Asya-Pasifik: Şiddetlenen kriz coğrafyası

Washington, çözülüşünü durdurmak ve dünya hegemonyasını kalıcı kılmak için Asya-Pasifik’te saldırgan ve savaşçı bir politika izliyor ve geleceğin büyük hesaplaşmasına hazırlanıyor. Muhtemel olan yeni bir emperyalist dünya savaşının patlama dinamikleri Asya-Pasifik’te giderek belirgin hale geliyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 09 Ağustos 2017
  • 06:30

Emperyalist hegemonya ve paylaşım mücadelesinde yeni bir sürece girilmiş durumda. Asya-Pasifik bölgesi bu süreçte kriz coğrafyası olarak öne çıkıyor. Daha şimdiden çok önemli çatışmaların ve gerilimlerin sahnesi haline gelmiş olan bölge, gelecekteki muhtemel bir dünya savaşının potansiyelini taşıyor.

21. yüzyılı Asya-Pasifik yüzyılı ilan eden ABD emperyalizmi, küresel hegemonyasını Asya’ya taşıma girişimi eşliğinde hummalı bir şekilde Asya-Pasifik hesaplaşmasına hazırlanıyor. Çin ise Kuzey Kore’yi dizginlemeye çalışarak ve ABD’yi kışkırtmamaya özen göstererek, nihai hesaplaşmayı kendisi için en uygun zamana erteleme çabasıyla kendi cephesinden hazırlık yapıyor. Zira bu iki emperyalist gücün, kendi aralarındaki bir savaşı kaçınılmaz gördüklerini çeşitli vesilelerle birbirlerine birçok kez ilan etmiş oldukları biliniyor.

Dünyanın girmiş bulunduğu yeni paylaşım mücadelesinde Ortadoğu ve Asya-Pasifik, kriz coğrafyaları olarak öne çıkmakla birlikte artık tüm coğrafyalarda da emperyalist güçler arasındaki rekabet ve hegemonya mücadeleleri keskinleşmekte, gerilim ve çatışmalar sertleşmektedir. Asya-Pasifik bölgesi ise giderek dünyanın en hareketli ve emperyalist hegemonya mücadelelerinin en şiddetli şekilde yaşanacağı bir bölgesi haline geliyor. Zira burada sıralayamayacağımız bir dizi faktör, daha şimdiden Asya-Pasifik bölgesini şiddetli bir rekabet alanı haline getirmiş de bulunuyor. Dolayısıyla önümüzdeki yıllarda bu bölgede önemli gelişmelerin yaşanması kaçınılmaz görünüyor. 

Kuzey Kore krizi ve Çin’i dizginleme girişimi

Küresel güç odağı olan ABD ve Çin arasındaki gerilimin genellikle Tayvan, Kuzey Kore ve Güney Çin Denizi üzerinden gündeme geldiği biliniyor. Kuzey Kore’nin bir süreden beridir neredeyse süreklilik kazanan nükleer ve balistik füze denemeleri ise gerilimi tırmandıran önemli bir etken olmaya devam ediyor ve devam edeceğe de benziyor.

Kuzey Kore’nin son olarak 29 Temmuz’da ABD’nin tüm şehirlerini vurabilecek menzilde kıtalararası füze denemesi dünyada yeni bir sarsıntı yarattı ve bir kez daha büyük bir gerilime konu oldu. Kuzey Kore, sonuncuyla birlikte bu ay içinde ikinci kez balistik füze denemesi gerçekleştirdi. Bu, 2017 yılının başından bu yana yapılan on dördüncü denemeydi. ABD Başkanı Trump, Beyaz Saray’daki kabine toplantısının ardından basın mensuplarına yaptığı açıklamada, “Kuzey Kore’yi halledeceğiz. Hallolacak. Her şeyi halledeceğiz” ifadelerini kullanarak, bu girişimi kudurganlıkla karşıladı. ABD’nin BM Daimi Temsilcisi Nikki Haley ise aynı kudurganlığı “Kuzey Kore hakkında konuşacak bir şey kalmadı artık, Çin harekete geçmeli. Japonya ve Güney Kore baskıyı arttırmalı, bu sadece ABD’nin sorunu değil, uluslararası çözüm gerektiriyor” ifadeleriyle dile getirdi.

Kuzey Kore başarılı olduğunu iddia ettiği son denemeyi ABD’ye “sert bir uyarı” diye tanımladı. Füzenin 47 dakika havada kaldığını ve 3 bin 724 kilometre yol aldığını belirten Kuzey Kore, ABD anakarasının vuruş menzili içinde olduğunu ileri sürdü. Uluslararası uzmanların görüşünün de Kuzey Kore’nin ABD’yi vurma kapasitesi konusundaki iddiasının doğru olabileceği yönünde olduğu söyleniyor. Uzmanlar füzenin 10 bin 400 kilometre menzili olduğunu tahmin ederken, Kuzey Kore’nin Rason kentine yerleştirilmesi durumunda füzenin menzilinin ABD’nin New York kentine kadar uzandığı iddia edilmektedir.

Kuzey Kore yönetiminin füze denemesinin ardından ABD’nin ses hızını aşabildiği öne sürülen B-1 Lancer bombardıman uçakları Kore Yarımadası üzerinde uçtu. ABD jetlerine Japon F-2 savaş uçakları ve Güney Kore F-15’leri de eşlik etti. ABD, “Bu görev”in “Kuzey Kore’nin gerginliği tırmandıran 3 Temmuz ve 29 Temmuz kıtalararası balistik füze denemelerine karşı yapıldı”ğını ileri sürdü. ABD ve Güney Kore ayrıca Kuzey Kore’ye misilleme olarak füze tatbikatı da gerçekleştirerek karadan karaya füzeler fırlattı. ABD Genelkurmay Başkanı J. Dunford ve ABD Pasifik Kuvvetleri Komutanı Oramiral Harry Harris’in, Güney Kore Genelkurmay Başkanı Lee Sun Jin ile telefon görüşmesi gerçekleştirdiği ve komutanların askeri seçenekleri de konuştuğu belirtildi.

ABD Dışişleri Bakanı R. Tillerson, “Kuzey Kore’nin nükleer silah geliştirme programının ekonomik destekçileri olan Rusya ve Çin bölgesel ve küresel istikrara yönelik giderek artan tehdidin tek sorumlusu” ifadelerini kullandı. Öteden beri Çin’den Kim Jong-un’u durdurmasını isteyen ABD lideri Trump ise, “Çin beni büyük hayal kırıklığına uğrattı. Geçmişteki aptal liderlerimiz yıllık yüzlerce milyar dolarlık ticaretlerini yapmalarına müsaade ettiler ancak onlar Kuzey Kore konusunda bizim için hiçbir şey yapmadılar. Bunun devam etmesine izin vermeyeceğiz. Çin bu problemi kolaylıkla çözebilirdi” diyerek, Pekin yönetimini sorumlu tuttu.

Her füze denemesinin ardından Kuzey Kore üzerinden Çin’i suçlamak ve ona tehditlerde bulunmak ABD’nin değişmez tutumudur. Zira emperyalist hegemonya mücadelesinde Çin, Asya-Pasifik’te ABD’nin gerçek muhatabıdır ve Kuzey Kore üzerinden verilen her mesaj Çin’e yöneliktir.

Asya-Pasifik’te sertleşen emperyalist rekabet

Kuzey Kore’nin her balistik ve nükleer füze denemesi sert gerilimlere ve karşılıklı tehditlere konu ediliyor ve ABD’nin Kuzey Kore’ye saldırıp saldırmayacağı büyük bir merak konusu oluyor. Dünya imparatorluğu çözülme süreci içinde olsa da halen de tartışmasız bir dünya gücü olan ABD’yi Kuzey Kore ile karşı karşıya getiren temel etkenler, Kuzey Kore’nin füze denemelerinin ötesindedir. ABD’nin bu ülke şahsındaki her girişimi özünde ve esasında Çin’e bir meydan okumadır. Amaç, Çin’i kuşatıp kendi sınırlarına hapsetmektir. Obama yönetimi zamanında ABD’nin “Asya-Pasifik’e dönüşü”nün gerisinde de bu vardır.

ABD’nin “Asya-Pasifik’e dönüş” projesi, Çin’in bölgedeki ekonomik etkisini kırmak, onu askeri olarak kuşatmak ve böylece Pekin’i ABD’nin taleplerini kabul etmeye mecbur bırakmak gibi amaç ve hedefler içeren bir stratejidir. Zira başka şeylerin yanı sıra dünya ekonomisinin yarısından fazlasını oluşturan ve emperyalist hegemonya mücadelesinde son derece önemli bir yer tutan bu bölgede Çin, ekonomik ve askeri açıdan yükselen devasa bir güç konumuna gelmiş bulunuyor ve dünya egemenlik mücadelesinde etkin olmaya çalışıyor. Bu durum bölgede büyük bir hegemonya ve paylaşım mücadelesini kızıştırdığı gibi, dev emperyalist güçler arasındaki kapışmayı da körüklüyor.

Emperyalist kapitalist dünya düzeni çok yönlü bunalımlarla bir sarsıntılar sürecinden geçiyor. Ekonomik bunalım, bunun doğrudan bir sonucu olarak emperyalist hegemonya ve paylaşım savaşları, gerici iç savaşlar vb. olgular tüm bölgeleri bir girdap gibi içine almış bulunuyor. Emperyalist savaş cephesi olarak öne çıkan Ortadoğu, bu girdap içinde dehşetli bir acı ve yıkım içinde tükenişe sürükleniyor. Kızışan emperyalist rekabetin, şiddetlenen emperyalist hegemonya ve paylaşım mücadelesinin giderek öne çıkan ve gelecekte emperyalist paylaşım savaşının potansiyelini de barındıran bir başka coğrafyasıdır Asya-Pasifik.

Birçok açıdan emperyalist hegemonya ve paylaşım mücadelesinin çok önemli bir cephesi olan ve dünya nüfusunun yanı sıra dünya üretiminin de yarısından fazlasını oluşturduğu ileri sürülen bu bölgede Çin bulunuyor. Devasa bir güç haline gelen Çin, dünya ölçüsünde etkin bir güç olma yolunda hızla ilerliyor. Böyle olup olmayacağından bağımsız olarak, birçok gözlemcinin geleceğin dünya gücü olarak Çin’i işaret ettiği de biliniyor.

ABD, Asya-Pasifik bölgesinde, daha genel planda ise küresel çapta Çin’in ekonomik ve askeri olarak yükselen bir güç olmasını kabul etmiyor. Bunu önlemeye dönük olarak her alanda adımlar atıyor. Şili, Yeni Zelanda, Brunei, Singapur, Japonya, Avustralya, Kanada, Meksika, Malezya, Peru ve Vietnam’la Trans-Pasifik Ortaklığı kurarak, bölgeye ekonomik yatırımlarını arttırıyor. Nitekim gelinen aşamada ABD’nin bölgedeki ekonomik varlığının önemli boyutlara ulaştığı söyleniyor ve ABD yatırımlarının oranının geçen yıllara göre arttığı bildiriliyor. Öte yandan Çin’i ulusal güvenlik sorunu olarak gördüğü için askeri adımlarını hızlandırarak vurucu gücünü büyütüyor. 2020’ye kadar donanmasının yüzde 60’ını bölgeye sevk edeceğini de ilan etmiştir. Halihazırda Japonya’da 50, Güney Kore’de de 30 bin asker bulunduran ABD’nin, Avrupa’da konumlandırdığı askerlerinin büyük bir kısmını Asya-Pasifik bölgesine çekeceği de yine ABD’nin açıklamalarından biliniyor. Avustralya’nın limanlarındaki asker ve askeri üs sayısını arttırmaya da çoktan başlamış bulunuyor.

Özetle, Washington, çözülüşünü durdurmak ve dünya hegemonyasını kalıcı kılmak için Asya-Pasifik’te saldırgan ve savaşçı bir politika izliyor ve geleceğin büyük hesaplaşmasına hazırlanıyor. Muhtemel olan yeni bir emperyalist dünya savaşının patlama dinamikleri Asya-Pasifik’te giderek belirgin hale geliyor.