ABD Başkanı Donald Trump 11 gün süren Asya-Pasifik gezisi kapsamında Japonya, Güney Kore, Çin, Vietnam ve Filipinler’i ziyaret etti. Trump, Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC) ile Güneydoğu Asya Uluslar Birliği (ASEAN) zirvelerine de katıldı. Gezinin süresi ve kapsamı, ABD emperyalizminin Asya-Pasifik bölgesine verdiği önemin göstergesi sayılıyor.
“Dünya jandarması” geriliyor
Kapitalist emperyalizmin dünya jandarması ABD, sadece Ortadoğu’da değil Asya-Pasifik’te de güç kaybediyor. Hem bu gerileyişi durdurmak hem de güçlenen Çin’in önünü kesmek gibi üstesinden gelinmesi mümkün olmayan sorunlarla boğuşan Trump yönetimi, birinci yılında “tutarsız”lıkla anılmaya başlandı.
ABD yönetiminin tutarsızlıklarla malul olması, Trump’ın “dengesiz kişiliği”nden çok, dünya jandarmasının içine girdiği gerileme sürecini durdurma konusundaki aczinden kaynaklanıyor. Üst perdeden tehditler savuran Trump, iş icraata geldiğinde duraklamak zorunda kalıyor. Zira mali alanda baş gösteren sorunlar, Amerikan savaş aygıtının istediği ülkeye saldırma lüksünü sınırlamış görünüyor.
Dünyanın en saldırgan gücünün yaşadığı tereddütler, emperyalist işgallerin kabarık faturasını karşılamanın eskisi kadar kolay olmadığına işaret ediyor. Zira ABD’nin hem dış borcu kabarıyor hem bütçesi büyük bir açık veriyor. Süreç, ülke içinde sınıf çatışmalarını şiddetlendirecek yönde ilerlerken, Amerikan halkını maliyeti yüksek savaşlara ikna etmek de zorlaşıyor. Üst perdeden tehditler savuran Trump’ın pratikte anlaşma yolları araması, ABD’nin artık genel kabul gören gerileme sürecinin dolaysız sonuçlarından biri kabul ediliyor.
Kapitalizmin ‘eşitsiz gelişim yasası’na uygun olarak ABD’nin gerileme sürecine girmesi, buna karşın Çin, Rusya gibi yeni güçlerin öne çıkmaya başlaması, Trump yönetiminin temel açmazıdır. Zira ‘olağan’ koşullarda süreci durdurmak olası görünmüyor. Geriye ABD savaş makinesinin sahaya sürülmesi kalıyor, bu ise verili koşullarda kolay göze alınabilecek bir seçenek değil. Halen esas rakipleri olan Çin-Rusya ikilisiyle karşı karşıya gelmekten çekinen ABD, Kuzey Kore ve İran gibi ülkeleri sıkıştırarak süreci etkilemeye çalışıyor. Oysa bu saatten sonra bu tehditlere/şantajlara ne Kuzey Kore ne İran prim veriyor.
Hem çatışma hem işbirliği
Emperyalist ABD rejiminin “akıl hocaları”, yıllar önce Çin’i “esas düşman” ilan etmişlerdi. Bazıları ABD’nin Çin’le savaşmasının kaçınılmaz olduğunu da savunuyor. Nitekim Asya-Pasifik’teki gerilim Kuzey Kore üzerinden tırmandırılsa da, esas hedefin Çin olduğu kimse için bir sır değil. ABD savaş aygıtı halen dünyanın en tehlikeli, en yıkıcı gücü olsa da, Çin gibi dev bir güçle savaşmaya hevesli olduğu söylenemez. Irak hezimetinden sonra ordusunu doğrudan savaşa sürmekten uzak duran ABD, artık Kuzey Kore, İran gibi hasımlarıyla bile anlaşmanın yollarını aramak zorunda kalıyor.
Yakın zamanda gerçekleştirilen Komünist Partisi Kongresi’nde hedefleri büyüten Çin ekonomik, mali, ticari, askeri ve diğer alanlarda yeni hamleler yapmaya hazırlandığını ilan etti. Çatışmacı dilden uzak duran Çin yönetimi, ABD dahil batılı emperyalistlerle işbirliğini geliştirmeye çalışıyor.
Çin’in “eşitler arası işbirliği”ni esas alan politikası, fiilen ABD hegemonyasının altını oyuyor. Buna rağmen ABD de Çin’le yeni anlaşmalara imza atmak durumunda kalıyor. Nitekim Çin’i ziyaret eden Trump’ın da birçok yeni anlaşmaya imza attığı belirtildi. Bir kısmı bağlayıcı olmasa da, pek çok anlaşmaya imza atan Çin’le ABD, “gerilim/işbirliği” ikilemine dayalı politikayı sürdürüyorlar.
Trump’la görüşen Çin lideri Şi Cinping, iki ülkenin çıkarlarının giderek örtüştüğünü söylese de, taraflar arası çatışma ihtimal dışı değil. Zira ABD’nin hegemon güç konumunu koruyabilmek için savaş aygıtını sahaya sürmesi ihtimal dahilindedir. Pentagon’un uzayda askeri üs kurma hazırlığı yaptığına dair haberler, kapitalist emperyalizmin insan soyunun geleceğini tehdit eden bir savaşın fitilini ateşleyebileceğini gözler önüne seriyor.
Ya taviz ya çatışma…
Beyaz Saray’ın efendisi olduğu ilk günlerde Trump, küstahça açıklamalarla Çin’e saldırıyordu. Tehditlere sakin ancak kararlı yanıtlar veren Çin, istifini bozmadan yoluna devam etti. Taviz veren ABD oldu. Çin’le yapılan anlaşmalar, en azından şimdilik tehditlerin geri çekilmesini zorunlu kılıyor. Bu durumun tersine dönmesi de olasıdır.
Asya-Pasifik bölgesinin Japonya, Güney Kore gibi önde gelen devletleri, Çin’in hızlı gelişiminden endişeli görünüyor. Bu devletlerin Çin’e karşı ABD’ye daha da angaje olma eğilimleri, çatışma riskini arttıran faktörlerden biridir. Buna karşın gelişen, güçlenen, özgüveni artan Çin, verili koşullarda çatışmadan uzak duruyor.
Çin’in politikası çatışmaya girmeden, eşitler arası ilişki temelinde ABD ile işbirliğini geliştirmeyi esas alıyor. ABD’nin “eşitler arası ilişki” tezini kabul etmesi, en azından Çin’le ilişkilerinde hegemon güç olma tutumunu terk etmesi anlamına geliyor. Bu ise, emperyalist sistemin anlayışına göre taviz vermek anlamına geliyor. Nitekim Çin söz konusu olduğunda ABD halen taviz veren konumundadır.
Görünen o ki, Asya-Pasifik’teki gerilimin seyri, dünyadaki güç dengelerini dolaysız şekilde etkileyecek. Bu koşullarda ABD ya durumu kabullenip taviz vermeye devam edecek, ya süreci tersine çevirmek için savaş aygıtını sahaya sürecektir.