Diğeri ise, batılı emperyalistlerin sağladığı özel koruma sayesinde savaş hukukunu, uluslararası anlaşmaları ve Birleşmiş Milletler kararlarını tanımama “ayrıcalığını” elde etmiş olmasıdır.
“Lübnan’la savaşa girerseniz siz de taş devrine döneceksiniz!”
Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, Siyonist İsrail rejiminin tehditlerine bu defa aynı kesinlikte karşılık verdi. Temmuz 2006’da Lübnan’ı hedef alan İsrail saldırısına karşı kazanılan zaferin 17. yıldönümünde televizyonda yayınlanan konuşmasında Nasrallah, İsrail Savunma Bakanı’nın tehditlerine yanıt verdi.
İsrail’in kritik kurumlarını kısa sürede yok edebilecek donanıma, güce ve kararlığa sahip olduklarını ifade eden Nasrallah, ellerindeki hedefler listesini de açıkladı. Buna göre İsrail’in askeri-sivil havaalanları, hava kuvvetlerinin askeri üsleri, elektrik üretim ve dağıtım merkezleri, su dağıtım istasyonları, iletişim/teknoloji merkezleri, temel altyapı tesisleri, petrol/benzin/amonyak depoları ve Dimona nükleer tesisleri ilk vurulacak hedefler arasında yer alıyor.
Tehdidin çıtasını yükselten Nasrallah, çatışmanın Lübnan’la sınırlı kalmayıp tüm “direniş ekseniyle” bir savaşa dönüşmesi durumunda ise, “haritada adı İsrail olan bir yerin kalmayacağını” iddia etti. Siyonist ordudaki moral bozukluğu, güvensizlik ve iç uyumdan yoksunluğa dikkat çeken Nasrallah, “direniş hareketinin” ise hiç olmadığı kadar donanımlı, hazırlıklı ve moralinin yüksek olduğunu belirtti.
Nasrallah’ın tehdide aynı tonda bir yanıt vermesi, Siyonistlerin huzurunu kaçırdı. İsrail’de çoğunluk Hizbullah liderinin sözlerini ciddiye alıyor. Nitekim İsrail medyasının tartışma programlarında yapılan birçok yorumda durumun değiştiği, olası bir çatışmanın kendileri için de ağır yıkımlara neden olacağı dile getiriliyor.
Güçler dengesindeki değişim belirginleşiyor
Nasrallah’ın açıklamaları İsrail medyasında olduğu gibi Arap medyasında da farklı tartışma ve yorumlara vesile oldu. Elbette “direniş ekseni” çizgisine yakın olanlarla karşıt olanların vardıkları sonuçlar farklıdır. Ancak, Siyonist rejimle çatışmada güçler dengesinin hiç olmadığı kadar İsrail aleyhine döndüğü, artık farklı çevrelerin kabul ettiği bir realitedir. Bir dönem ülkeleri işgal eden İsrail savaş aygıtı, 2006’da uğradığı hezimetten sonra böyle bir saldırıya girişemedi. ABD emperyalizminin desteği, Rusya’nın göz yumması sayesinde arada bir Suriye’ye saldırsa da güç dengelerindeki değişimi engelleyebilecek güçten yoksundur.
İsrail 1967’de, 1973’te, 1982’de savaş başlatıp Suriye, Mısır, Ürdün ve Lübnan topraklarına girdi. 67’ savaşında Suriye’nin Golan Tepeleri’ni, Sina yarımadasını işgal etti. 82’de Beyrut’a girdi. 73’te hezimete uğrama ihtimali belirdi. Ancak ABD-İngiliz emperyalistleri hemen devreye girerek İsrail’i kurtardılar. O savaşların tümü İsrail dışında cereyan etmişti. Bundan sonra olası bir savaş ise, Nasrallah’ın ilan ettiği hedef listesinden de anlaşılacağı gibi, İsrail’in her tarafını saracaktır. İşgal edilmiş Filistin toprakları üzerine kurulan İsrail’in stratejik derinliği yok. Dolayısıyla her tarafı Hizbullah füzelerinin menzili dahilindedir. Kimi iddialara göre Hizbullah’ın stoklarında 120 bini aşkın füze bulunuyor. Bunların bir kısmının ise hassas olduğu ve hedefi vurma yeteneklerinin yüksek olduğu belirtiliyor. İsrail’in inşa ettiği “Demir Kubbe”nin ise füzelerin ancak üçte birini yakalayabildiği söyleniyor. Dolayısıyla İsrail’in büyük yıkıcı gücü ve kural tanımaz saldırganlığı artık onu korumaya yetmiyor. Bu arada Hizbullah, sahip olduğu silahların bir kısmını açıklamıyor.
Hizbullah ve müttefiklerinin inşa ettikleri “caydırıcı güç”, İsrail’i büyük bir savaşa girme noktasında tereddüde düşürüyor. “Direnişçi güçler” ise, mecbur bırakılmadıkça, yani İsrail başlatmadığı sürece bu koşullarda savaşa girmek istemiyor. Buna karşın kimi analizlerde bu savaşın eninde sonunda patlak vereceği belirtiliyor. Verili koşullarda, işgalci Siyonist rejim yıkılmadıkça bu riskin ortadan kalkması olası görünmüyor.