Emperyalistlerin çok yönlü desteği ile özel himayesine mazhar olan siyonist İsrail devleti 1967 Haziran Savaşı’nda Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ni işgal etti. Böylece Mısır’ın Sina Yarımadası, Suriye’nin Golan Tepeleri ile birlikte tüm Filistin toprakları işgalci İsrail ordusunun egemenliği altına girdi.
İşgal bölgelerinde ırkçı-faşist bir askeri rejim kuran İsrail, en sıradan demokratik hakların kullanılmasını bile kaba bir şiddetle bastırarak Filistin halkını teslim alabileceğini var sayıyordu. Siyasal İslamcı Hamas dışındaki Filistinli örgütlere soluk aldırmayan; sosyal, kültürel, sanatsal etkinlikleri bile yasaklayan siyonist rejim, görünürde amacına ulaşmıştı.
Vahşi işgal 20. yıla ulaşmışken, 1986’nın sonlarına doğru başlayan eylemler, “istikrarlı” dönemin nihayete ermek üzere olduğunun işaretlerini verdi. Eylemler kitlesel/militan bir niteliğe sıçramadığı için, askeri rejim şiddet dozunu arttırarak kontrolü sağlayabiliyordu. Nitekim İntifada (ayaklanma) başladığında İsrail zindanlarında 4700 siyasi tutuklu bulunuyordu; 20 yıllık dönemde tutuklanan toplam Filistinli sayısı ise 200 bindi. Ancak tüm baskılara rağmen süreç, 20. yüzyılın son çeyreğinin en büyük toplumsal patlamalarından biri olan Birinci İntifada’ya doğru akıyordu.
Dönüm noktası 9 Aralık
Birinci İntifada 9 Aralık 1987’de patlak verdi. Gözü dönmüş bir siyonistin İsrail askeri kontrol noktasında dört Filistinli işçiyi ezerek katletmesi, bardağı taşıran son damla oldu. Caniyi koruyan İsrail polisi, katliamları protesto eden halka kurşun sıkarak 17 yaşındaki bir genci katletti. Bu olayın ardından sokaklara taşan halk seli, işgalin bütün barikatlarını paramparça etti. Gazze’de başlayıp işgal altındaki topraklara yayılan intifadanın sürükleyici gücü gençlerle çocuklar oldu. Ancak yediden/yetmişe bütün bir halkın seferber olmasıyla direniş yıllarca sürdü.
İntifada hem Filistin halkı, hem Filistin direnişi için gerçek bir dönüm noktası oldu. Siyonist devletin kurulmasına zemin hazırlayan Balfour Deklarasyonu’nun İngiliz emperyalizmi tarafından ilanı üzerinden 70 yıl geçmiş, bütün direniş ve isyan girişimleri vahşi bir şiddetle ezilmişti. Filistin gerilla hareketi, emperyalist/siyonist güçlerin zorbalığıyla Beyrut’tan Tunus’a sürgün edilmiş, Sabra ve Şatilla mülteci kamplarında tarihin en vahşi katliamlarından biri gerçekleştirilmiş, Filistin topraklarının tümü işgal edilmişti. Tüm bunlar işgal koşullarında doğup büyüyen genç kuşakların eşsiz bir isyan hareketi yaratmalarına engel olamadı. Böylece siyonist rejimin hevesleri kursağında kalmış, Filistin halkı da, direnişi de dimdik ayakta olduğunu dosta/düşmana göstermiştir.
İntifada’nın sınıfsal dinamikleri
Askeri rejimin varlığı Filistin halkının isyan etmesi için yeterli sebepti. Bununla birlikte her isyan belli sınıfsal dinamiklere dayanır. İşgal rejimi Filistinli kimliğini yok etmek hırsıyla ırkçılığın en iğrenç yöntemlerine başvuruyordu. İntifada fitilinin ateşlendiği Gazze Şeridi ulusal baskının olduğu kadar, sınıfsal sömürünün de yoğun hissedildiği bir alandı. Yani sınıfsal öfke ulusal öfke ile pekişiyordu. Çelişkilerin sertliği, isyanın kitleselliğini koşulladığı gibi militanlığını da kaçınılmaz kılıyordu. Bu bağlamda intifadanın patlak vermesini, sınıfsal sömürünün ulusal baskıyla çekilmez hale getirilmesinin kitlesel/militan bir reddi olarak tanımlamak mümkündür.
“Taş Generaller” işgalci orduya karşı
İntifada kadın erkek, yaşlı genç, örgütlü örgütsüz bütün bir halkın volkan gibi patlamasıydı. Bununla birlikte “Taş Generaller” diye anılan Filistinli çocuklar direnişin sembolü oldular. İsrail savaş aygıtının ölüm saçan ürkütücü tanklarına azimle taş atan küçük çocuklar, Filistin isyanının hafızalara kazınan simgeleri oldu.
Soğukkanlı katiller tarafından yönetilen siyonist rejimin hedefinde “Taş Generaller” vardı. İsyanda öne çıkan gençlerle çocukların kafalarına kurşun sıkan İsrail askerleri, öldürmediklerinin belini ya da kollarını taşlarla kırıyordu. Batılı emperyalistlerin gözdesi siyonist şefler, bu vahşet sayesinde ayaklanmayı bastırabileceklerini sanıyorlardı. Elbette yanıldılar. İsyan devam etti, “mağdur demokratlar” kisvesine bürünen siyonist şeflerin gözü dönmüş bir katiller sürüsünden başka bir şey olmadıklarını tüm dünya öğrendi.
Taş atan çocuklar modern silahlarla donanmış, çoğunluğu soğukkanlı katillerden müteşekkil bir orduyu askeri alanda yenemezler elbet. Ancak siyasi, ahlaki ve psikolojik olarak hezimete uğratabilirler. Nitekim “Taş Generaller” tam da bunu başardılar. Onlar, “diz çökerek yaşamaktansa, direnerek ölmek yeğdir” şiarını esas aldılar. Elbette ağır bedeller ödediler. Ama direniş tarihine altın harflerle adlarını da yazdırdılar.
Askeri rejimi felç eden alternatif iktidar
İntifada sadece bir halkın topyekûn isyanı değil, aynı zamanda gaddar askeri rejimin muhteşem bir yaratıcılıkla felç edilmesiydi. Seferber olan bir halkın en elverişiz koşullarda bile kendini nasıl yeniden yaratabileceğinin çarpıcı örneklerinden biriydi. Askeri rejimi tanımayı reddeden halk sürekli isyanla birlikte sürekli genel grev ve genel boykotla, İsrail devletini tam bir acze sürüklemiştir. Bu topyekun direniş, örgütlü bir halkın en acımasız iktidarları bile hükümsüz kılabileceğinin eşine az rastlanan örneklerinden biri oldu.
İntifada’nın patlak vermesinde kendiliğindenci boyut belirgin olsa da, ilerici-devrimci örgütlerin önderliği de kritik bir rol oynadı. Ön süreçleriyle birlikte intifadayı yöneten Yurtsever Birleşik Önderlik (YBÖ), belli bir periyotla yayınladığı bildirilerle de isyana yön verdi.
“…İntifada’dan tam bir buçuk yıl önce (1986 ortalarında), işgal altındaki çeşitli Filistin örgütleri (El Fetih, Demokratik Cephe, Halk Cephesi ve Komünist Parti) arasında eylem ve güç birliği oluşturuldu.” (Faik Bulut, Zafer tarlaları/İntifada dersleri, Sf. 17, Analiz Yayınları).
YBÖ adı altında ortak harekete eden bu örgütlere, bir süre sonra İslami Cihad da katıldı. Ancak “…Müslüman Kardeşler örgütü, tüm Filistin İslamcılarını temsil ettiğini ileri sürerek YBÖ’den bağımsız bir örgüt kurdu. Birleşik Önderlik’e katılmayı reddetti. İslami Direniş Hareketi (HAMAS) adlı bir yapılanma içinde mücadele etmeyi yeğledi.” (a.g.e Sf. 18)
YBÖ ile koordineli şekilde kurulan Halk Komiteleri’ne çocuklar dahil, iş yapabilecek hemen herkes katıldı. 12 komite (Beslenme Komiteleri, İlk Yardım Komiteleri, Ticaret Komiteleri, Enformasyon Komiteleri, Araştırma-Soruşturma Komiteleri, Destek Komiteleri, Gözlem Komiteleri, Kadın Komiteleri, Tarım Komiteleri, Demirci Komiteleri, Nöbetçi Komiteleri, Gönüllü İş Komiteleri) kuran YBÖ, hem intifadanın sürekliliğini sağlayan hem günlük yaşamı organize eden hem de askeri rejimi felç eden alternatif bir iktidar kurdu.
Halk ayaklanmasının gücü, dinamizmi, kararlılığı, yaratıcılığı karşısında çileden çıkan siyonist şefler, tarihte eşine az rastlanan bir vahşetle saldırdılar. Cinayet, sakatlama, tutuklama gibi icraatların yanı sıra uyarı yapılmadan evler yıkıldı, zeytin ağaçları söküldü, tarım alanları hasat yapılmadan tanklarla tahrip edildi, hayati önemdeki su kaynakları gasp edildi, kuyulara beton döküldü vb…
80 bin askerle ayaklanmayı bastırmaya çalışan İsrail 1087 kişiyi katletti, 120 bin kişiyi ise tutukladı. Buna rağmen intifada altı yıl sürdü. Eylül 1993’te FKÖ lideri Yaser Arafat ve İsrail Başbakanı İzak Rabin’in Oslo Anlaşması’nı imzalamasından sonra sönümlense de intifada, özelde Filistin halkının genelde dünya halklarının direniş tarihinin önemli kazanımlarından biri olmuştur.